Varlıkta imtihân daha zordur...

A -
A +

Allahü teâlânın ezeldeki takdirine ve taksimine inanan bir kimse, cenâb-ı Hakkın rızâsından başka bir şey düşünmez. Böyle olan bir kimse, nafakası olmadığı zaman, sabır ve kanâat eder ve Allahü teâlânın kendisi için takdir ettiğinden râzı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır ve çalışırken, ibâdetlerini terk etmez, harâm işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslâmiyete uyar. Böyle kimseye, zenginlik de, fakîrlik de faydalı olur. Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, nefsine uyarak, sabır ve kanâat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olmaz. Fakîr olunca, az verdin diye, itirâz eder. Zengin olursa, doymaz, dahâ ister. Kazandığını harâmlara sarf eder. Zenginliği de, fakîrliği de, dünyâda ve âhirette felâketine sebep olur. Aziz de eder zelil de! Dinimizde, çalışıp kazanmak ibâdettir ve zengin olmak günâh değildir. Zira Allahü teâlâ, şükreden zenginleri sever. Ancak zenginlik, güzellik, gençlik, makam ve şöhret sahibi olmak, iki tarafı keskin bıçak gibidir. İnsanı aziz ettiği gibi, zelil de edebilir. Kişiyi, Allahü teâlâya yaklaştırdığı gibi, uzaklaştırabilir de... Bel'am bin Bâûrâ İsm-i a'zamı biliyordu ve her duâsı kabûl olurdu. Fakat Allahü teâlânın bir harâmına, az bir meylettiği için, îmânsız gitti. Kârûn, Mûsâ aleyhisselâmın akrabâsı idi. Mûsâ aleyhisselâm buna hayır duâ edip ve kimyâ ilmi öğretip, o kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazînelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Birkaç kuruş zekât vermediği için, bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu. Sa'lebe, sahâbe arasında çok zâhid idi ve çok ibâdet eder, câmiden çıkmazdı. Bir kerre sözünde durmadığı için, sahâbîlik şerefine kavuşamadı, îmânsız gitti. Bu dünyâ, imtihân yeridir. Burada hak ile bâtıl ve haklı ile haksız karışıktır. Enfâl sûresinin 28. ve Tegâbün sûresinin 15. âyetlerinde meâlen; (Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi imtihân etmek için verildi. Allahü teâlâ, iyiliklerinize karşılık, size çok büyük ecir verecektir) buyurulmaktadır. Allahü teâlâ, insanda, nefs denen bir varlık yaratmıştır. İnsanda bulunan bu nefs, insanı harâmlara ve mekrûhlara sürükler. Çünkü nefsin istekleri, hep hayvânî arzûlardır. Hayvânî arzûlar ise, hep dünyâdaki ihtiyâçlardır. İnsan bu arzûları peşinde olduğu kadar, âhiret ihtiyâçlarını hâzırlamakta geri kalır. Ayrıca nefs, mubâhlarla doymaz. Mubâhları kullanmayı artırdıkça, isteklerini artırır ve yine de, doymaz. İnsanı harâmlara sürükler. Bundan başka, mubâhları aşırı kullanmak, elemlere, dertlere, hastalıklara sebep olur. Böyle bir insan, hep midesini, zevkini düşünür, hasîs yani cimri ve rezîl olur. Resûlullah efendimiz; (Cennet nefsin istemediği şeylerle, Cehennem ise, nefsin arzûları, şehvetleri ile ihâta olundu) buyurmuştur. Bunun için Cennete giden yol, dar ve meşakkatli, Cehenneme giden yol ise, geniş ve zînetlidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir talebesine hitaben buyuruyor ki: "Yavrum! Bu dünyâ, imtihân yeridir. Dünyânın görünüşü, yalancı yaldızlarla süslüdür ve tatlıdır. Tâze, güzel, körpe sanılır. Fakat aslında, güzel koku sürülmüş bir ölü gibidir. Sanki bir leştir ve böcekler, akrepler dolu bir çöplüktür. Zehirlenmiş şeker gibidir. Aslı harâbdır, elde kalmaz. Kendini sevenlere, arkasına takılanlara, hiç acımayıp, en kötü şeyleri yapar. Ona tutulan akılsızdır, büyülenmiştir. Onun görünüşüne aldanan, sonsuz felâkete düşer. Rusûlullah efendimiz buyurdu ki; (Dünyâ ile âhiret birbirinin zıddıdır, birbirine uymaz. Birini râzı edersen, öteki gücenir.) "Dünyâ nedir biliyor musun?" Yavrum! Bu, pek kötü olduğunu anladığın dünyâ, nedir biliyor musun? Dünyâ, seni, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler demektir. Kadın, çocuk, mal, rütbe, mevki düşüncesi, Allahü teâlâyı unutturacak kadar aşırı olursa, dünyâ olur." Netice olarak, varlıkta imtihân yani Allahü teâlâya ibadet edebilmek, emirleri yapıp, haramlardan sakınabilmek daha zordur. Çünkü varlıkta, nefsin bütün arzuları ayaktadır, mevcuttur. Yoklukta ise, nefsin arzularını yerine getirecek imkânlar zaten yoktur. Ama elde imkânlar varken, nefsi frenlemek daha zor olmaktadır. Dolayısıyla insan, eline geçen imkânlar sebebiyle ne oldum delisi olmamalı, insanların takdirlerine kulak asmamalı ve aslını unutmamalıdır. İnsanın aslı, bir avuç topraktır. Cenâb-ı Hak, insana, bir kullanma yetkisi, imkânı vermiştir. İnsan da, verilen bu imkânı, ya hayırda veya şerde kullanacaktır. Bunun içindir ki, verilen bu imkânları, hayırda kullanmalı ve hayırlı sonuçlar almalıdır. Şerde kullanan, şerle karşılaşır ki, bu da gayet tabiidir. Ahirette, Cennet ve Cehennemden başka yer olmadığını da unutmamalıdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.