Her şey söz dinleyene verilir

A -
A +

İnsan, kendi noksan aklı ile, mutlak yaratıcıyı anlıyamıyacağından, merhametlilerin en merhametlisi olan Allahü teâlâ, her asırda, her kavme Peygamberler göndermiştir. Böylece, işin hakîkatini, doğrusunu insanlara öğretmiştir. Sa'îdlerden olanlar, îmân ederek kurtuldular, dünyâ ve âhiret saâdetine kavuştular. Bedbaht olanlar ise, itirâz ve inkâr ederek, hüzün ve hüsrânda kaldılar. Her şey söz dinleyene verilir, her şey bu her şeyin içinde vardır. İtirâz eden, söz dinlemiyen, kendi nefsine tâbi olur. Nefsine tâbi olan da, helâk olur. Çünkü nefs, yaratılış icâbı, inkâr, isyân ve itirâz edecek şekilde yaratılmıştır. Ebu Cehil, nefsine tâbi oldu, Peygamber efendimize itirâz ederek peki diyemedi ve kaybetti. Hazret-i Ömer ise, peki dedi ve aziz oldu. Halid bin Velid hazretleri de, peki demek suretiyle, Seyfullah ismini almakla şereflendi. Tarih boyunca, itirâz edenler hep kaybetmiştir. Kendilerini ve kendilerine tabi olanları da felakete sürüklemişlerdir. İnsanların huzurunu bozan fitnelere sebep olmuşlardır. Meşhur tefsîr âlimi olan Fahreddîn-i Râzî hazretleri; "Biliniz ki ben, ilim âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için pekçok şey öğrendim. Vallahi kelâm, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün itikâtları, filozofların görüşlerini çok tedkîk ettim. Ancak Kur'ân-ı kerîmde bulduğumu hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur'ân-ı kerîm, Allahü teâlanın yüce kudretini ve azametini teslîm ve kabûl etmeye teşvîk ediyor, îtirâz ve karşı çıkmaktan, derin mücâdele ve münâzaradan men ediyor. Çünkü beşer aklı, derin ve anlaşılması zor meseleler arasında boğulup gitmektedir. Bu sebeple dînimizin bildirdiklerini aynen kabûl edip, üzerinde konuşmamak en sâlim yoldur" buyurmaktadır. İtirâz eden sevimsiz olur! İtirâz eden, söz dinlemeyen kimse, sevimsiz olur. Hiçbir yerde itibarı olmaz, hürmet görmez. Zaten dinimiz, bu halin kötü bir huy olduğunu, tedâvi edilmesi lazım geldiğini bildirmektedir. Yûsuf bin Esbât hazretleri; "Güzel ahlâkın alâmetleri; arkadaşının söylediğine itiraz etmeyip, kabûl etmek. Kendine ve herkese ve hattâ her mahlûka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin ayıbını araştırmamak. Başkasında bir kusur görünce, istemiyerek yapmıştır diyerek iyiye yormak. Kendisinden özür dileyenlerin özürlerini kabûl etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır ve tahammül etmek. Başkalarının kusurlarını araştırmak yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye çalışmak. Büyük-küçük herkese karşı edebli, tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır" buyurmaktadır. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri de; "Fakirlik, kimseden bir şey istememek ve kimseye îtirâz etmemektir" buyurmuştur. Ebû Ali Dekkâk hazretleri ise; "Sabrın târifi ve sınırı, takdire îtirâz etmemektir. Rızâ ise, gelen musîbetler karşısında kayıtsız kalmak, vurdumduymaz olmak demek değildir. Rızâ; Allahü teâlânın hükmüne, takdirine îtirâz etmeyip, boyun eğmektir" buyurmaktadır. Anadolu'da yetişen, gönül ehlinden Ali Hâfız Efendi de, telebelerine ve sevenlerine hep; "Peki deyin, îtirâzcı olmayın" buyururdu. Allahü teâlâ, kullarına, çeşitli zamanlarda, çeşitli fırsatlar ihsan etmektedir. İnsanın eline böyle fırsat, böyle devlet birkaç kere geçer. Bu fırsatların kıymetini iyi bilmeli, iyi değerlendirmelidir. İslâm âlimlerinden Muhammed Bekrî hazretleri, sevenlerine nasihat olarak buyuruyor ki: "Darıldığın bir şeyden dolayı canın sıkıldığı zaman feryâd etme. İşini Allahü teâlâya teslim et. Bu niçin böyle oldu diye Hakk'a îtirâz etme. Çünkü Hakk'a îtirâz eden pişmân olur. Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olan kimse, pek yüksek ve şerefli derecelere kavuşur." Saâdetten mahrum kalanlar! Ahmed bin Harb hazretleri bir gün tevekküle teşvik ve alıştırmak için çocuklarından birine; -Yavrum! Bir şeye ihtiyâcın olursa, şu köşede bir delik var. Oraya git. Orada Allahü teâlâya; yâ Rabbî! İhtiyâcım olan falan şeyi bana ihsân et, diye duâ et buyurdu. Çocuk; -Peki efendim. Bundan sonra bildirdiğiniz gibi yapacağım dedi. Ahmed bin Harb hazretleri evdekilere de; -Bunun isteğini, kendisi görmeden şu deliğe koyuverin diye tenbih etti. Bu hâl bir müddet böyle devâm etti. Çocuk arzu ettiği şeyleri bu delikten alıyordu. Bir gün evde kimse yok iken, çocuk âdeti üzere, deliğin yanına gidip yemek istedi. Allahü teâlânın izniyle o delikten yemeği alıp yerken ev halkı eve gelip durumu görünce, bu yemeği nereden aldığını sordular. Çocuk; -Her zamanki aldığım yerden dedi. Bunun üzerine Ahmed bin Harb hazretleri, çocukta hakîkî tevekkülün teşekkül ettiğini anladı. Allahü teâlâya ve O'nun Resûlüne itirâz edenler, ebedi saadetten mahrum kaldıkları gibi, Peygamber efendimizin vârisi olan hakiki İslâm âlimlerine itirâz edenler de, bu saâdetten mahrum kalırlar. Bunun için bir kimsenin, nerede peki ve nerede hayır diyeceğini iyi bilmesi lâzımdır. Kısacası, Abdülazîz Bekkine hazretlerinin buyurdukları gibi: "Peki, demesini öğrenmek lâzımdır."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.