"Gülme komşuna, gelir başına!"

A -
A +

Başkasına gelen belâya, sıkıntıya, derde, zarara sevinmeye, Şemâtet denir ki, kötü huylardandır. Hadîs-i şerîfte; (Din kardeşinize şemâtet etmeyiniz! Şemâtet ederseniz, Allahü teâlâ belâyı ondan alır size verir) buyurulmuştur. Zâlimin zulmünden, şerrinden kurtulmak için, onun ölümüne sevinmek, caiz ise de, bunun başına gelen ölümden başka belâlara sevinmek, caiz değildir. Hele belâların gelmesine, yaptığı duaların sebeb olduğunu düşünerek sevinmek, dahâ kötüdür. Bu hâl, insanın ucb denen kendini beğenme kötü huyuna yakalanmasına sebep olur. Bir zâlime gelen belâ, o zâlimin başkalarına zulmetmesine mâni oluyorsa, zâlime gelen bu belâya sevinmek, caizdir ve günâh olmaz. Hatta din gayreti olur. Bütün bunlara rağmen, zâlime de belâ gelmesine sevinmek, yine iyi değildir. Fakat, başkalarına zulmetmesine mâni olduğu için ve diğer zâlimlerin de ibret almaları için, câiz olmaktadır. "Bu nasıl Müslümanlık" Sırrı Sekati hazretleri bir gün sohbeti anında talebelerine; "Otuz yıl önce dediğim bir elhamdülillah yüzünden, 30 yıldır tövbe istiğfar ediyorum" deyince, talebeleri hayret edip; "Efendim bu nasıl olur?" diye sorarlar. Bunun üzerine başından geçen hâdiseyi şöyle anlatır: "Bir zamanlar dükkanların bulunduğu çarşıda yangın çıkmış, bütün dükkanlar; terlikçiler, örücüler, elbiseciler nerdeyse tamamen yanmıştı. Bunu bana gelip haber verdiklerinde, senin dükkana bir şey olmamış dediler. Ben de gayri ihtiyari "Elhamdülillah" dedim. Sonra kendi kendime, "Din kardeşlerimin malı mülkü yansın, seninki kurtuldu diye sen hamdet, bu nasıl Müslümanlık" diyerek çok üzüldüm, ağlayıp çok tövbe ettim. Dükkanları yanan din kardeşlerime benzemek için, dükkanımdaki bütün malları fakir fukaraya dağıttım. 30 yıldır da tövbe ediyorum, hâlâ vicdan azabından kurtulamadım. Ben ölünce beni ıssız bir yere gömün, korkarım ki toprak beni kabul etmez, dostlarım arasında utanırım!.." Cüzzamlı bir köpek!.. Ahmed Rıfâî hazretleri hayvanlara karşı çok merhametli idi. Bir köpek cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Hiç kimse köpeği bu iğrenç hâlinden dolayı kapısına koymuyordu. Köpek, bu şekilde kapılardan kovula kovula, Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin kapısına geldi. Dermansız, yara bere içindeydi. Köpeğin bu hâlini gören Ahmed Rıfâî hazretleri, köpeği alıp, şehirden dışarı bir yerde ona bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedâviye başladı. Temizledi, yarasına merhem sürüp karnını doyurdu. Kırk gün bu şekilde tedâvî gören köpek sıhhate kavuştu. Cüzzamdan eser kalmadı. Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi. Kendisine; -Efendim! Bu köpeğe çok ilgi gösterdiniz, hikmeti nedir? diye soranlara hitaben buyurdu ki: -Kıyâmet günü Rabbimin bana, bu köpeğe niçin acımadın? Onu uğrattığım bu belâdan niçin kurtarmadın? Aynı belâya seni de düşürebileceğimi niçin düşünmedin? diye sormasından korktum. Ey insanlar! Kalblerinizi Allahü teâlânın yarattıklarına karşı merhamet hissiyle doldurunuz. Cenâb-ı Hakkın sizi de aynı derde müptelâ kılmasından korkunuz!.. İbrâhim Gülşenî hazretleri döneminde bir Şehzâde, düşman olduğu birisinin zarar görmesini ister. Bu niyetle İbrâhim Gülşenî hazretlerine gelip, düşman olduğu kimsenin zarar görmesi için yazı yazmasını ister. İbrâhim Gülşenî hazretleri de cevaben; "İşi Hak teâlâya havâle etmek iyidir. Kin tutarak, öfkelenerek bir Müslümana zarar vermeye kalkmak, hattâ uğradığı bir zarara sevinmek câiz değildir" buyurur. "Onu affet ya Rabbî!" Endülüs'te yetişen hanım evliyâdan Fâtıma binti Müsennâ hazretleri, her an Allahü teâlâyı düşünür ve; "Senden başka her şey boştur" derdi. Onun bu hâlini anlayamayanlar, kendisine deli, ahmak derlerdi. Bir Ramazân-ı şerîf bayramı akşamı, Fâtıma binti Müsennâ hazretleri, bulunduğu beldedeki câminin önünden geçiyordu. Câminin müezzini, elindeki sopayla bu hanıma vurur ve hakaret eder. Fakat o, hiçbir şey söylemeden ayrılıp gider. Ama gönlü incinmiştir. Kırık gönülle evinde ibâdet ve tâatine devâm eder. Kendisine sopa ile vuran müezzin, sabah ezanını okumaya başlayınca, Fâtıma binti Müsennâ hazretleri, o müezzin için Allahü teâlâya duâ etmeye başlar. Çünkü Allahü teâlânın bir velî kulunu inciten kimseyi, mutlaka cezâlandıracağını bilmektedir. Müezzinin başına bir belâ gelmemesi için şöyle duâ eder: "Ya Rabbî! Şu gecenin son vaktinde, herkes uyurken kalkıp senin ismini, Kelime-i şehâdeti, Kelime-i tevhîdi söyleyen, senin ve habîbinin ismini zikreden, senin dâvetini, emrini, senin kullarına bildiren şu kimseyi, bana yaptıkları için cezâlandırma! Onu affet. Beni kırmış olduğu için ona cezâ verme! Âmin!" Netice olarak, atalarımız; "Gülme komşuna, gelir başına" demişlerdir. Onun için başkasına gelen belâya sevinmek değil, ona dua edip, kurtulmasına yardımcı olmak lazımdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.