ERMENİ MESELESİNDE 2015'İ BEKLERKEN

A -
A +

1915'in 50. yılı vesilesiyle ilk kez güçlü şekilde örgütlenmeye başladıkları 1965'ten bu yana Ermeni diasporası 2015'e hazırlanıyor. Başlangıçtaki, "1915'i soykırım olarak tüm dünyada tanıtmak" hedefine ulaşamamış olsalar da, 1915'i "soykırım" olarak tanıyan hatta "inkârını yasaklayan" ülkelerin arasında Türkiye ile ittifak ilişkisi içinde bulunanların oluşu, dahası bu sayının önümüzdeki yıl boyunca artma ihtimali Ankara'yı elbette rahatsız ediyor. 2015'in "soykırım" iddialarının aralarında ABD'nin de yer alacağı çok sayıda ülke tarafından tanındığı bir zincirleme travmalar yılına dönüşmemesi için Türkiye bir süredir çok yönlü bir "2015 Stratejisi" yürütüyor.

Söz konusu stratejinin başlangıcını 2009'da Ermenistan'la imzalanan fakat yürürlüğe girmeyen protokollere kadar götürmek mümkünse de, aslında 23 Nisan 2014'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanken yayımladığı "1915 mesajını" bir milat olarak almak herhalde daha doğrudur. Türkiye'de, Ermenistan'da ve Azerbaycan'da çok tartışılan söz konusu mesajda bir yandan "ortak acı" vurgusu yapılmakta diğer yandan da olup bitenlerin "adil hafıza" temelinde objektif biçimde değerlendirilmesi çağrısında bulunulmaktaydı.

Birçok uzman tarafından, 23 Nisan mesajıyla Türkiye'nin 1915 konusunda bir paradigma değişikliğine gittiği, bunun sıradan bir konjonktürel açılımın ötesinde uzun yıllara damgasını vuracak kalıcı bir çözüm için atılan en önemli adım olduğu değerlendirmeleri yapılmıştı. Peki Türkiye bu çizginin bir adım ötesine geçecek mi? Türkiye'nin paradigma değişikliği, soykırım iddialarını savunanları daha uzlaşmacı bir tavır içine sokacak mı?

Ermenilerin "soykırımın" başladığı gün olarak andıkları 24 Nisan'a sadece beş ay kalmışken yukarıdaki iki soruya cevap vermek hâlâ güç. Bu konuda sinir bozucu bir belirsizlik hakim.

Evvela 23 Nisan 2014 açıklamasının "bir adım ötesine" geçme konusunu tartışalım.

Açıklamada 24 Nisan'ın Ermeniler için "özel anlam" taşıdığı; "Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamanın ve paylaşmanın bir insanlık vazifesi" olduğu; Türkiye'nin, "20. yüzyılın başındaki şartlarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını" dilediği ve onların "torunlarına taziyelerini" ilettiği ifade ediliyordu. Açıklamada ayrıca Türkiye'nin meseleye nasıl yaklaştığı yeni boyutlarıyla ortaya konuyordu.

Türkiye'nin o zamana kadarki tutumundan gerçekten de epey farklılık gösteren bu ifadelerin ötesine geçilmesi mümkün değil. Zaten söylenebilecek her şey söylenmiş. İlk defa resmî bir ağızdan 1915 tehcirinin "gayri insani" olduğu dile getirilmiş. Hayatlarını kaybedenlerin huzur içinde yatmaları temennisinde ilk defa bulunulmuş.

Türkiye tarihsel gerçekleri bir kenara bırakıp, sırf ülkenin üzerinde yoğun bir baskı var diye 1915'in bir "soykırım" olduğunu kabul etmeyeceğine göre, Ermenilerin bu ifadelerden fazlası için beklenti içine girmesi anlamsız. Yani, eğer muratları Türkiye ile sorunlarını çözmek, sınır kapısını açtırmak, diplomatik ilişkilerin kurulmasını sağlamak ise Ermenilerin de bu gerçeğin farkına vararak, mevcut zeminde bir yakınlaşma arayışına girmesi gerekiyor.

Ermeniler tek ve homojen bir bütün oluşturmuyorlar Ermeni diasporasının "1915'in soykırım olduğu" dışında bir yaklaşımı, kendi varlık nedenlerini ortadan kaldırabilecek derecede tehlikeli gördüğünü unutmayalım. Onlar için Türkiye'nin "soykırımı" tanımasından ziyade, ABD'nin tanıması ve Türkiye üzerindeki baskıların artması daha önemli. Aksini düşünmek ve Ermeni diasporasının "soykırımdan" vazgeçerek, Türkiye'nin yeni yaklaşımını kucaklamasını beklemek gerçekçi olmaz. Diaspora uzattığımız eli tutmazsa da kıyamet kopmaz!

Türkiye'nin vicdani duruşunun, akılcı, olumlu ve yapıcı tutumunun mutlaka karşılık bulacağını ve bu konunun artık Türkiye'nin sırtında bir yük olmaktan çıkacağını savunanlara katılmıyorum. ABD'nin veya başka devletlerin Türkiye bu olumlu açılımı yaptı diye 1915'e ilişkin yorumlarını değiştireceklerini de hiç sanmıyorum. İsviçre'nin temyiz başvurusu üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Büyük Dairesi'nin Perinçek davasıyla ilgili nihai kararını büyük ihtimalle Nisan 2015'de verecek olması da beni endişelendiriyor. Demek ki, İsviçre Türkiye'nin yeni açılımını yeterli görmemiş. Konu bu gidişle "ifade özgürlüğü" meselesi olmaktan çıkıp, uluslararası bir mahkemenin 1915'i "soykırım" olarak tanımasına kadar gidebilir.

Umarım bunların tümünde yanılan ben olurum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.