EURO 2020 bozgununu niye yaşadık?

A -
A +

Ömer Çetin Engin'in turnuva analizi...
-----

Herkes A Milli Takım'ın Avrupa şampiyonasında başta İtalya maçı olmak üzere yaşadığı felaketin şokunu yaşıyor. Kendilerince izah getirmeye çalışıyor. Fakat şaşkınlık dimağlara kilit vurmuş gibi. 

SEBEBİ ÇALIŞMA HATASI OLAMAZ
Milli takımın EURO 2020 öncesi gerek Antalya gerekse Almanya kampları basına kapalıydı. Dolayısıyla hazırlıklar hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Sürantrene veya yeteri kadar çalışmama bu bozgunun sebebi olamaz. Şenol Güneş ve teknik heyeti, kondisyoneri cümbür cemaat böyle bir hataya düşecek değiller. Sebep bence başka bir yerde gizli. Bunun için biraz geriye gitmek ve Şenol Hoca'nın takımı dönüştürdüğü oyun formatından bahsetmek gerekiyor. 

EURO 2020 bozgununu niye yaşadık?
GÜNEŞ PRESSİNG

Şenol Güneş aşağıda anlatacağım oyun formatını EURO 2020 elemelerindeki ilk Fransa maçında kullanmıştı. Hani şu Konya'da 2-0 kazandığımız, son dünya şampiyonunun bizden yarım düzine gol yemekten kurtulduğu maç. EURO 2020'yi garantilediğimiz ikinci İzlanda maçında da bu plan tuttu.
Sonra Dünya Kupası elemelerindeki Hollanda ve Norveç önünde de bunu kısmen gördük. (TGRT EU'daki Ekstra Futbol programında bu konuyu anlatmıştım. Arzu edenler için link veriyorum: https://www.youtube.com/watch?v=rxU4TQDS2to  17. dakikadan itibaren bu konu başlıyor) 

EURO 2020 bozgununu niye yaşadık?
İŞTE O PLAN...

Hayalinizde bizim yarı sahanın ortasından, orta saha dairesinin rakip tarafındaki kısmına kadar bir bölge oluşturun. Şenol Hoca yukarda belirttiğim maçlarda, yaklaşık 30-40 metrelik bu bölümde bir kaos futbolu oluşturdu. 
Şöyle ki; rakibi karşılarken defansı öne çıkarıyor, stoperleri biraz kenara açıp, genellikle Okay'ı defans ağırlıklı geride oynatıyor. Bir çeşit üçlü defans yapıyor ama birbirine yakın oynuyorlardı. İki beki öne çıkarıp, öndeki iki çizgi forveti geri alıyordu. Son olarak Burak da geri geliyor. Hücuma kalkan rakipler için ikinci bölgede oynayacak alan kalmıyordu. İlk Fransa maçında Mbappe, Pogba, Griezmann, Grioud gibi yıldızlar bunun için kilitlenip kaldılar. 
*
Bu bildiğimiz üçlü-dörtlü 'gegen pressing' de değildi. Güneş pressing dedim ben buna. Çünkü bu sistemde dar alan içindeki çok sayıda oyuncumuzla top hangi rakip oyuncuya gelirse gelsin kolayca boğucu pres yapabiliyorduk. Rakipte ne kadar efektif ayak olsa da oynayacak alan bırakmıyorduk. EURO 2020 elemelerindeki ikinci İzlanda maçında da rakibin bu sayede kenar ortalarını düşürmüştük. Ceza alanımıza istedikleri sayıda top indirememişlerdi.
(Şenol Hoca bir röportajında bu yeni oyun formatını anlatıyor... https://www.youtube.com/watch?v=h7_Fy2Ay3-U 32. dakikadan itibaren)
*
Kaptığımız toplarla süratle, dikine koşularla rakip defansı dengesiz yakalıyorduk. 
Başta Merih, Kaan, Çağlar, Zeki pozisyon bilgisi iyi ve seri dönebilen oyuncular. Bu formatta ani ataklara karşı zamanında geri dönüşümüz önemliydi. 
*
Yıllardır yeteri kadar dikine, hızlı, ayağa tek pas oynayamıyorduk. Yeni oyun şeklimiz bu sıkıntıyı da gideriyordu. Defans arkasında pozisyonu kolay buluyorduk. Fransa ve Hollanda maçlarındaki güle oynaya goller bulmamızın arkasında bu sır yatıyordu. 
Takım bu oyun formatına iyi alışmıştı. Arkadaşlık ve hırsımız da yerindeydi. 

