Öfke, tutuşturulmuş ateş gibidir!..

A -
A +

Öfke; insanın kızması, sinirlenmesi, hiddet göstermesi diye tarif edilmektedir. Öfkenin sert, aşırı ve zararlı olması haline ise, atılganlık, tehevvür denmektedir. Tehevvür sahibi yani atılgan kimse, hiddetli ve sert olur. Korkak olan bir kimse, kendine zarar verir. Öfkeli kimse ise, hem kendine, hem de başkalarına zarar verir. Hatta öfke, insanı küfre kadar götürebilir. Nitekim hadis-i şerifte; (Gadab yani öfke, îmânı bozar) buyurulmuştur. Öfke halindeki bir kimse, küfre yani imânın gitmesine sebep olacak bir şey söyleyebilir veyâ yapabilir. Çünkü gadaba gelen, öfkelenen kimsenin kalbi bozulur. Bu bozukluk, öfkelenen kimsenin dışına da sirâyet ederek, yüzü, çirkin ve korkunç bir hâl alır. Ali bin Emrullah hazretleri; "Gadab, öfke, kanın hareketinin yani tansiyonun artmasından meydana gelir. Allah için gadaba gelmek iyidir, dîne olan gayretindendir" buyurmaktadır. "Gadaplanınca abdest alın!" Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Gadab yani öfke, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Ateş, su ile söndürülür. Gadaba gelince, abdest alınız.) Câhil olanlar, sertliği, hiddeti ve öfkeyi, erkeklik, yiğitlik, mertlik zannetmekte ve övmektedirler. Halbuki öfkeli, hiddetli ve sert olmak, kötü huylardandır. Çocuğun ağlamasına, hayvanın bağırmasına öfkelenmek, çok çirkindir. Cansızların hareketine bile öfkelenenler görülmüştür ki, bu daha da kötüdür. Koyduğu yerden kayarsa, keseri vurunca kırılmazsa, kızarak söven, vuran, helâk eden, yakan kimseler dahi görülmektedir. Hatta kendi yaptığına kızan, bunun için kendine söven, kendine vuran bile yok değildir. Hacı Bayram-ı Velî hazretleri; "Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır" buyurmuştur. Allahü teâlâ, hayvanların yaşayabilmeleri ve üremeleri için, onlarda iki kuvvet yaratmıştır. Bu kuvvetlerden birincisi, muhtâç oldukları, lezzet aldıkları şeyleri istemek, onlara kavuşmak kuvvetidir ki buna, şehvet denir. İkinci olarak verilen kuvvet ise, yaşamalarına zarârlı olan, canlarını yakan şeylerden kaçmak, bunlara karşı savunmak kuvvetidir ki buna da, gadab denir. Bu iki kuvvet yani şehvet ve gadab kuvveti, insanlarda da vardır. Fakat Allahü teâlâ, insanlara merhamet ederek, seve seve çalışabilmeleri, çalışmaktan usanmamaları için, insanlarda üçüncü bir kuvvet dahâ yaratmıştır ki bu kuvvete, nefs denir. Bu kuvvet, şehvetlere kavuşmak ve gadab edilenlerle döğüşmek için insanı zorlar. Fakat insanın nefsi, bu işinde bir sınır tanımaz. Yaptığı işler, hep aşırı ve zarârlı olur. Meselâ hayvan susayınca, temiz suyu kolayca bulur, içer. Doyunca, artık içmez. İnsanı nefsi zorlayarak doyduktan sonra da içirir. Sığır aç olunca, çayırda otlar, doyunca, yatar, uyur. İnsan aç olunca, çayırda otlayamaz. Bulduğu otlar arasında seçim yapması, seçtiğini soyup, temizleyip, pişirmesi lâzımdır. Nefs, bu yorucu, usandırıcı işleri seve seve yaptırır. Fakat, hoşuna gideni, doyduktan sonra da yedirir. Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin, insanı felâkete sürüklemesine mâni olmak için, hem nefsin arzûlarına uymayı sınırlayan, hem de nefsi temizleyip aşırı, taşkın olmaktan kurtaran emirler ve yasaklar göndermiştir. Peygamberleri ile gönderdiği bu emir ve yasakların toplamına, İslâmiyet denir. Bir insan, işlerini yaparken, İslâm dînine uyarsa, nefsi taşkınlıktan kurtulup, imânla şereflenir. O zaman nefs, şehveti ve gadabı faydalı olarak çalıştırır. Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri; "Bir kimsenin cimrilik huyu ile öfke duygusu körelmedikçe, müttekî sınıfına geçemez" buyurmuştur. "Bu halin beni mağlûb etti!" Behlül-i Danâ hazretleri bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, iki kişinin kıyasıya kavga ettiklerini görür. Bunlardan biri diğerine ağza alınmayacak şeyler söylemektedir. Behlül-i Dânâ hazretleri onun yanına yaklaşıp; -Sen bize gel ne söylersen söyle lâkin bizden bir tek kelime karşılık alamazsın, der. Öfkeden deliye dönmüş kişi birden durur ve; -Ey Behlül! Beni bu şahıs mağlûb edemedi ama senin bu halin ve sözlerin mağlûb etti, der ve böylece kavgayı, dövüşü bırakarak barışırlar. Rislân Dımeşkî hazretleri buyuruyor ki: "Gadabın, öfkenin sebebi, kendinden üstün birinin, hoşlanmadığı bir şekilde hücûm etmesidir. Öfke, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine doğru işler. Öfkeden güç ve intikam hırsı, hüzünden ise dert ve hastalık doğar." Netice olarak öfke, tutuşturulmuş bir ateş gibidir. İnsan, öfkesine hakim olmazsa, ilk yanan kendisi olur. Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin buyurduğu gibi: "Öfke ve hırstan korunmuş olan, kurtulmuştur."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.