Hakkı bâtıldan ayırabilmek...

A -
A +

Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırdetmek için yaratılmıştır. Bunun için, hakkı bâtıl ile karıştırabilecek olan insanda, cinde ve meleklerde akıl yaratılmıştır. Akıl bir ölçü âleti gibidir. İki iyi şeyden, daha iyi olanını ve iki kötü şeyden, daha kötü olanını ayırır. Akıllı kimse, sâdece iyiyi ve kötüyü anlayan değil, iyiyi görünce onu alan ve kötüyü görünce de onu terk edendir. Akıl göz gibidir. Din de ışık gibidir. Işık olmazsa, göz göremez. Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona akıl ve düşünme kudretini verdi. İnsanın diğer mahlûklardan en büyük farkı, insanın bedeni yanında rûhunun bulunması, düşünebilmesi, bütün olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, aklı ile karâr vermesi ve bu karârı uygulayabilmesi, iyilik ve fenâlığı ayırabilmesi, hatâ işlediğini anlayabilmesi, bunun için pişmanlık duyması ve benzeri gibi üstünlükleridir. Acabâ insan, kendisine verilen bu çok yüksek hâssayı, kendi başına ve hiçbir rehber, yol gösterici olmadan kullanabilir mi, kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allahü teâlâyı tanıyabilir mi? Bir rehber olmadan... Târih incelenecek olursa, insanların önlerinde, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anladı, fakat, ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, Yaratanı önce etrâflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabîat güçlerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir alâmet yapmaya kalktılar ve bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhûr etdi. Kısacası insan, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır. Çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'ân-ı kerîmde, İsrâ sûresinin 15. âyetinde meâlen; (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmaktadır. Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fenâ, zararlı işlerden ayırmak için, dünyâya Peygamberler gönderdi. Peygamberler, beşerî sıfatlarda bizim gibi insandırlar. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Bizden farkları, zekâ ve muhâkeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlâklı ve Allahü teâlânın emirlerini bize teblîğ edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler, en büyük rehberlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Allahü teâlânın, insanlara Peygamberleri göndermesi en büyük nimettir. O büyük insanların mübârek varlıkları olmasaydı, bu âlemi yaratanın varlığını, biz kısa akıllı insanlara kim gösterirdi? Eski Yunanlıların ilk filozofları, o kadar zekî ve kurnaz oldukları hâlde, Yaratanın varlığını anlayamadılar. Bu kâinât, böyle gelmiş, böyle gider, cânlılar da birbirlerinden meydâna gelip ürer. Bu böylece devâm eder, dediler. Câhillik devri geçip, yeni Peygamberlerin davetlerinin nûrları ile, âlem aydınlanınca, sonra gelen Yunan filozofları, o nûrların ışıkları ile uyanarak, üstâdlarının sözlerini reddetti. Bir yaratanın bulunduğunu kitâplarına yazdılar ve bir olduğunu isbât ettiler. O hâlde, insan aklı, o büyüklerin nûrları ile aydınlanmadıkça, bunu bulamıyor. Peygamberler olmadıkça, bizim düşüncelerimiz, doğru yola yaklaşamıyor. Dağda, çölde yetişip de, Peygamberlerden haberi olmayanlar, kendilerine, hakîkat duyurulmadıkça, kâfir olmazlar. Bu haber de, Peygamberler ile gönderilmektedir. Evet, Allahü teâlâ, aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. Akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azâb yapılmaz." Dünyada en zor şey!.. Netice olarak, hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden ayırmak, dünyada en zor olan şeydir. Bir rehber olmadan da, bu mümkün değildir. Ayrıca câhillik ve tembellik de, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden ayırmamıza mâni olmaktadır. Bunun için bazı kimseler, âhirette, dünyada iken hak diye sarıldıklarının bâtıl olduğunu görecekler ve yandık diyeceklerdir. Bazı kimseler de, hakka bâtıl diye hücum edecekler, saldıracaklar ve hüsran içinde kalacaklardır. Bazıları da, bâtıla hak diye sarılacaklar ve kahru perişan olacaklardır. Bu sebeple Peygamber efendimiz, ümmetine de öğretmek için, zaman zaman şöyle dua ederlerdi: (Yâ Rabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasip et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasip et!)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.