Taliban’ın zaferi mi ABD’nin yenilgisi mi?

A -
A +

Afganistan’da kazanan kim? Askerlerini çeken ABD mi, Kâbil’i direnişle karşılaşmadan yürüyerek alan Taliban mı? Afgan halkı ne düşünüyor, bundan sonra onları nasıl bir gelecek bekliyor?

İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde Afganistan hakkında bir sürü şey yazılıp çiziliyor. Peki bu yazılanlar ne kadar gerçek?
İran, Afganistan ve Suriye’de etnografik çalışmalar yapan Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies’de öğretim üyesi Nancy Lindisfarne ile Afganistan ve Nepal üzerine araştırmalar yapan ABD’deki Uluslararası Sosyalizm Örgütü (ISO) ve İngiltere’deki Sosyalist İşçi Partisi (SWP) üyesi Jonathan Neale, Taliban ve Afganistan hakkında yazılanları saçmalık olarak değerlendiriyor. Hatta bu saçmalıkların çoğunun bir dizi önemli gerçeği gizlediğini iddia ediyor.
Jonathan ve Nancy’e göre;
Birincisi, Taliban ABD’yi yendi.
İkincisi, Taliban daha fazla halk desteğine sahip olduğu için kazandı.
Üçüncüsü, bunun nedeni Afganların çoğunun Taliban’ı sevmesi değil. Bunun sebebi, Amerikan işgalinin dayanılmaz derecede zalim ve yozlaşmış olması.
Dördüncüsü, teröre karşı savaşta ABD siyasi olarak yenilgiye uğradı. Amerikalıların çoğunluğu artık Afganistan’dan çekilmekten ve daha fazla dış savaşa karşı olmaktan yana.
Beşincisi, bu dünya tarihinde bir dönüm noktası. Dünyanın en büyük askerî gücü, küçük, umutsuzca fakir bir ülkenin halkı tarafından yenildi. Bu, bütün dünyadaki Amerikan imparatorluğunun gücünü zayıflatacak.
Altıncısı, Afgan kadınlarını kurtarma retoriği işgali haklı çıkarmak için yaygın olarak kullanıldı ve Afganistan’daki birçok feminist işgal tarafını seçti. Sonuç feminizm için bir trajedi.

TALİBAN’I HALK İSTEDİ
Peki 20 yıl aradan sonra Afganistan’ı yeniden ele geçiren Taliban bu sürece nasıl geldi? Son on yılda giderek daha fazla köyün ve bazı kasabaların kontrolünü ele alan Taliban on iki gün içinde bütün şehirleri nasıl ele geçirdi?
Hiçbir direniş grubu halk desteği olmadan ayakta duramaz. Afgan halkının çoğunluğu Amerikan güçlerinden daha ziyade Taliban’ın yanında yer almayı seçti.
Bu tabloyu geç de olsa fark eden Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani, Dostum ve İsmail Han’ın yenilgiye uğraması ve ülkeyi terk etmesi bunun en önemli işareti.
Taliban’ın 20 yıl aradan sonra tekrar Afganistan halkının umudu yapan önemli değişiklikler de var tabii ki. 2001’in Taliban’ı çoğunlukla Peştun’du. 2021’de birçok etnik kökeni kendi içine alan Taliban, Özbek ve Tacik’in hâkim olduğu bölgelerde iktidarı ele geçirdi. Hazara’nın egemen olduğu alanlar istisna.
Daha fazla insanın Taliban’ı seçmesi, bütün Afganların Taliban’ı desteklediği anlamına gelmiyor.  Taliban’ın Amerikan işgaliyle savaşan tek önemli siyasi örgüt olduğu ve çoğu Afgan’ın bu işgalden nefret etmeye başlaması bu tercihin başlıca sebebi.
Tabii başka sebepler de var; Uzun zamandır yolsuzluğa alışık olan Afgan halkı, Taliban’ın kontrol ettiği kırsal alanlarda dürüst bir yargı sistemi işletildiğine inanıyordu. Hatta, şehirlerdeki hukuk davalarına karışan birçok kişi, her iki tarafın da kırsaldaki Taliban hâkimlerine gideceği konusunda hemfikirdi. Yolsuzluk, eşitsizlik ve işgal nefreti Afgan halkının ortak sesiydi.  Taliban da ABD’nin Afganistan’ı işgal ettiği 20 yıllık süreçte değişime uğradı.
Öncelikle Peştun şovenizminin büyük bir zayıflık olduğunu gördü ve diğer birçok etnik gruptan Müslümanların desteğini aldı. Şiiler, Sihler ve Hıristiyanlara yönelik terör saldırılarını tasvip etmediklerini her fırsatta dile getirdi, kadın hakları konusunda düzenlemeler yapılacağını seslendirdi. Dahası eski düzenin insanlarından intikam almadan barış içinde yönetmek istediklerini açıkladı. İşte bu esneklik Afgan halkında karşılık buldu ve Afganlar; Amerikalılar, savaş ağaları ve Eşref Gani’nin hükûmeti yerine Taliban’a yöneldi.

