İstediğini değil, istenileni yapmak...

A -
A +

İnsan, hâlık değil mahluktur, yaratan değil yaratılandır. Her istediğini yapmak hakkına sahip değildir çünkü kuldur. Kulun, her istediğini yapmaya kalkması, kulluk değil, Ulûhiyyete yani İlâh olmaya kalkışması demektir. Halbuki Allahü teâlâ, rubûbiyyetini yani yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü, kullara bırakmaktan münezzehdir. Kulun vazifesi, emredileni, izin verilenleri yapmaktır. Kendi istediğini değil, Sahibinin yani Yaratanının istediklerini yapmakla vazifeledir. Nefs, kibirli ve kötülükler deposu olarak yaratıldığı için, emir altına girmek istemez. Kendi isteklerini, arzularını yapmak ister. Bunun için Câsiye sûresinin 23. âyetinde meâlen: (Nefsinin arzûlarını ilâh edinen kimseyi gördün mü?) buyurulmaktadır. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri; "Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun" buyurmuştur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "İnsanların nefs-i emmâresi mevki almak, başa geçmek sevdâsındadır. Onun bütün arzûsu, şef olmak, herkesin, kendisine boyun bükmesidir. Kendinin kimseye muhtâç olmasını, başkasının emri altına girmesini istemez. Nefsin bu arzûları, ilah olmak, mabûd olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demektir. Allahü teâlâya ortak olmayı istemektir. Hattâ nefs, o kadar alçaktır ki, ortaklığa râzı olmayıp, âmir, hâkim, yalnız kendi olsun, her şey, yalnız onun emri ile olsun ister. Hadîs-i kudsîde, Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Nefsine düşmanlık et! Çünkü nefsin, benim düşmanımdır.) Nefsi kötülüklerden temizlemek Nefsin istediklerini değil, istemediklerini yaparak nefsi kötülüklerden temizlemek lazımdır. Aksi halde insan, nefsinin kulu, kölesi olur. Ebû Ali Dekkâk hazretleri, nasîhat isteyen birisine; "Sen kimin esiri ve mülküysen onun kulusun. Eğer nefsinin esiri ve mülkü isen nefsinin kulusun. Eğer dünyânın esiriysen, dünyânın kulusun ve kölesisin" buyurmuştur. Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri, sohbetlerinde nefsi şöyle târif ederdi: "Nefs, durgun bir suya benzer. Dıştan bakılınca temiz gibidir. Ama biraz tahrik edilip dalgalandırılınca dibinde saklı pek çok mikrobun olduğu görülür. Nefsin durumunu anlamak için onu imtihan etmelidir. Hem de mihnetle, meşakkatle ve boş arzularına muhâlefet ederek imtihan etmelidir. Herkes nefsine bakmalı, mihnet ve meşakkat ânında ne gibi bir şekil alıyor. Yersiz ve boş arzularını yenebilmek için direnmesini biliyor mu? Görmeli ve bilmelidir." Aziz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin kimyâ ilmindeki mahâretini bilen birisi, bir gün bu zâtın huzûruna çıkarak, kimyâ ilmini öğrenmek istediğini arzeder. Hiç kimseyi reddetmek âdeti olmadığı için, talebenin bu arzusunu kırmaz ve altında istirahat etmekte olduğu asma ağacından bir yaprak koparır. Yaprağın üzerine bâzı duâlar okuduktan sonra, talebenin hayret dolu bakışları arasında yaprağın altın olduğu görülür. Talebe fazla ısrar edince bu hâli üç defâ tekrâr eder. Talebenin maksadı, tekrârlar esnâsında duâyı öğrenmektir. Öğrendiğine kanâat getirince; "Bu iş çok basitmiş, ben de yapabilirim" diyerek asmadan bir yaprak alır ve üzerine öğrendiklerini okur. Fakat asma yaprağı bir türlü altın olmaz. Sonra; "Efendim! Ben de sizin okuduklarınızın aynısını okuduğum hâlde yaprak altın olmadı. Sebebi nedir acabâ?" diye sorar. Azîz Mahmûd Hüdâî hazretleri cevaben; "Evlâdım! Kimyâyı öğrenebilmek için, önce nefsi terbiye etmek icâbeder. Nefsi kimyâ etmeden, bu hallere bu mârifete kavuşulamaz" buyurur. Ebû Bekr Vâsıtî hazretleri sohbetlerinde; "Yüzünü nefsine döndüren, sırtını dîne döndürmüş olur. Yüzünü dîne döndüren sırtını nefsine döndürmüş olur. Nefsinin istediği işlere değil, nefse aykırı olan işlere gönül ver" buyururdu. "Ne emrederseniz yaparım" Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine bir gün bir kimse gelip; "Efendim! Ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutup, geceleri namaz kılıyorum. Ama, kendimde hiçbir ilerleme göremiyorum. Halbuki îtikâdım da düzgündür" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Sen bu hâlde üç yüz sene daha devâm etsen bir şeye kavuşamazsın. Çünkü nefs engelin var" buyurdu. O kimse; "Efendim! Bunun bir çâresi yok mu?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri: "Var ama sen kabûl etmezsin" buyurdu. O kimse ısrâr edip; "Aman efendim, lütfen bildiriniz. Ne emrederseniz yaparım" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri buyurdu ki: "Öyle ise şimdi evine git. Bu kıymetli elbiseleri çıkarıp, eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asıp içine ceviz doldur. Seni en iyi tanıyanların bulundukları sokağa git. Çocukları başına topla, "Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum" de. O kimse bunları duyunca; "Sübhânallah, ben bunları yapamam. Bana başka bir şey emretseniz" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Senin ilâcın ancak budur ve biz de baştan; "Sen bunları kabûl etmezsin!" diye söylemiştik. Yolumuzun esâsı, nefsi terbiye etmektir" buyurdu. Ebû Bekr Verrâk hazretleri de; "Uzuvlarını nefsinin istekleriyle tatmin ederek memnun eden, kalbine pişmanlık ağacı dikmiş demektir" buyurmuştur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.