EURO 2020 bozgununu niye yaşadık?
SÜRANTRENE DEĞİL SÜRPSİKOLOJİ

İşte bu yeni oyun formatı o kadar başarılı oldu ki, Şenol Hoca ve milli takım oyuncuları aldıkları kolay sonuçların sanki bir nevi rehavetine kapıldı. Her şekilde tutan bir sistemdi. Fakat kendi kendime turnuva öncesi 'bir B planımız' yok diye söylenip duruyordum. Hatta, 'Gine, Azerbaycan ve Moldova maçlarından ne bekliyoruz' diyordum... Bu rakipler B planını deneyebileceğimiz güçte takımlar değil ki... Yine de itiraf edeyim ben de bu sistemin kolay kolay fire vermeyeceğini düşünüyordum.

İTALYA... MANCİNİ... 3-2-5
Ne olabilirdi ki. Ancak arkaya atılan uzun toplarla rakipler gol pozisyonu bulurdu. Bunda da Merih, Çağlar gibi stoperlerimiz, Zeki gibi pozisyon bilgisi iyi bir sağ bekimiz vardı. Sol bek konusunda biraz tereddütlüydüm. Caner'in yokluğu beni düşündürüyordu. Fakat onun da geri dönüşleri sıkıntılıydı. 
                                                                                                     
HOCA'M İTALYA'YI HİÇ ANALİZ ETTİN Mİ?
Sormak gerekiyor... Şenol Hoca'm gerçekten İtalya'yı analiz ettin mi? Roberto Mancini İtalyan futbolunda bir devrime turnuvanın birkaç hafta öncesinde değil, yıllar önce imza atmıştı. EURO 2020'ye gelirken gruplarda bütün maçlarını kazanmış (10 maç... 37 gol attı, sadece 4 gol yedi) Çizme ekibi o bilinen defans ağırlıklı, ani kontralara imza atan oyun anlayışını değiştirmişti. Dörtlü defans gibi başlıyor fakat sol bekleri Spinazzola inanılmaz bindirmeler yapıyordu. Yani Gök Mavililer süratle üçlü defansa (Chiellini-Bonucci-Florenzi) dönüyor, ön liberoda biri mutlaka Jorginho olmak üzere iki oyuncu tutuyor, forveti ise beşli kuruyordu. Ne tesadüf, Mancini Agüero'nun o unutulmaz golüyle şampiyon olduğu City'ye de benzer futbolu oynatıyordu.
Bizim maçta uçta istasyon olan İmmobile, solda İnsigne, sağda Berardi sürekli yer değiştirdiler. İnsigne ve Berardi içeri hareketlendikleri zaman da başta Barella ve Locatelli olmak üzere Spinazzola ve Florenzi bu alanlara deplase oldular. Ve bunu o kadar sık yaptılar ki başımız döndü. 
Bir şey daha yaptılar, ki takımın oyun planının bir ana yapısı da buydu. Kaybettikleri topları üçlü-dörtlü presle saniyeler içinde geri aldılar.
Dikine, çabuk, çok varyasyonlu, ezberlenmiş ve hızlı, ayağa isabetli paslar işte yukarıda anlattığımız oyun planımızı yerle bir etti. Şenol Güneş pressing çözüldü. Bu planı bozacak tek oyun tarzı da zaten buydu.

NEREDE TOP TUTACAK ADAMLAR?
Şenol Hoca inanılmaz bir hatayla (yoksa sistemine aşırı inanmak mı desek) böyle oynayan bir takıma karşı iki numaralı bölgede top tutan değil de, kesici Okay ve Ozan gibi top tekniği yüksek olmayan oyuncularla maça çıktı. Hakan ve Yusuf Yazıcı da en nihayetinde bir savunmacı değildi. 
Bu oyuncular topa müdahale etmekte, rakibin hızına yetişmekte bile zorlandı. Nerede kaldı ki topa sahip olup olgun atağa dönüştürsünler. Top tutacak İrfan Can ve Dorukhan kulübede, Mahmut çoktan kadrodan elenmişti. Biliyor musunuz, bu üç isim 2-0 kazandığımız Fransa maçında on birdeydi. Hakan Çalhanoğlu ise ne ilk ne de rövanştaki Fransa maçlarında on birde değildi. Yine ilk Fransa maçında son dünya şampiyonunun sol kanadını hallaç pamuğu gibi atan Cengiz de İtalya önünde yedekti.