KOMÜNİSTLERİN İKTİDARI
Afganistan’da tarihin değişimi 1978’de komünist hükûmet ile İslamcı mücahit direnişi arasında iç savaş başladı. Komünistler, kendilerini ilerici subaylar olarak tanımlayan kişiler tarafından yönetilen bir askerî darbeyle iktidarı ele geçirdiler. Ezici çoğunluğun kırsalda yaşadığı ülkede, köylülerin çoğunluğunun siyasi desteğini kazanmamışlardı. Sonuç olarak, kırsal İslamcı direnişle başa çıkmanın tek yolu tutuklama, işkence ve bombalama oldu. Komünistlerin önderliğindeki ordu bu tür gaddarlıkları ne kadar çok yaptıysa, isyan o kadar büyüdü.
Sonra Sovyetler Birliği komünistleri desteklemek için 1979’da Afganistan’ı işgal etti. Ana silahları havadan bombalamaktı ve ülkenin büyük bir kısmı serbest atış bölgeleri hâline geldi. Yarım milyon ila bir milyon Afgan öldürüldü. En az bir milyon kişi ömür boyu sakat kaldı. Altı ila sekiz milyon kişi İran ve Pakistan’da sürgüne gönderildi ve milyonlarcası da iç mülteci oldu. Bütün bunlar sadece yirmi beş milyonluk bir ülkede yaşandı.
Sovyetler ile Afgan mücahitler arasında yedi yıl süren acımasız savaş 1987’de Sovyet birliklerinin yenilgiyi kabul ederek ülkeden çekilmesi ile sonlandı.
Çoğu insan rahat bir nefes almıştı ki, bu defa da komünistlere ve işgalcilere karşı mücahit direnişinin yerel liderleri yerel savaş ağaları hâline geldi ve zafer ganimeti için birbirleriyle savaştı. Afganların çoğunluğu mücahitleri desteklemişti, ama sonrasında açgözlülükten, yolsuzluktan ve sonu gelmez faydasız savaştan tiksindiler.

TALİBAN’IN DOĞUŞU
1994 sonbaharında, Taliban çoğunluğu Peştunlardan oluşan ve güney Afganistan’ın en büyük şehri olan Kandahar’a geldi. Taliban, Afgan tarihinde daha önce hiçbir şeye benzemiyordu. Bunlar, özünde yirminci yüzyılın iki yeniliğinin, havadan bombalamanın ve Pakistan’daki mülteci kamplarının ürünleriydi. Afganistan’ı yöneten seçkinlerden farklı bir sosyal sınıfa aittiler. Taliban, kentsel orta sınıfların ve kırsal kesimdeki orta düzey çiftçilerin çocukları olan, ülkeyi modernleştirmek isteyen Kâbil Üniversitesinde eğitim alan komünistlerden farklıydı.
Komünistlerle savaşan ve yine ülkeyi modernleştirmek isteyen Kahire’deki Müslüman Kardeşler ve el-Ezher Üniversitesinin fikirlerine sahip İslamcı gruba da benzemiyorlardı.
Onlar Pakistan’daki mülteci kamplarındaki ücretsiz İslami okullarda eğitim görmüş genç erkeklerdi. Hiçbir şeyi olmayan çocuklardı. Taliban kelimesi de öğrenci anlamına geliyordu.
Taliban’ın liderleri Afganistanlı köy mollalarıydı. On iki kişilik bir komite tarafından yönetiliyordu. On iki kişi de savaşta Sovyet bombalarına karşı elini, ayağını veya gözünü kaybetmişti.
Yirmi yıllık savaş Kandahar’ı kanunsuz ve savaşan milislerin insafına bırakmıştı. Dönüm noktası, Taliban’ın bir erkek çocuğa ve iki kadına tecavüz eden yerel bir komutanın peşine düşmesiyle geldi. Taliban onu yakalayıp astı.
Halkta Taliban’a karşı başlayan sempati, ABD’nin dikkatinden kaçmadı.
Washington, Orta Asya’dan petrol ve gaz boru hatlarına ev sahipliği yapabilecek barışçıl bir ülke istiyordu. Kontrolü sağlayacak güç olarak Taliban göze çarpıyordu, ABD bu yapıyı desteklemeye başladı.
Birçok Afgan, düzenin geri dönüşü ve bir nebze güvenlik için minnettardı, ancak Taliban mezhepçiydi ve ülkeyi kontrol edemiyordu. Ve 1996’da Amerikalılar desteklerini geri çekti. Dahası Taliban’a karşı İslamofobinin yeni ve ölümcül bir versiyonunu seslendirmeye başladılar.
Neredeyse bir gecede, Afgan kadınları çaresiz ve ezilmiş olarak kabul edilirken, Afgan erkekleri yani Taliban, fanatik vahşiler, pedofiller ve sadistler olarak tasvir edildi. Taliban artık Amerikalıların hedefindeydi. Feministler ve diğerleri Afgan kadınlarının korunması için yaygara kopardı.

