"Bir kimse yalnız bana güvenirse"

A -
A +

Allahü teala buyurdu ki: "Bir kimse, her şeyden ümit kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi, ona zarar yapmaya, aldatmaya uğraşsalar, onu elbette kurtarırım."

Tevekkül, kalpte hâsıl olan bir hâldir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsânının pekçok olduğuna îmân etmekle hâsıl olur. Bu hâl, kalbin vekîle güvenmesi ve ona inanması, onunla rahat etmesidir. Böyle bir insan, dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından üzülmez.

Allahü teâlânın, rızkı göndereceğine güvenir. Tevekkül için, hem kuvvetli îmân, hem de kuvvetli kalp lâzımdır. Böylece, kalbinde şüphe kalmaz. İtimâd ve rahatlık tam olmadıkça, tevekkül tam olmaz. Çünkü tevekkül, kalbin, her işte, Allahü teâlâya itimâd etmesi, güvenmesi demektir. Allahü teâlâ, Dâvud aleyhisselâma; (Bir kimse, her şeyden ümit kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi, ona zarar yapmaya, aldatmaya uğraşsalar, onu elbette kurtarırım) meâlindeki âyet-i kerîme ile vahiy göndermiştir.

Devamlı ibâdetle meşgul olan sâlih bir kimseye;
-Her gün ibâdet ediyorsun. Ne yiyip, ne içiyorsun? diye suâl edilince, cevap olarak, dişlerini gösterir. Yani değirmeni yapan, suyunu gönderir demek ister.

Abdullah bin Mübârek hazretleri, bütün din büyükleri gibi, her şeye ibret nazarı ile bakar ve gördüklerinden de ibret alırdı. Soğuk bir kış günü Nişâbur pazarında giderken, sırtında yalnız bir gömleği olduğu için üşüyüp titreyen bir köleye rastlar ve ona;

-Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı? deyince köle;
-Efendime ne söyleyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor, cevabını verir. Kölenin bu cevabı üzerine Abdullah bin Mübârek hazretleri kendinden geçer, bayılır. Kendine geldiğinde;
-Sabrı ve kanâati bu köleden öğreniniz, buyurur.

Netice olarak Allahü teâlâ, her şeyi yaratmak için bir sebep yaratmıştır. Bu sebeplere yapışmamak, tevekkül değil, ahmaklık olur. Meselâ, aç iken, bir şey yemeyip, Allah isterse beni yemeden doyurur veyâ ben elimi sürmeden ekmeği, yemeği ağzıma gönderir demek, tevekkül değil, aptallıktır. Tecrübe ile anlaşılan, sebeplere bağlı işlerde tevekkül, sebebi bırakmak değil, ilim ve hâl ile tevekkül etmektir. İlim ile tevekkül, açlıktan kurtulmak için sebepleri, yani eli, ağzı, dişi, mideyi, sindirim sistemini, yemekleri, ekmeği, fizyolojik hareketleri, hep Allahü teâlânın yarattığını bilmektir. Hâl ile tevekkül, kalbin, Allahü teâlânın ihsânına güvenmesi, yemeye, ele, ağıza, sıhhate güvenmemesidir. El, bir ânda felç olabilir. İnsan bir gün, sindirim hastalıklarına tutulabilir. Yemek, faydalı olmayabilir. O hâlde, gıdânın yaratılmasında ve önüne gelmesinde, sindirilmesinde kendi hareketine, kuvvetine değil, Allahü teâlânın fazlına, iyiliğine güvenmelidir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.