Hak söze evet diyebilmek...

A -
A +

Nefse en ağır gelen ve onu en fazla tahrip eden şey, başkasından gelen hak söze evet diyebilmesi, o hak sözü kabul etmesidir. Nefse en hoş gelen şey de, mümin kardeşinin gıybetini yapmaktır. Nefs, bundan haz duyar. Nefs, gıybet için, sabahlara kadar değil kırk sene oturtur adamı uyku bile getirtmez. Gıybet etmek, nefse öyle zevk verir ki, mümin kardeşini kötülemek, ondan bahsetmek ve onu alt etmek için, uykuyu bile feda eder. Böyle durumda ruh, mahvolur, perişan olur. Bunun için din büyükleri, gıybet konusunda çok titiz davranmışlar ve asla bu konuda müsamaha etmemişlerdir. Kalbe, ruha lezzet veren şeyler, nefse sıkıntı verir. Ruhun lezzeti ile nefsin lezzeti, birbirinin zıttıdır. Birinin zevk duyduğundan öteki elem, sıkıntı duyar. Her insanın, kendine merhamet etmesi, aklından gaflet perdesini kaldırması, bâtılın bâtıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalışması ve Hakkın hak olduğunu görerek, ona tâbi olması lazımdır. Zira insanın, bu konuda vereceği karar, çok büyük ve çok mühimdir. Vakit ise, çok azdır. Dünyaya gelen her insan, muhakkak ölecektir. Bunun için insan, öleceği vakti düşünmesi ve öldükten sonra başına geleceklere hâzırlanması lazımdır. Bir kimse, Hakka tâbi olmadıkça, ebedî azâbdan kurtulamaz. Son pişmânlık ise, fayda vermez. Ayrıca son nefeste Hakkı tasdîk etmek de, kabûl olmaz. En faydalı korku!.. Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri, kendisinden nasihat isteyenlere hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey kardeşlerim! En faydalı korku, insanı günahlardan, Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden alıkoyan, âhiret işlerinin elden çıkması ile üzüntüye sevkeden; kalan ömrü ve son nefesindeki durumu hakkında düşünmeye sevkeden korkudur. En faydalı ümit, sâlih amel yapmayı kolaylaştırandır. Hak olan iş, insanlara adâletle muâmele, insanın kendisi için istemediğini başkaları için de istememesi, kendisinden aşağıda olanın hak olan sözünü kabûl etmesidir. En faydalı doğru söz, Allahü teâlânın rızâsı için nefsinin ayıplarını kabûl ve tasdik etmektir. En faydalı ihlâs, riyâdan ve gösterişten kurtulmaktır. En faydalı hayâ, hoşuna giden bir şeyi Allahü teâlâdan isteyip, sonra da O'nun rızâsına uygun olmayan işi yapmamaktır. En faydalı şükür, yapılan günahları Allahü teâlânın setredip, gizleyip hiçbir kuluna bildirmediğini bilmektir." Doğru sözü, itiraz etmeden kabul edebilmek, herkese nasip olmaz. Çünkü Hakkı kabul etmek, nefse ağır gelmektedir. Peygamber efendimizden beş asır sonra yaşayan İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kendi zamanında yaşayan insanlar için; "Bu zaman, benim sözlerimi kaldıramaz. Bu zamanda bir hak söz söyleyenin, kapı ve duvar bile aleyhine geçer" buyurmuştur. Gerçekten de, o asırda İslâm dünyasını saran bidat, sapık görüşler ve felsefi düşünceler sebebiyle insanlar, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin naklettiği doğru sözleri kabul etmedikleri gibi, Ona düşman olmuşlardı. Peygamber efendimizden üç asır sonra yaşayan Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri de: "Ben öyle bir zamâna yetiştim ki, o vakit İslâm, başlangıcındaki gibi garip oldu. Hak söz de garip oldu" buyurmuştur. Hak sözü kabul etmek zor olduğu gibi, doğru sözü söylemek de herkese nasip olmaz. Doğru olan, hak olan sözler nefislere ağır geldiği için, hak sözü söyleyenlere karşı, insanların nefisleri itiraz eder. Hatta itirazdan da ileri giderek, elleri ve dilleri ile, doğru söyleyen kimseye eziyet ederler, sıkıntı verirler. Bunun için bütün Peygamberler sıkıntı çekmişler, eziyet görmüşlerdir. Peygamberlerin varisleri de, aynı itirazlara maruz kalmışlar ve eziyet, sıkıntı çekmişlerdir. Ancak doğruluktan hiçbir zaman ayrılmamışlar ve kazanmışlardır. Çünkü doğrunun yardımcısı, Allahü teâlâdır. Câfer-i Sâdık hazretleri, oğlu Mûsâ Kâzım hazretlerine hitaben: "Ey oğlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre eder danışır, fikrini alır" buyurmuştur. "Sana ne oldu?" Ebû Abdullah el-Kureşî hazretlerinin annesinden kendisine bir ev mîrâs kalmıştı. Bu evi elli altına sattı. Altınları bir keseye koyup beline bağladı ve hacca gitmek üzere yola çıktı. Yolda eşkıyâ yolunu kesip; - Neyin var? dedi. - Elli altınım var, buyurdu. Eşkıyâ; - Altınları ver! deyince; çıkarıp verdi. Eşkıyâ altınları eline alıp bir müddet düşünceye daldı. Sonra geri verip, devesini çöktürdü ve; - Buyurunuz efendim, deveme bininiz! dedi. Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri hayret edip; - Sana ne oldu? buyurdu. O kimse; - Siz, bu altınların bulunduğunu inkâr etmeyip doğruyu söylediğiniz için kalbimde size karşı muhabbet hâsıl oldu. Ben şimdiye kadar yaptıklarıma pişman olup tövbe ettim. Sizinle berâber gelmek istiyorum, dedi. Berâberce hacca gittiler. O kimse, hazret-i Ebû Abdullah ile olan bu berâberliği ve sohbetinde bir müddet bulunmasıyla Allahü teâlânın velî kullarından oldu. İmam-ı Ebû Yûsuf hazretleri, Hârûn Reşîd hazretlerine yazdığı bir mektupta: "Doğruluktan ayrılma, yoksa idâre ettiğin kimseler de doğruluktan ayrılır" buyurmuştur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.