ÖLDÜREREK KURTARMA
11 Eylül tarihi dönüm noktası oldu. Saldırının beyni olarak Afganistan’daki el-Kaide örgütü hedef alındı ve 7 Ekim’de Amerikan bombalaması başladı. Medya bombardımanın insan katillerini, sadistleri ve tecavüzcüleri hedeflediğini söylese de dünya, bombalamanın ölçeği karşısında dehşete düştü. Kadınlar, çocuklar, kocalar, babalar kısaca büyük bir sivil nüfus ‘Afgan kadınlarını kurtarmak’ gerekçesiyle bombalanıyordu!
2008’de Obama’nın seçilmesiyle birlikte, İslamofobi korosu Amerikan liberalleri arasında hegemonik hâle geldi.  Demokratlar ve Obama’nın savaş şahini Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ı destekleyen feministler, Afganistan ve Irak’ın her ikisinin de petrol savaşı olduğu gerçeğini kabul edemediler. El-Kaide diye girilen ülkede ayrım yapılmaksızın herkes hedefteydi. Taliban bu defa kendini ABD karşısında buldu.
20 yıl süren savaş, ABD’yi ekonomik, sosyolojik ve siyasi olarak zorlamaya başladı. Feodal, acımasız ve ilkel oldukları seslendirilen Taliban ile ABD’li yetkililer son on dört yılda Katar’da sayısız görüşme yaptı. CIA’nın da katıldığı birçok görüşme sonrası mutabakat sağlandı ve Obama’nın seslendirdiği Trump’ın resmiyete döktüğü Afganistan’dan çekilme kararı Biden tarafından uygulanmaya başladı.

SANDALETLİLERİN ZAFERİ
Kâbil’in düşüşü, dünya çapında Amerikan gücü için kesin bir yenilgiye işaret ediyor. Ama aynı zamanda Amerikalılar arasında Amerikan imparatorluğundan derin bir uzaklaşmaya işaret ediyor veya bunu açıkça ortaya koyuyor.
Kanıtlardan biri de kamuoyu yoklamalarıdır. 2001’de, 11 Eylül’den hemen sonra, Amerikalıların %85 ila %90’ı Afganistan’ın işgalini onayladı. Rakamlar sürekli düşüyor. Geçen ay, Amerikalıların %62’si Biden’ın tamamen geri çekilme planını onayladı ve %29’u karşı çıktı.
103 yıl önce 1918’den bu yana, Amerika Birleşik Devletleri dünyanın en güçlü ulusu oldu. Rakip güçler var - önce Almanya ve Japonya, sonra Sovyetler Birliği ve şimdi Çin. Ama ABD baskın çıktı. O ‘Amerikan Yüzyılı’ artık sona eriyor.
Uzun vadeli sebep, Çin’in ekonomik yükselişi ve ABD’nin göreli ekonomik gerilemesidir. Ancak covid pandemisi ve Afgan yenilgisi son iki yılı bir dönüm noktası yapıyor.
Birleşik Devletler ezici bir çoğunlukla küresel olarak baskın askerî güçtür. O güç, sabrı ve cesaretinden başka hiçbir şeyi olmayan küçük bir ülkede sandalet giymiş yoksullar tarafından yenildi.
Taliban zaferi aynı zamanda Suriye, Yemen, Somali, Pakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Mali’deki birçok farklı İslamcıya da yürek verecek. Ancak bundan daha yaygın olarak doğru olacaktır.

