İSRAİL'İN MESCİD-İ AKSA'YA SALDIRISI

A -
A +

1967'de İsrail'in işgali başladığından bu yana Kudüs uluslararası hukuka tamamen aykırı birçok uygulamaya sahne oldu. Her şeyden önce, işgalin kendisi gayrimeşru ve yasa dışıdır. İsrail Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararının açık hükmüne rağmen Altı Gün Savaşı sırasında ele geçirdiği Arap topraklarından çıkarılamadı. İsrail Meclisi'nden (Knesset) 1980'de geçen Kudüs Kanunu'yla, "tam ve birleşik Kudüs'ün İsrail ülkesinin başkenti" olduğu ilan edildi. Yani bir kez daha uluslararası hukuk çiğnenerek Doğu Kudüs İsrail tarafından ilhak edildi. BM Güvenlik Konseyi'nin 478 sayılı kararıyla İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhakı kınanmış olmasına rağmen, İsrail'in tutumunda hiçbir değişiklik olmadı. Dahası bu kararın çıkmasını veto etmeyen ABD 1990'lardan itibaren birleşik Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını çeşitli kereler açıkladı.

1993'te Filistinliler ile İsrail arasında imzalanan Washington İlkeler Bildirgesi (Oslo Anlaşması) taraflar arasında bir barış süreci başlamıştı. Fakat Kudüs'ün statüsünün de hükme bağlanacağı nihai antlaşma 21 yıldır bir türlü imzalanamadı. İşgal altındaki topraklara yerleştirilen Yahudilerin durumu ve topraklarından sürgün edilen Filistinlilerin dönüşü üzerindeki anlaşmazlıklar barış sürecinin kilitlenmesinin temel sebeplerindendir. Fakat en az bu konular kadar can alıcı bir anlaşmazlık noktası da Kudüs'ün statüsüdür.

Filistinliler Kudüs'ün başkent olduğu bağımsız bir devlet arzu etmekte İsrail ise bu şehirden asla vazgeçmeyeceğini her fırsatta dile getirmektedir. Taraflar arasında yeniden müzakere ihtimalinin belirdiği ya da uluslararası kamuoyunun Filistinlilerin haklarını gözeten bir tavır takınmaya başladığı her dönemde, İsrail Kudüs üzerindeki baskılarını artırdı. 1987-1990 döneminde devam eden Birinci İntifada sırasında Doğu Kudüs'te oturan Filistinlilere seyahat kısıtlaması getiren İsrail, Mescid-i Aksa'ya girişleri de sınırlandırdı.

2000'de Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında ABD'de yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan müzakerelerin hemen ardından, Likud lideri Ariel Şaron beraberinde 1500 kadar silahlı Yahudi yerleşimciyle birlikte Mescid-i Aksa'nın da bulunduğu Harem-ül Şerif'e girdi. Bu saldırı İkinci İntifada'yı körükledi. İkinci İntifada sırasında yaklaşık 3000 Filistinli İsrail askerleri tarafından katledilirken, Oslo Anlaşmalarının getirdiği olumlu hava tamamen yok oldu. Bu arada başbakanlık koltuğuna oturan Şaron, Filistinlilere karşı son derece sert önlemler aldı; Filistin şehirlerini birer açık hava hapishanesine dönüştüren duvarlar inşa ettirdi.

1967'den beri İsrail'in Kudüs'teki en önemli büyük hedeflerinden biri Hazreti Süleyman Mabedi'nin kalıntılarına ulaşmaktır. Ağlama Duvarı (Batı Duvarı) bu mabedin ayakta kalan tek bölümüdür. İsrail 1970'lerden itibaren bu bölgede arkeolojik çalışma görüntüsü altında kazılar yapmakta, rastgele açılan tüneller Mescid-i Aksa'yı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. İslam ülkelerinden gelen tüm tepkilere rağmen İsrail hükümeti tünel çalışmalarını sürdürmektedir.

İsrail askerlerinin ve Yahudi yerleşimcilerin geçen haftaki son tecavüzü, 1967'den bu yana sürdürülen Mescid-i Aksa'ya yönelik sistematik saldırıların son halkasını oluşturmaktadır. Saldırının zamanlaması bunun "sıradan bir provokasyon eylemi" olmadığını göstermektedir.

Netanyahu, IŞİD dolayısıyla ABD'de Müslümanları, teröristlerle eşit tutan görüşlerin güç kazandığı bir dönemde bu saldırı emrini vermiştir. Saldırının İsveç, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin Filistin'i devlet olarak tanımaya hazırlandıkları günlerde gerçekleşmesi de tesadüf değildir. ABD'deki seçimlerde İsrail sağıyla yakın ilişki içinde olan Cumhuriyetçilerin zafer kazanması da Netanyahu'yu cesaretlendirmiştir. Son olarak İslam Dünyasının "Arap Baharı" dolayısıyla yaşadığı bölünmüşlük de, bu adımı atarken İsrail'in göz önünde bulundurduğu bir unsurdur.

Mescid-i Aksa sadece Filistinlilerin ya da Arapların değildir. Müslümanların ilk kıblesi olan bu mekâna yapılan her türlü tecavüz, tüm İslam Dünyasını hedef alır; tüm Müslümanları rencide eder. İsrailli yöneticilerin bunu bilmemesi mümkün değildir. İslam Dünyası olarak isimlendirilen ülkeler kendi iç meseleleriyle ve birbirleriyle uğraşacaklarına güçlü bir siyasi birliktelik sergileyebilselerdi, hiç kimse Müslümanların bu mukaddes mekanını postallarıyla çiğnemeye cüret edemezdi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.