AVUSTURYA KADAR OLAMADIK
İtalya son 16 turundaki Avusturya maçında çok zorlandı. Çünkü rakip takım müthiş bir disiplinle orta sahada İtalya'yı karşıladı ve topu tutarak ani şekilde forvetleriyle buluşturdu. O maçta İtalya'nın bizim önümüzdeki güvenli ve daha önemlisi hızlı-varyasyonlu futbolundan eser yoktu. 
İtalya gibi futbol oynayan takımları orta sahada topu soğutarak, ayağa isabetli pas yaparak ve ani kanat kombinasyonlarıyla ve de santrforun defans arkasına koşularıyla zor duruma düşürürsünüz. Biz ise sadece karşılayıcı oyuncular kullanarak İtalyanlara, 'buyur futbolunu rahatça oyna' dedik adeta. Onların da ataklarının sonucunda pozisyon buldukça kendilerine güvenleri arttı ve oynadıkları futboldan zevk aldılar. Bize ise başka bir şey oldu... Korku...

15 DAKİKA SONRASI TRAJEDİYE DÖNÜŞTÜ
15 dakika... Sadece 15 dakika o bildiğimiz futbolu oynamaya çalıştık. Sonrasında oyuncular İtalya'nın ardı ardına atakları karşısında golün gecikmeyeceğini gördü ve takımda panik defans başladı. Yani topu verimli kullanmak şöyle dursun, sadece uzaklaştırmaya çalıştık. Her izleyende, '30-40 yıl önceki futbolumuza döndük' fikrinin sebebi işte buydu. Çünkü takımın B planı yoktu. Öyle ya, Fransa gibi bir devi, Hollanda gibi ekolü rahat yenen bu oyun formatı elbette tutacaktı!
Şimdi İtalya deli gibi gelirken tutmuyordu işte ve saha içinde bu çocuklar ne yapacaklardı... 

ANDY RUİZ VE TYSON FRUY NASIL KAZANDI?
Son yıllarda ağır sıklette boks dünyasını sallayan iki önemli maç oynandı... 
Göbekli, yağlı, boksöre benzemeyen vücud yapısıyla Andy Ruiz'e, ringlerin yeni kralı Antony Joshua karşısında kimse şans tanımıyordu. Önce Joshua sol yumrukla Ruiz'i indirdi. Otoriteler etraflarına, 'beklenen sonuç' diye seslenirken beklenmeyen bir şey oldu. Ruiz, Joshua'nın sağ kulağına yumruğu yapıştırdı. Joshua için o anda maç bitmişti. Sendeledi ve o maçta Joshua defalarca yeri öptü. Ayakta duramıyordu ve bunun sebebi kondisyon eksikliği değildi. Hakem maçı bitirdi de Joshua belki de hastanelik olmaktan kurtuldu.
Tyson Fruy ilk maçı kaybettiği şampiyon Deontay Wilder'la rövanşa çıktı. Wilder defalarca yere serildiği maçı hakemin durdurmasıyla kaybetti. Çünkü o maçın neredeyse başından itibaren Wilder'da da kulak kanaması vardı. 
Kulak vücudun denge organı... İtalya maçında biz inandığımız sistemin ve tabii ki takım psikolojimizin denge merkezine darbe aldık. Galler ve İsviçre maçları bunun yansımalarıydı... Ayaklarımız o yüzden yürümüyordu... Takım psikolojimiz artık ayakta duramıyordu...

DÜNYANIN GÖZÜ ÜZERİMİZDE...
Açılış maçı oynuyorsunuz ve bütün dünyanın gözü üzerinizde. Sisteminiz eleğe dönmüş. Çocuklar ilk 15 dakika sonrası 'bir tık, bir tık...' geri çekilmeye işte bu gol yeme korkusundan dolayı başladılar. Fakat inanılmaz bir şekilde ilk yarıyı 0-0 bitirdik. Talih bizden yanaydı.
Yine inanılmaz şekilde Şenol Hoca ikinci yarıya da sistemin kilit noktası olan orta alanda aynı isimleri çıkardı. Ve tabi ki İtalya atakları dalga dalga gelmeye devam etti. Top tutamadık, oyunu yavaşlatamadık, kanatlara ve Burak'a top çıkaramadık. Bütün spor otoriteleri şaşkınca, "Pozisyon bile bulamadık" derken ben de bu sözlere şaştım... Kiminle pozisyon bulacaktık ki, kim o topları atacaktı ki. Kim oyunu yavaşlatıp, rakibin hızını kesecek, topu ayağında tutup uygun isimle buluşturacaktı ki...

