İbâdet, emredileni yapmaktır

A -
A +

İbâdet; Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, kulluk vazîfelerini bildirildiği şekilde yerine getirmek demektir. Sevap hâsıl olması ve Allah rızâsı için niyet etmek lâzım olan tâate ise, ibâdet etmek denir. İnsanın yaratılması, sahibini, yaratanını tanıması içindir. Tanıması da, sahibine, yaratanına imân etmesi, inanması ve emirlerini yerine getirmesi ile mümkündür. Zira Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerimesinde meâlen: (Cinleri ve insanları, beni tanımaları, bana ibâdet etmeleri için yarattım) buyurmuştur. İnsan, Allahü teâlâya imân edip, ibâdet ederse, onun dünyâdaki işlerini kolaylaştırır, kabirde ona acır, âhirette ise, onun günâhlarını affeder. Şükretmek, insanlık îcâbıdır İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık îcâbıdır. İyilik edenlere hürmet edilir. Nimet sâhipleri, büyük bilinir. O hâlde, her nimetin hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık îcâbıdır. Aklın lüzûm gösterdiği bir vazîfe, bir borçtur. Fakat, Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan uzak, insanlar ise, ayıp kirlerine ve noksanlık lekelerine bulaşmış olduğundan, Onunla hiç münâsebetleri, alâkaları yoktur. Allahü teâlâyı nasıl büyük bileceklerini, nasıl şükredeceklerini anlayamazlar. Ona karşı söylenmesini güzel sandıkları şeyler, Ona çirkin gelebilir. Onu büyültmek, hürmet etmek sandıkları, hakâret ve küçültmek olabilir. Ona hürmet ve şükür şekilleri, yine Onun tarafından bildirilmedikçe, Ona lâyık olacağına güvenilemez ve Onun kabûl edeceği bir ibâdet olamaz. Çünkü, insanların hamdetmeleri, Ona belki hakâret olur. İşte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen, tazîm, hürmet ve şükür şekli, Peygamberlerin bildirdikleri dinlerdir. Ona kalb ile yapılacak hürmetler, dinde bildirilmiş, dil ile yapılacak şükürler, orada gösterilmiştir. Her uzvun yapacağı işleri, açık ve geniş olarak, beyân buyurmuşlardır. O hâlde, Allahü teâlâya inanmak ile ve kalbin ve bedenin yapması ile şükretmek, ancak dîne uymakla olur. Allahü teâlâya, dînin dışında yapılacak hürmete ve ibâdete güvenilemez. Allahü teâlâ lutfederek, kerem ederek, acıyarak, kullarına çok şeyleri mubâh etmiş, izin vermiştir. Rûhu hasta, kalbi bozuk olduğu için, mubâhlarla doymayıp, bitmez tükenmez mubâhları bırakarak, İslâmiyetin hudûdundan dışarı taşanlar, şüpheli ve harâmlara uzananlar, ne kadar bedbaht ve zavallıdır. İslâmiyetin hudûdunu gözetmek, buradan dışarı taşmamak lâzımdır. Âdet üzere, alışkanlık ile namâz kılan ve oruç tutan çoktur. Fakat, İslâmiyetin hudûdunu gözeten, harâm ve şüphelilere düşmemeye dikkat eden pek azdır. Doğru ve hâlis ibâdet edenleri, âdet üzere, bozuk ibâdet edenlerden ayıran fark, Allahü teâlânın emirlerini gözetmektir. Çünkü, namâz ve orucun hâlisi de, bozuğu da görünüşte berâberdir..." Bazı kimseler, Allahü teâlânın emrettiği ibâdetlerin vakitlerini, miktarlarını ve şekillerini uygunsuz görerek, böyle olacağına, şöyle olsaydı, dahâ iyi olurdu diyorlar. İbâdetlerin rûhlarından, içlerinde saklı bulunan inceliklerden, faydalarından ve kıymetlerinden haberleri olmadığı için, bunları basît ve ibtidâî faydalara âlet sanarak, sanki düzeltmeye yelteniyorlar. Bir şeyi bilmemek, insanlar için kusur ise de, anlamadığına karışmak, pek gülünç ve acınacak bir hâl olmaktadır. Böyle câhilleri, akıllı sanarak, sözlerini dinleyen ve inanan Müslümânlar ise, bunlardan dahâ zevallı bir durumdadırlar. Farzları öğrenmek de farzdır! Îmânı, farzları ve harâmları öğrenmek, bilmek, farzdır. Otuziki farz meşhûrdur. Bunlardan dördü esâs olup, namâz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve haccetmektir. Îmân ile berâber bu dört farz, İslâmın şartıdır. Îmân edip de ibâdet edene, yani bu dört farzı yapana Müslümân denir. Dördünü birden yapıp da, harâmlardan kaçınan, tam Müslümândır. Bunlardan biri bozuk olur veyâ hiç olmazsa, Müslümânlık bozuk olur. Dördünü de yapmayan, mümin olsa da Müslümânlığı tam değildir. Böyle îmân, insanı yalnız dünyâda korursa da, âhırete îmânla gitmek güç olur. Îmân, muma benzer, İslâmiyetin hükümleri ise, mum etrâfındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslâmiyettir. Fenersiz mum çabuk söner. Îmânsız, İslâm olamaz. İslâm olmayınca, îmân da yoktur. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; "İnsanlar ibâdet yapmak için yaratıldı. İbâdetin özü de; kalbin her zaman Allahü teâlâdan gâfil olmamasıdır, unutmamasıdır" buyurmuştur. Netice olarak ibâdet, Allahü teâlânın emrettiğini yapmaktır. Ne ve nasıl emredilmiş ise, onu yerine getirmektir. Emir ve yasaklarda, ilave, çıkarma ve yorum olmaz. İnsanların kendi yorumları, düşünceleri, ibâdet olmaz. Buna, insanın kendine, kendi yaptığına tapınması denir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.