Kalb hastalığının ilâcı

A -
A +

Hastalıklar, maddi ve manevi olarak ikiye ayrılmaktadır. Bedenin hastalanması, maddi hastalıklardandır. Kalbin hastalanması ise manevi hastalıklardandır ve diğerinden çok daha önemlidir. Çünkü kalbin hastalığı, Allahü tealayı inkar, küfür ve günahlardır. Bu ise, insanı sonsuz felakete götürür. İslam alimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu konu ile alâkalı olarak buyuruyor ki: "Önce hastayı iyi etmeyi düşünmek lâzımdır. Bundan sonra, uygun gıdâ vererek, eski kuvvetli hâline kavuşturulması düşünülür. Bunun gibi, (Kalblerinde hastalık vardır) meâlindeki âyet-i kerîmede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibâdeti ve tâati fayda vermez, belki zarar verir. (Çok Kur'ân-ı kerîm okuyanlar vardır ki, Kur'ân-ı kerîm bunlara la'net eder) hadîs-i şerîfi meşhûrdur. (Çok oruc tutanlar vardır ki, onun orucdan kazancı, yalnız açlık ve susuzluktur) hadîs-i şerîfi de sahîhdir. Kalb mütehassısları... Kalb hastalıklarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emir buyururlar. Kalbin hastalığı, Hak teâlâdan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. Belki, kendisine bağlanmasıdır. Çünkü herkes, her şeyi kendisi için ister. Çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. Malı, mevkiyi, rütbeyi hep kendisi için ister. Onun mabûdu, tapındığı şey, kendi nefsidir. Nefsinin istekleri arkasında koşmaktadır. Kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması çok güç olur." Kalb hastalığının ilâcı, İslâmiyyete uymak ve Allahü teâlâyı çok zikretmek, yanî ismini ve sıfatlarını hâtırlamak, kalbe yerleştirmektir. Din büyüklerinin sohbeti veyâ kitaplarını okumak, bu tedâvîyi kolaylaştırır. Böyle sohbet veya kitaplara kavuşmak, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmağa sebeptir. Saîd bin Cübeyr hazretleri buyuruyor ki: "Muhammed sûresinin 20. âyetinin, (Kalblerinde hastalık olanları gördün) meâli, münâfıkları açıkça göstermektedir. Çünkü, üç türlü kalb vardır: Biri, müminin kalbidir. Temiz ve sevgi ile Allahü teâlâya bağlıdır. İkincisi kâsî ve ölü kalbdir. Kimseye acımaz... Üçüncüsü, hasta olan gönüldür. Hastalık, münâfıklık hastalığıdır. Allahü teâlâ, bu üç kalbi de, Hac sûresinin ellibirinci âyetinde bildiriyor. Bu üçten, ikisi azâbtadır. Biri, kurtulucudur. Müminin kalbi selîmdir. Allahü teâlâ, kalb-i selîmi medh ve senâ buyuruyor. Şü'arâ sûresinin 88. âyetinde meâlen, (O gün, mal ve çocuklar fayda vermez. Yalnız, kalb-i selîm ile gelen faydalanır) buyuruldu." İmâm-ı Rabbânî hazretleri; Hastalık tedâvî edilmedikçe "Tasavvuf yolunda ilerlemekten maksad, nefsi ve kalbi hastalıklardan kurtarmaktır. Bekara sûresinde, (Kalblerinde hastalık vardır) meâlindeki âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedâvî edilmedikçe, hakîkî îmân ele geçmez. Bu âfetler varken, akıl yolu ile kalbde hâsıl olan îmân, îmânın sûretidir. Çünkü nefs, bu îmânın tersini istemekte, küfründe inâd ve isrâr etmektedir. Îmânın hakîkati, nefsin tezkiyesinden ve kalbin itmînânından sonra kalbde hâsıl olur" buyurmaktadır. Peygamber efendimiz zamanında bu kalb hastalığının tedavisi, Resûlullah efendimizin sohbeti ile oluyordu. Başkaca bir riyâzete, sıkıntıya lüzûm kalmıyordu. Eshâb-ı kirâmın hepsi, o sohbetin bereketi ile Resûlullah efendimizin mübârek kalbinden feyz alıyorlardı. Ve böylece tasavvufun en yüksek derecelerine kavuştular... Zikir , her işte Allahü teâlâyı hatırlamak, kendini gafletten kurtarmak, Gaflet de, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Zikir, yalnız Kelime-i tevhîdi söylemek ve tekrâr tekrâr Allah demek değildir. Her ne şekilde olursa olsun, kendini gafletten kurtarmak, zikir olur. İslâmiyyetin emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak, hep zikirdir. İslâmiyyetin emirlerini gözeterek yapılan alışveriş zikirdir. Dine uygun olarak yapılan nikâh, talâk zikir olur. Çünkü, bunları yaparken, emirlerin, yasakların sâhibi hep hâtırlanmaktadır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde Ra'd sûresi 30. âyetinde meâlen: (İyi biliniz ki, kalpler, Allahü teâlânın zikri ile itminâna, râhata kavuşur) buyurmaktadır. Peygamber efendimiz de; (Allah'ı sevmenin alâmeti, O'nu zikretmeyi sevmektir) buyurmuşlardır. Tefsîr-i azîzî sâhibi, Dehr sûresini açıklarken buyuruyor ki; "Zikretmek, Allahtan başka şeylerin sevgisini, onlara düşkün olmağı kalbden çıkarmak içindir. Kalbin mahlûklara bağlılığını yok etmek için en iyi ilâcın zikir olduğu tecrübelerle anlaşılmıştır. Hadîs-i şerîfde; (Zikrederek, kalblerinin yükünü hafîfletenlerin yolunda olunuz!) buyuruldu. Bunun için, 'Allaha, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünyâ zevklerine düşkün olmaktan kurtarmak lâzımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikirden dahâ faydalı bir ilâç yoktur' demişlerdir." Nîmetlerin en iyisi... Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr hazretleri de: "Zikir, Allahü teâlâyı anıp, hatırlamak, O'ndan başkasını unutmaktır" buyurmuştur. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri ise: "Nîmetlerin en iyisi, çalışarak kazanılanıdır. Arkadaşların en iyisi, Allahü teâlâyı hatırlatandır. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandır" buyurmaktadır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.