Mihnete şükretmeyen, nîmete şükredemez

A -
A +

Mihnet; zahmet, eziyet, gam, keder, sıkıntı, dert, bela ve musibet demektir. Nimet ise; iyilik, ihsan, lütuf, rızık, saâdet anlamlarına gelmektedir. Dinimiz, mihnet anında sabretmeyi, nimet anında da şükretmeyi emretmektedir. Ebû Muhammed Cerîrî hazretlerine, sabrın ne olduğu sual edildiğinde cevaben; "Kalbin, nîmet ve mihneti bir görmesi ve musîbetleri sükûnetle karşılamasıdır" buyurmuştur. Bir nimet geldiği zaman, akıllı kimseler, nimeti verene teşekkür etmek, şükretmek lazım geldiğini iyi bilirler. Mihnet anında ise, çok kimse bocalamaktadır. Halbuki her ikisini de gönderen, Allahü teâlâdır. Nimet zamanında şükretmemizi, mihnet anında da sabretmemizi emreden de Odur. Çünkü cenâb-ı Hak, nimet ve mihnet ile, kullarını imtihan etmektedir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Mü'mine gelen kazâya şaşılır. Hayır gelince, hamd ve şükreder. Musîbet gelirse, hamd ve sabreder. Mü'mine herşey için, hattâ zevcesinin ağzına bir lokma uzatmasına da, sevâb verilir.) Mihnet anında da Bu inceliği iyi bilen ve iyi anlıyan Din Büyükleri, nimet anında olduğu gibi, mihnet anında da, Allahü teâlâya şükretmişlerdir. Bunun için İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri; "Mihnete şükretmeyen, nîmete şükredemez" buyurmuştur. Türkistanda evliyâsından olan Halîfe-i Kızılayak hazretleri, felç olup üç sene yatalak olarak yatmıştı. Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!" diye yalvarırdı. Ahmed Cüryânî hazretleri, Hindistan'a gidiyordu. Yolda çoluk-çocuğunun tâûn hastalığından vefât ettiklerini haber aldı. Bu acı haberin etkisinde iken kervan, eşkıyâ baskınına uğradı. Eşkıya, kervandakilerin bütün mallarını aldı. Ayrıca Ahmed Cüryânî hazretlerinin sol elini de, bileğinden kestiler. Kendisine bu sebeple Yekdest, tek elli denildi. Ahmed Cüryânî hazretleri, bütün bu sıkıntılara rağmen Rabbini zikrediyor ve sabrediyordu. Kervandakiler ondaki bu hâllere şaşıp; Kolun kesildi -Çocukların öldü. Malın mülkün gitti. Kolun kesildi. Buna rağmen sesin çıkmıyor! dediklerinde, cevâben; -Ey kardeşlerim! Bize gelen bu belâ ve sıkıntıların Allahü teâlânın takdîri ile olduğunu bilelim. Nitekim Allahü teâlâ Hadîd sûresi 22. âyetinde meâlen bunu bildirmekte ve; (Ne yerde ve ne de nefislerinizde bir musîbet başa gelmez ki, biz onu yaratmazdan önce, o bir kitapta, levh-il mahfûzda yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır) buyurmaktadır. Bu îtibârla dünyânın esâsı, mihnet, sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sıkıntının ise sabretmekten başka reçetesi, katlanmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Şu üç sabır çok sevgilidir. Bunlar; tâatta, hakka kullukta, günah işlememekte, belâ ve mihnet ânında sabırdır, buyurmuştur. Ebû Ali Rodbârî hazretleri ise; "Sıkıntılara sabretmeyen kimsede rızâ yoktur. Nîmetlere şükretmeyen kimsede ise, kemâl yoktur" buyurmuştur. Başka çare yoktur Şems-i Tebrîzî hazretleri, dostlarına hitaben buyurdu ki: "Âhireti terk edip, dünyâya tâlib olanlara, mal kazanıp zengin olmaktan başka çâre yoktur. Âhirete tâlib olanlara da, ölmeden önce ibâdet yaparak, dîn-i İslâma hizmet ederek gayretle çalışmaktan başka çâre yoktur. Allahü teâlâya kavuşmak arzusu içinde olanlara ise, mihnet, meşakkat, dert ve belâlara katlanmaktan başka çâre yoktur." İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Seven hep metheder "Sevilen, sevenin gözünde, her zamân ve her hâlinde sevgilidir. İncitirse de, iyilik ederse de sevilir. Sevmek nimeti ile şereflenenlerin çoğu, sevgilinin iyiliklerine kavuşunca, sevgileri artar. İncitmesinde de, iyiliğinde de, sevgileri değişmez. Hâlbuki, sevenler içinde pek azı vardır ki, sevgilinin incitmesi, sevgilerini arttırır. Hattâ, sevgili, bıçağını, sevenin boğazına dayasa ve her uzvunu parça parça etse, seven, bunun kendisi için hayırlı olduğunu bilmeli, bunu büyük iyilik ve saâdet görmelidir. İşte, böyle hüsn-i zan ele geçerse, sevgilinin hiçbir hareketi çirkin gelmez. Böyle sevmekle şereflenenlere, sevgilinin verdiği elemler, iyiliklerinden dahâ çok lezzet verir ve ferâhlandırır. Seven, onun elemini de, nimetini de, hep medheder. Bunun için, sâdık olan âşıkların, "Elhamdülillâhi Rabbil'âlemîn alâ küll-i hâl" demeleri doğru olur. Sıkıntılı ve neşeli zamânlarında hep hamdeden, hâmidlerden olur. Hamdetmenin, şükretmekden dahâ kıymetli olmasının sebebi de budur. Görülüyor ki hamd, övmenin en üstün şeklidir. Sevinç hâlinde de, sıkıntı hâlinde de hamdedilmektedir. Şükür ise, nimet zamânlarında olup, devâmlı değildir. Nimet kalmayınca, ihsân bitince, şükür de kalmaz." Netice olarak, şu beyitte ifade edildiği gibi: Mihneti kendine zevk etmektir âlemde hüner, Gam ve neşe insanda, böyle gelir böyle gider.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.