Nimetler ne zaman artar...

A -
A +

Nimet, insana fâideli olan, tatlı gelen şey demektir. İnsanların, sıhhatli, sağlam, rahat, neşeli yaşamalarına ve âhırette sonsuz saâdete kavuşmalarına sebep olan fâideli şeylere nimet denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, kullarına lâzım olan bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl istifâde edileceğini, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir. Müslümân olsun veya olmasın, herhangi bir insan, bu kitaplara uygun yaşarsa, dünyâda rahat ve huzûr içinde olur. Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, Resûller ve Nebîler göndererek, saâdet-i ebediyye yolunu göstermesidir. Nimetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. Müslümanlık nimetlerinin ortadan kalkmasına sebep, bunların kıymetinin bilinmemesidir. Elimizden alan Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, iyi işleri sevdiği kullarına, kötü işleri düşmanlarına yaptırır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde İbrâhîm sûresinin 7. âyetinde meâlen; (Ni'metlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim) buyuruyor. Hadis-i şerifte de; (Allahü teâlâ, bazı kullarına dünyâda çok nimet vermiştir. Bunları, kullarına fâideli olmak için yaratmıştır. Bu nimetleri Allahü teâlânın kullarına dağıtırlarsa, nimetleri azalmaz. Bu nimetleri Allahın kullarına ulaştırmazlarsa, Allah nimetlerini bunlardan alır. Başkalarına verir) buyurulmaktadır. Muhyiddîn ibni Arabî hazretleri de; "Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfrân-ı nimet etmiş olur" buyurmaktadır. İyiliğe ve nimete şükür gerekir Her nimet için de böyledir. Şükür etmek, o nimeti izin verildiği ve emredildiği yerde kullanmak demektir. Dil ile elhamdülillah veya çok şükür demek şükür etmek olmaz. Buna "hamd" denir. Hamd dil ile, şükür beden ile yapılır. Göz nimetine şükretmek için Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz. İman nimetine şükretmek için de, onu Allahü teâlânın diğer kullarına ulaştırmak gerekir. Ama doğru imanı, yani ehl-i sünnet itikadını... Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya, ihlâs ile itâat ve ibâdet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günâh işlemekten hâsıl olur. Herkese derd ve belâ, günâh yolundan gelir. Rahat ve huzûr da, itâat yolundan gelmektedir. Kavuştuğumuz her nimet, hep Hakka îmânın hâsıl ettiği kardeşliğin netîcesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsânıdır. Gördüğümüz her musîbet ve felâket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın netîcesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık îcâbıdır. İyilik edenlere hürmet edilir. Nimet sâhipleri, büyük bilinir. O hâlde, her nimetin hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık îcâbıdır. Aklın lüzûm gösterdiği bir vazîfe, bir borçtur. İyilik edene teşekkür lâzım olduğunu akıl da, İslâmiyyet de göstermektedir. Şükrün derecesi, gelen nimetlerin miktârına bağlıdır. Nimet, ne kadar çok ise, şükretmek lüzûmu da çok olur. Unutmamak lazımdır ki, her nimet, külfet mukâbilidir. Hadîs-i şerîfte; (Allahü teâlânın bir nimet vermesini ve bunun devâmlı olmasını isteyen, 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billah'ı çok okusun!) buyuruldu. Bir gün Resûlullah efendimizden 'duâların efdali hangisidir?' diye sorulunca; (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. İmândan sonra, âfiyetten daha büyük nimet yoktur) buyurdu. Müslümanlar, Allahü teâlâya tevekkül eder. Tevekkül, çalışmadan yatıp beklemek değildir. Tevekkül, çalışıp sebebine yapışıp, o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir. Çalışmadan bana ver yarabbi denmez. Namaz kılmadan, yarabbi günahlarımı affet demeye benzer. Çalışmayıp herkese muhtaç kalanların, dini ve aklı noksan olur. İhtiyârlık herkese nasîb olmaz İyi sebebe yapışan iyi netice alır. Çalışırken netice alamazsak, kabahati kendimizde aramalıyız. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Biz kuluz. Sâhibimizin emrindeyiz. Başı boş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sâhibi olalım! Kıyâmet günü utanmaktan, pişmân olmaktan başka, ele birşey geçmez. Gençlik çağı, kazanc zamânıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. İhtiyârlık herkese nasîb olmaz. Nasîb olsa da, rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, hâlsizlik zamânında, yarar iş yapılamaz. Bugün, her vaziyet elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük nimet iken, geçim derdi olmayıp fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özür ile, hangi sebeple, bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz; (Yarın yaparım diyen helâk oldu, ziyân etti) buyurdu. Eğer dünyâ işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep âhıret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.