Hakkı bâtıldan ayırmak zordur!..

A -
A +

Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratılmıştır. İnsanın diğer mahlûklardan en büyük farkı, rûhunun bulunması, düşünebilmesi, bütün olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, aklı ile karar vermesi ve bu kararı uygulayabilmesi, iyilik ve kötülüğü ayırabilmesi, hatâsını anlayabilmesi, bunun için pişmanlık duyması ve benzeri gibi üstünlüklerdir. Fakat insan, kendisine verilen bu çok yüksek özellikleri, kendi başına ve hiçbir rehber, yol gösterici olmadan kullanabilmiş mi, kendi başına doğru yolu bulabilmiş ve Allahü teâlâyı tanıyabilmiş midir? Hiçbir zaman insan, kendine verilen bu özelliklerle, tek başına doğruyu bulamamış, hakkı, bâtıldan ayıramamıştır. Zira târih incelenecek olursa, insanların önlerinde, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anlamış fakat, ona giden yolu bulamamıştır. Peygamberleri işitmeyenler, Yaratıcıyı önce etrâflarında aramışlardır. Kendilerine en büyük faydası olan Güneş'i, yaratıcı sanıp ona tapmaya başlamışlardır. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe bunları Yaratıcının yardımcıları zannetmişler ve böylece putlar doğmuş, onlara tapmışlardır. Hak yol rehbersiz bulunmaz Kısacası insan, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı ve O'na giden yolu, kendi başına bir türlü bulamamış ve anlayamamıştır. Bu hale, şaşmamak lazımdır. Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz, hak, bâtıldan ayrılamaz. Kur'ân-ı kerîmde, İsrâ sûresinin 15'inci âyetinde meâlen; (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmakdadır. Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri, kötü, zararlı işlerden ayırmak için, dünyâya Peygamberler gönderdi. Peygamberler, insanlık sıfatları itibariyle bizim gibi insandırlar. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Bizden farkları, zekâ ve muhâkeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlâklı ve Allahü teâlânın emirlerini bize tebliğ edecek, bildirecek bir güçte bulunmalarıdır. Bunun için Peygamberler, en büyük rehberlerdir. İslâm dînini tebliğ eden, en son ve en üstün peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Kitâbı da Kur'ân-ı kerîmdir. Muhammed aleyhisselâmın irşâd edici mübârek sözlerine ise, hadîs-i şerîf denir. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler yanında bize rehberlik eden büyük din âlimleri de vardır. "Böyle âlimlere lüzûm var mı? İnsan iyi bir Müslümân olmak için İslâm dîninin kitâbı olan Kur'ân-ı kerîmi okuyarak ve hadîs-i şerîfleri inceleyerek doğru yolu bulamaz mı?" diye bir sual, bazılarının hatırına gelebilir. Hâlbuki bu, çok yanlıştır. Zîrâ, dinin esâsları, hükümleri hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir kimse, bir rehber, yol gösteren olmadan Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin manasını anlayamaz. En mükemmel bir sporcu bile, yüksek bir dağa çıkarken kendisine bir rehber arar. Bir büyük fabrikada mühendislerin yanında ustabaşılar ve ustalar vardır. Böyle bir fabrikaya ilk giren işçi, önce ustalarından, sonra ustabaşılarından işinin inceliğini öğrenir. Bunları öğrenmeden önce, yüksek mühendis ile temâs ederse, onun sözlerinden, hesaplarından hiçbir şey anlamaz. Çok iyi silâh kullanan bir kimse bile, kendisine verilen yeni bir silâhın nasıl kullanılacağı kendine öğretilmeden, onu doğru kullanamaz. Bunun içindir ki, din ve îmân işlerinde, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler yanında, bu iki kaynağı açıklayan müctehid İslâm âlimlerinin kitaplarına, rehberliğine ihtiyaç vardır. Böyle İslâm âlimlerine müracaat etmeden, hakkı bâtıldan ayırmak, doğruyu bulmak imkansızdır. Doğrunun eğriden ayrılmasına yardımcı olacak, rehberlik edecek âlimler, kıyâmete kadar bulunacaktır. Çünkü Peygamber efendimiz; (Ümmetimden hak üzere olan âlimler, Kıyâmete kadar bulunacaktır) buyurmuştur. Yarın feryat edeceklerdir! Netice olarak, hakkı bâtıldan ayırmak, dünyada en zor olan şeydir. Bu dünyada bazıları, hakka bâtıl diye hücum etmiş, bazıları da, bâtıla hak diye sarılmışlardır. Ama yarın ahirette, dünyada iken hak diye sarıldıklarının bâtıl olduğunu görünce, 'yandık' diye feryat edeceklerdir! Bu yüzden İslâm âlimleri, her Müslümana öğretmek için, sık sık şu duayı okurlar ve okuturlardı: "Yâ Rabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasîb et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasîb et! İnsanların en üstünü hurmetine bu duâmızı kabûl buyur!"

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.