43 YILLIK ÖZLEM
Önümüzdeki birkaç yıl içinde Afganistan’da ne olacağını kimse bilmiyor. Ancak kırk üç yıllık bir savaş yaşayan Afganların barışı özlediği kesin. En önemli üç şehir olan Kâbil, Kandahar ve Mezar-ı Şerif şiddet görmeden düştü. Bunun sebebi, sürekli dedikleri gibi, Taliban’ın barış içinde bir ülke istemesi ve intikam almamasıdır. Ama aynı zamanda, Taliban’ı desteklemeyenlerin, hatta Taliban’dan nefret edenlerin de savaşmamayı seçmesinden kaynaklanıyor.
Taliban liderleri barışı sağlamaları gerektiğinin açıkça farkındalar. Bunun için Taliban’ın adil adalet sağlamaya devam etmesi de önemlidir. Ekonomik çöküş de oldukça olasıdır. Afganistan, toprağın %5’inden daha azının ekilebildiği fakir ve kurak bir ülkedir. Son yirmi yılda şehirler aşırı derecede şişti. Bu büyüme, işgalden akan paraya ve daha az ölçüde büyüyen afyondan gelen paraya bağlı. Bir yerden çok önemli bir dış yardım olmadan, ekonomik çöküş tehdit edecek.
Taliban bunu bildiği için ABD’ye açıkça bir anlaşma teklif ediyor. Amerikalılar yardım edecek ve karşılığında Taliban, 11 Eylül gibi saldırılar düzenleyebilecek teröristlere bir yuva sağlamayacak. Hem Trump hem de Biden yönetimleri bu anlaşmayı kabul etti. Ancak ABD’nin bu sözünü tutacağı hiç de net değil. Önceki ABD yönetimleri, Irak, İran, Küba ve Vietnam’ı, uzun vadeli ve yıkıcı ekonomik yaptırımlarla karşı çıktıkları için cezalandırmıştı.
Taliban ayrıca zalimce yönetmeyeceklerine de söz verdi. Bunu söylemek yapmaktan daha kolay. Yolsuzluk ve suç yoluyla büyük servetler kazanmış ailelerle karşılaşınca durumun ne olacağı belirsiz.

LADİN’İN ANNESİ Şİİ
Taliban sadece bir Peştun hareketi olmaktan çıktı ve ulusal hâle gelerek birçok Tacik ve Özbek’i bünyesine kattı. Yapıya bazı Hazaralar da entegre ama çok değil.
Hazaralar, geleneksel olarak orta dağlarda yaşayan insanlar. Mazar ve Kâbil gibi şehirlerde yaşıyor ve Afgan nüfusunun yüzde 15’ini oluşturuyorlar. Hazaraların Şii olması ve hemen hemen tüm diğer Afganların Sünni olması ciddi bir sorun olarak görünüyor.
Hem Irak’ta hem de Suriye’de, tıpkı Şii milislerin her iki ülkede de Sünnileri katletmesi gibi, DEAŞ da Şiilere karşı katliamlar gerçekleştirdi.
Daha geleneksel el-Kaide ağaları, Şiilere saldırmaya şiddetle karşı çıktı ve Müslümanlar arasında dayanışmayı savundu. İnsanlar Usame bin Ladin’in annesinin bir Şii, aslında Suriye’den bir Nusayri olduğuna dikkat çekiyor. Bütünlüğü savunan DEAŞ’ın el-Kaide’den kopmasında bu anlayış olduğu iddia ediliyor.
Afganistan’da Taliban da hem kadınların sömürülmesi hem de yıllardır Şiilere, Hıristiyanlara ve Sihlere yönelik tüm terör saldırılarını alenen kınamakta tutarlı olmuştur.
DEAŞ’ın fikirlerinin Pakistan Talibanı üzerinde özel bir etkisi olduğu biliniyor. Afganlar tarafından kontrol edilmeyen daha gevşek bir yapı olan Pakistan Talibanı Şiilere ve Hıristiyanlara defalarca bombalı saldırılar düzenledi. Kâbil’de Hazaralara ve Sihlere yönelik son ırkçı terör saldırılarını gerçekleştirenler ise DEAŞ ve Hakkani denilen grup. Ki Taliban liderliği tüm bu saldırıları kınadı.
Ama durum değişken. Afganistan’daki DEAŞ büyük ölçüde doğudaki Ningrahar eyaletinde bulunan Taliban’dan ayrılan bir azınlık. Şiddetle Şii düşmanı olan bu ve kendilerine Horasan grubu adı veren bu yapının Kâbil Havaalanına düzenlediği ve yüzden fazla insanın hayatını kaybettiği saldırıları tekrarlaması an meselesi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.