Mes'ûd olmanın sırrı...

A -
A +

Dünyadaki bütün insânlar mes'ûd olmak ister. Fakat, mes'ûd olan, pek azdır. Çünkü, saâdetin neden ibâret olduğu bilinmiyor. Saadet, yalnız dünya saadetinden ibâret değildir. Aksine, asıl saadet âhıret saadetini elde etmektir. Âhiret saadeti için Allahü teâlânın kanûnlarına ve emirlerine yani Kur'ân-ı kerîme ve Peygamber efendimizin sözlerine itâat etmek lâzımdır. Allahü teâlânın emirleri arasında: Öldükten sonra tekrar dirilmek, yani âhırete inanmak da vardır. Cenâb-ı Hak âhıretin nihâyetsiz olduğunu, ebedî olduğunu bize bildiriyor. Dünya hayâtı ise, sayılı günlerden ibârettir. O hâlde, saadet iki başlı demektir: 1-Ahıret saadeti. 2-Dünya saadeti. Bu iki saadetten hangisi önemlidir? Bunu akıl ve iz'ân sâhibi insanlar kolaylıkla anlıyabilir. Aklımız ve iz'ânımız âhıret hayâtının, dünyâ hayâtı ile mukâyese edilemiyecek kadar önemli olduğunu bize gösterir. Âhıret saadetine dâir Hakkın kitâbı, Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimizin sözleri ve din âlimlerinin binlerce kitabı vardır. Fakat, bugün artık bunları okuyan, bunları söyleyen, söyleyenleri ve yazanları dinleyen az insan kalmıştır. Çok ehemmiyetli olan âhıret saadeti âdetâ unutulmuş, sanki böyle birşey yokmuş gibi bir gaflet içinde bulunmaktayız. Bu ise, felâketin en tehlikelisi ve âkıbetlerin en korkuncudur. Peygamber efendimiz: (Mes'ûd o kimsedir ki, dünya onu terk etmezden önce, o dünyayı terk etmiştir) buyurmaktadır. Mutsuz tüccar... Vaktiyle bir türlü mes'ud olamayan tüccarın biri, mutlu olmanın sırrını öğrenmesi için, oğlunu, insanların en bilgili olan birinin yanına göndermiş. Delikanlı günlerce yol yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan aradığı kimsenin evine varmış. Delikanlı, girdiği evde, hummalı bir manzara ile karşılaşmış. Tüccarların biri girip, diğeri çıkıyormuş. Evin sahibi sırayla içerideki insanlarla konuşuyormuş. Delikanlı, sıranın kendisine gelmesini beklemiş ve huzura alınınca, babasının arzusunu anlatmış. Hikmet ehli zat: -Mutluluğun sırrını açıklayacak zamanım yok demiş delikanlıya. Sonra da demiş ki: -Git, çevreyi dolaş! İki saat sonra da benim yanıma gel! Hemen arkasından ilâve etmiş: -Ama, senden bir ricada bulunacağım! diyerek delikanlının eline bir kaşık vermiş, içine de iki damla yağ koydurmuş. Arkasından tenbih etmiş: -Etrafı dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin! Delikanlı dışarı çıkıp etrafı dolaşmaya, verilen süreyi doldurmaya başlamış. Fakat gözü hep kaşıktaymış. İki saat dolar dolmaz, hemen çıkmış o kimsenin huzuruna. Hikmet ehli kimse, -Güzel, demiş. Sonra gence sormuş: -Bahçıvanbaşının, on yıllık bir çalışma sonunda meydana getirdiği eşsiz güzellikteki bahçeyi, çiçekleri, emsâlsiz lezzetteki meyveleri gördün mü? Utanan delikanlı hiçbirşey göremediğini îtiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü kendisine verilen iki damla yağı dökmemek için hiçbir tarafa bakamamış. Ev sahibi demiş ki: -Öyleyse git, etraftaki güzelliklere bakarak, bahçeyi tekrar dolaş! Delikanlı kaşığı alıp, tekrar dışarı çıkarak gezmeye başlamış. Bu sefer bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat eserlerinin zarâfetini görmüş. Hikmet ehli zatın yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. Ev sahibi sormuş: -Peki sana emânet ettiğim iki damla yağ nerede? Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bunun üzerine, ev sahibi, demiş ki: -Sana verebileceğim tek bir nasîhat var: Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün hârikalarını görerek, Allahü teâlânın büyüklüğünü idrak etmektir; ama kaşıktaki iki damla yağı da unutmadan. Sonra iki damla yağı yorumlamış: -Bu iki damla yağdan, birinci damla, sağlığımız. Eğer kendimize bakmazsak, sağlığımız yerinde olmazsa, başka şeyleri görmemiz zaten mümkün değildir. Acılar içinde kıvranan kimse, dünyanın en güzel manzaralı yerinde olsa bile gözü bir şey görmez. Kuş tüyünden yatakta yatsa, bu yatak iğneli yatak gibi gelir ona. İkinci damla da dostluklar, yâni bizi ayakta tutan varlığımızın, var olmamızın hikmetini hatırlatan hakîkî dostlar. Dostları olmayan kimse için dünyanın zindandan farkı yoktur. Sevmek, sevilmek ve acımak... Sevmek ve sevilmek, insanı hayata bağlayan, bütün sıkıntıları unutturan en güzel ilâçtır. Sevmekten sonra da acımak gelir. Seven ve acıyan, herkese, her şeye iyilikle bakar. Kötülük düşünmez. İyileri iyi oldukları için sever. Kötülere ise kötü oldukları için acır. Onların da iyi olmaları, hidâyete kavuşmaları için çırpınır. Bu iki şeyin hakîkatına varan, gerçek mutluluğa kavuşur. Bunun için, artık hiçbir sıkıntı, dert olmaz. Bu mutluluğun verdiği haz, bütün sıkıntıları örter. Peygamber efendimiz de, İslamiyetin hülasası ve saadetin sırrını: (Allahü teâlâyı, emirlerini büyük bilmek, bunlara saygılı olmak ve yarattıklarına acımak, merhamet etmek) olarak buyurmuşlardır. Hikmet ehli de diyor ki: Yüzüğünde ne yazılıydı, bilsen Süleymân'ın: Sakın aldanma, yoktur vefâsı dünyânın! Mes'ûd, o kimsedir ki, bütün kazandığını, Yiye!.. Bırakıp, sevindirmeye düşmânın.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.