BAŞI KESİLMİŞ TAVUK...
G.Saray'ın efsane kalecisi Sumovic bir dönem Türkiye Gazetesi'ni ziyaret etmişti. Hatıralarını anlattı. Şimdi hatırlayamıyorum ama bir rakip takımın oyuncuları hakkında, "Başı kesilmiş tavuk gibi sadece koşturuyorlardı" demişti. İşte aynen bu haldeydik İtalya karşısında...
Acı içinde ikinci yarıyı izlerken futbolun ötesinde şeyler hissediyordum. "Bu çocuklara üzülüyorum" diye söylendim gazetedeki arkadaşlarıma. Düşünebiliyor musunuz Avrupa'daki takımlarında başarı üstüne başarı kazanmış bu delikanlılar şimdi ne yapacağını bilemez halde, 'orantısız bir güce' karşı sadece topu uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Sonrasını zaten hepiniz biliyorsunuz... O kendi kalesine golü sadece Merih mi attı?

CENGİZ'İN KOŞUSU
İtalya maçında Cengiz Ünder'in rakibin hatasıyla kaptığı topu 70 metre sürmesi bütün olayı özetliyordu aslında. Bulabileceğimiz tek pozisyon şekli sadece buydu. İtalyanların nasıl hemen geriye döndüğünü, bunda ne derece konsantre olduklarını siz de görmüşsünüzdür.

NİHAT KAHVECİ'NİN TESPİTİ
Nihat Kahveci şunu söyledi bir programda, "Takımına bir planı ezberletirsin. Fakat takım sahada farklı bir rakip görürse, ona göre oyun şeklini değiştirir. Başarı buradadır..."
Yüzde yüz katılıyorum. İşi berbat eden de buydu zaten. Bu çocuklar önceki maçlarda galibiyet, tur, finallere gitme gibi başarıları getiren sisteme o kadar inandılar ki, o sistemi delip geçen bir rakibe karşı çaresiz duruma düştüler. Çünkü bir B planı Şenol Hoca'nın aklına bile gelmemişti. Bu kalite ve tecrübede olan bir teknik adamın bu hatası inanılır gibi değil gerçekten... 
Topu orta sahada tutacak oyuncular yoktu evet. Ama olsa bile topu çizgide alacak oyuncular da gerekliydi. Pırpır dediğimiz, hızlı, topla adam eksilten, rakip defansın dengesini bozacak, korku salacak, tehdit yönü olan oyuncular... Ki rakip hücumu rahat düşünemesin...
Halil Akbunar kadroya alınmadı, Abdülkadir Ömür hiçbir maçta kulübeye inemedi. Kerem Aktürkoğlu sahayı göremedi. Milan gibi bir devde 10 numara olan Hakan Çalhanoğlu çizgide top alsa ne olurdu ki. Kenan Karaman'ın durumu da pek farklı değildi. Yani iki kanat hücumcumuz da rakip için tehdit oluşturmaktan çok uzaktı. 
Sonra herkes milli takım niye mücadele etmedi diye öfke nöbetleri geçirdi... Etmedi değil.. E-de-me-di... Çünkü böyle oynayan bir rakibe karşı ne yapacaklarını bilmiyorlardı...

AĞIR TRAVMA
İtalya maçında yenilginin ötesinde sisteme inanmışlık kayboldu. Bu ağır travmaya rağmen Galler ve İsviçre maçlarında da Şenol Hoca orta sahada yeterli sayıda top tutacak oyuncu kullanmadı. Bu sisteme öyle inandı ki, dar kadroyla sonuca gideceğini düşünüyordu. Forma rekabeti de böylece kayboldu. Kenarda oturan oyuncular forma giyemeyeceklerini biliyorlardı. Bunun turnuva öncesi ve sırasında takıma katacağı olumsuz havayı bir düşünün. İlk maçtan sonra ne hırs, ne inanmışlık, ne denge kaldı takımda. Örselenen inancın ne getirisi olacaksa, Galler ve İsviçre maçlarında da o kadarı geldi işte. 
Sorarım size İrfan Can, Mahmut Tekdemir ve orta alana çekilmiş Hakan Çalhanoğlu'yla veya pres yönü de güçlü olan Dorukhan'la topa sahip olup, İtalya'nın hızlı pas bağlantılarını kesip, ataklarını soğutsaydık ve İrfan o golü İtalya'ya atsaydı... Bu gün hangi duyguları yaşayacaktık...

ELEŞTİRİ TAMAM AMA...
İşin bir diğer kötü tarafı bu güven zedelenmesinin iyi başladığımız Dünya Kupası elemelerinde de bizi gelip bulma ihtimali. Şenol Hoca'nın bunları değerlendireceği muhakkak. Hoca formsuzdu evet fakat unutmayalım ki bizi zaferden zafere koşturan da o... Eleştiri de haddi aşmamalı... Şu sil baştan huyundan bizlerin de kurtulması gerekiyor sanırım. Bu jenerasyon bizi sevindirmeye devam edecektir. Bu çocuklarda o kabiliyet var ve EURO 2020 öncesi neler yapabileceklerini ortaya koydular.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.