İslâmiyete uyan, rahat eder...

A -
A +

Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmeyerek, İslâmiyetin bildirdiği emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Bu hâl, faydalı bir ilâcı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulmas ı gibidir. Zamanımızda, İslâmiyeti kabul etmedikleri hâlde, çok kimsenin, birçok işlerinde, muvaffak olmaları, râhat, huzûr içinde yaşamaları, inanmadıkları, bilmedikleri hâlde, İslâmiyetin emrettiklerine uygun olarak çalıştıkları içindir. Müslümân olduklarını söyleyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, İslâmiyetin bildirdiği emir ve yasaklara ve güzel ahlâka uymadıkları içindir. İslâmiyete uyarak âhirette sonsuz saâdete kavuşabilmek için ise, önce buna îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lâzımdır. Bütün mahlûklara her nimeti, iyilikleri veren yalnız Allahü teâlâdır. Her şeyi var eden, var olmak nimetini veren, her ân, varlıkta durduran, insanları sıkıntıdan kurtaran, duâları kabûl eden, belâlardan kurtaran da, hep cenâb-ı Haktır. Allahü teâlâ, öyle bir Rezzaktır ki, kullarının rızıklarını, günâhlarından dolayı kesmiyor. Af ve merhameti o kadar boldur ki, günâh işleyenlerin yüz karalarını meydâna çıkarmıyor. Hilmi o kadar çoktur ki, kullarının cezâlarını vermekte acele etmiyor. Nimetin hakîkî sâhibi... Allahü teâlânın nimetleri, ihsânları güneşten dahâ açık ve aydan dahâ âşikârdır. Başkalarından gelen nimetleri de gönderen, yine Odur. Başkalarının ihsân etmesi, bir emânetçinin, birisine emânet vermesi gibidir. Başkasından bir şey istemek, fakîrden bir şey beklemektir. İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık îcâbıdır. İyilik edenlere hürmet edilir, nimet sâhipleri, büyük bilinir. O hâlde, her nimetin hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık îcâbı dır. Aklın lüzûm gösterdiği bir vazîfe, bir borçtur. İnsanın başına gelen belâlar, sıkıntılar, hep İslâmiyetten uzaklaşmanın, isyânın, inkârın yani kötü amellerin netîcesidir. Zira Peygamber efendimiz; (Âmirleriniz, amellerinizdir) buyurmuştur. İslâmiyetin bildirdiği sosyal ve ekonomik ahlâktan, ahkâmdan ayrılan insanlar, milletler, sıkıntıdan, ıstıraptan, felâketten kurtulamamışlardır. Geçmiş milletlerde böyle olduğunu târîh yazmaktadır. Gelecekte de, elbette böyle olacaktır. Çünkü târîh, tekerrürden ibâretdir. Emîr Külâl hazretleri buyuruyor ki: "Bu dünyâda ne yaparsak âhirette onun karşılığını bulacağız. Ey insanlar, dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse hevâ ve hevesinden vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahü teâlâyı unutur, gaflete dalarsa, belâya ve musîbete düşer. Ne yazık ki, ömür bitmek üzere olduğu hâlde, insan dünyâlıklara dalmış, nefsinin esîri olmuş ve âhiret yolculuğunu unutmuş, ihmâl etmiştir." Allahü teâlâyı tanıyan, onu sever. Onu seven de, dinin emirlerini yapar, yasaklarından yani haramlardan kaçınır. Herhangi bir kimse, bunlara yani İslâmiyetin emir ve yasaklarına riâyet etmeden, ben Allahü teâlâyı tanıyorum, onu seviyorum derse, yanlış olur. Sevmenin bir tarifi de, itaât etmek demektir. Sevginin derecesi, itaâtteki sürati ile ölçülür. Şems-i Tebrîzî hazretleri, bir gün dostlarına şöyle nasîhatte bulunur: Huzura kavuşmak için... "Âhireti terk edip, dünyâya tâlib olup muhabbet edenlere, mal kazanıp zengin olmaktan, âhirete tâlib olan kimselere, ölmeden önce ibâdet yaparak, dîn-i İslâma hizmet ederek gayretle çalışmaktan, Allahü teâlânın tâlibi olan kimselere, O'na kavuşmak arzusu içinde olanlara, mihnet, meşakkat, dert ve belâlara katlanmaktan, ilmi taleb edenlere, yâni âlim olmak isteyenlere de, yalnız, kimsesiz, garip kalmaktan başka çâre yoktur. Çünkü, kim ilim öğrenmek arzusunda olursa, onun üzüntüsü çok olur, onu rencide ederler. Huzura kavuşması için her türlü derde, belâya sabretmesi lâzımdır. Kim kendini üstün görürse zillete düşer. Hesapsız, sonunu düşünmeden malını sarf edenler, fakir olurlar. Herkesin, nefsini öldürüp, gönlünü diri tutması lâzımdır. Nefsi diri, gönlü ölü olanların, mesûd ve bahtiyâr olması düşünülemez." Netice olarak, Allahü teâlâya imân edip emir ve yasaklarına uyan, dünyada rahat eder, huzurlu yaşar, âhirette de ebedi saâdete kavuşur. Avn bin Abdullah hazretlerinin nefsine hitaben buyurduğu gibi: "Ey nefsim, sana böyle ne oluyor! Muhtaç ve düşkün olursan, üzülür, mahzûn olursun. Zengin ve kimseye muhtâc olmazsan, âhiretini ve kendini unutursun. Hiç amelin olmadan, çalışmadan âhirette rahata kavuşmak istersin. Uzun istekler peşine düşüp, tövbeyi devamlı sonraya atıp, geciktiriyorsun."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.