Doğruyu, hakikati görebilmek

A -
A +
Selîm olmayan akılların, yanıldıkları için, hakîkati, doğruyu kabul etmemeleri bir kıymet bildirmez. Âmâ olanın güneşi görmemesi, güneşin yokluğunu göstermez...
İnsanların şekil ve ahlâkları başka başka olduğu gibi, akıl, tabîat ve ilimleri de, ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. Bu sebeptendir ki, din işlerinde akıl, tam bir ölçü, doğru bir senet olamaz. Sadece selîm olan akıl doğruyu, hakîkati görebilir, her akıl değil. Selîm olan akıl da, Peygamberlerde ve Onların vârisleri olan âlim ve evliyâda olur. Eğer her akıl, doğruyu görebilseydi, Peygamber efendimizi gören ve sözünü işiten herkesin doğruyu kabul edip îmân etmesi gerekirdi. Akılları, görüşleri kıt olanlar hakkında, Bakara sûresinin, 18. âyet-i kerîmesinde meâlen;
(Onlar, hakkı dinlemekte ve kabul etmekte sağırdırlar, îmânı ve hakkı söylemekte dilsizdirler, doğru, hak yolu görmekte kördürler. Bu hâllerinden rücû edip, doğru yola dönmezler) ve  yine Bakara sûresinin 171. âyet-i kerimesinde meâlen; (Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, anlamazlar) buyurulmaktadır.
Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde, hakîkati, doğruyu göremeyenler için, Peygamber efendimize hitaben, onların kulakları, gözleri vardır fakat îmâna ve doğru yola çağırmanı işitmezler, görmezler, onlar sağır ve kör gibidirler, buyurmuştur. Allahü teâlâ, doğruyu kabul etmeyenleri, mezardaki ölülere benzetmektedir. Bu benzetiş, duymak ve anlamak bakımından değil, duygusuzluk, anlayışsızlık, yani kabul etmemek bakımındandır. Hakîm Senâî hazretleri, hakikati göremeyen ve kabul etmeyenlerle alâkalı olarak şöyle bir misâl anlatır:
"Vaktiyle bir şehrin sâkinleri âmâ olup görmezlermiş. Zamanın sultanı da, bu şehre yakın bir yerde fil besletirmiş. Âmâ olan şehir sâkinleri, filleri merak etmişler ve aralarından birkaç kişiyi seçip oraya göndermişler. Giden heyettekiler geri dönünce, kendilerine göre fili tarif etmeye başlarlar. Filin sadece kulağına dokunan;
-Halı gibi sert yassı ve geniş bir yaratıktır der. Filin hortumuna ellemiş olan, buna îtirâz eder ve;
-Hayır, hayır, hiç de öyle değil. Bir su hortumu gibidir. Ben doğruyu söylüyorum. İçi boştur der. Filin sadece ayaklarına dokunan, diğer ikisine itirâz eder ve;
-Ey insanlar, biliniz ki o öyle değildir. O yukarı doğru genişleyen bir kolon, bir sütun gibidir der. Her biri, filin bir parçasını tanıdığı için büyük hatâlara düşmüşlerdir..."
Netice olarak, selîm olmayan akılların, yanıldıkları için, hakîkati, doğruyu kabul etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Âmâ olanın güneşi görmemesi, güneşin yokluğunu göstermez. Bunun için, hakikati, doğruyu göremeyen ve inkâr edenlerin, bu inkârlarının bir kıymeti olmaz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.