Avrupa Birliği'ne vizesiz gidiş

A -
A +

Türkiye ile AB arasında Aralık 2013’te imzalanan ve uzunca bir süre nasıl ve ne şekilde işletileceği belirsizliğini koruyan vize muafiyeti ve geri kabul rejimi konusunda çok önemli bir noktaya gelindi. Taraflar arasında varılan mutabakata göre -her şey takvime uygun seyrettiği takdirde- Türkiye mart ayına kadar gerekli yasal düzenlemeleri bitirecek, AB aynı ay içinde konuya ilişkin raporunu yazacak, yaz aylarında deneme mahiyetinde uygulamalar başlayacak ve Ekim 2016 itibariyle AB’nin kapıları Türk vatandaşlarına vizesiz olarak açılacak.

“Mülteci sorunu yaşanmamış olsaydı AB bu noktaya gelir miydi?” sorusunu artık bir kenara bırakalım. “AB Türkiye’ye zaten hak etmiş olduklarını veriyor, yeni bir şey yok” değerlendirmesini yapmanın da hiçbir anlamı yok. Ortada Türkiye ve Türk vatandaşları açısından pozitif bir durum var. Gelinen noktayı neden olumlu bulduğumu izaha çalışayım:

Taraflar arasında daha evvel akdedilmiş anlaşmalar icabı Türk vatandaşlarının zaten vizeden muaf olması gerektiği söylense de ortada bir de gerçek durum var. AB ülkeleri AB ile müzakerelere başlamamış ülkelere bile vizeyi kaldırıyorken Türkiye için aynı uygulamayı yapmaktan uzak duruyordu. 2013’teki protokollere rağmen birçok AB üyesi ülkenin hükümetlerinin isteksizliği sebebiyle, 2016’da vize rejiminin değişmesi öngörülmüyordu. Şüphesiz, Türkiye’ye haksızlık yapılmakta ve çifte standart uygulanmaktaydı. Bu tutumu değiştirmek için AB başkentleri üzerinde kullanabileceğimiz herhangi bir baskı aracı maalesef yoktu ki, bir gün bu hakkın kendiliğinden sağlanabileceğini hayal edelim. Aksine, AB ülkelerinde Türk ve İslam karşıtı siyasal hareketler güç kazandıkça, vizesiz seyahat günden güne bir masaldan ibaret hâle gelmekteydi.

Tam bu noktada yazın başlayan mülteci akını AB başkentlerinde soğuk duş etkisi yaptı. Vatandaşlarımızın vizesiz girişine en ateşli biçimde karşı çıkan hükümetler bile, söz konusu mülteci akınının Türkiye sınırında kesilmesi karşılığında, vizeleri kaldırmaya yeşil ışık yaktılar. Hayalleri bir kenara bırakıp, gerçek durum üzerinden analiz yaptığımızda, terazinin bir kefesinde yıllardır arzu edilen ama kısa vadede gerçekleşmesi mümkün görülmeyen vizelerin kalkması diğer kefesinde ise zaten sayıları 2 milyonun üzerine çıkmış olan mültecilerin Türkiye’de kalması var. Hangisi ağır basar? Şayet, ülkelerindeki kriz sona erdiğinde mültecilerin büyük bölümünün de ana vatanlarına geri döneceklerini hesap ederseniz, birkaç yıl içinde elimizde Avrupa’ya vizesiz gidiş bir kazanç olarak kalacak.

Unutmayalım ki, dünya tarihi boyunca hiçbir savaş sonsuza kadar sürmedi. Suriye krizi de eninde sonunda bitecek. İç savaşın ne zaman biteceğini bilemeyiz. Yeni Suriye’nin siyasi yapısının üniter mi, federatif mi, yoksa konfederatif mi olacağını bugünden kestiremeyiz. Ama hangi yapı üzerinde uzlaşılırsa uzlaşılsın, bir süre sonra Suriye’de de suların durulacağını söyleyebiliriz. O zaman da Türkiye’de kalmaya devam etmek isteyenler, ya da AB ülkelerine geçmeye çalışanlar olacaktır. Fakir topraklardan zengin olana, gelişmemişten, gelişmişe, işin olmadığı yerlerden olan yerlere göç Suriye krizi hiç yaşanmamış olsaydı bile yüzyüze kaldığımız bir olgu değil mi?

Kaldı ki, varılan mutabakat sayesinde Türkiye’nin bugüne kadar kendi imkânlarıyla temin etmeye çalıştığı mültecilerin hayat şartlarının düzeltilmesi konusunda AB kaynaklarından da ilk defa dişe dokunur bir katkı sağlanacak. Yeterli mi? Kesinlikle hayır! 28 AB ülkesinin teklif ettiği miktar, Türkiye’nin bu biçare insanlar için yaptığı harcamanın yarısına bile tekabül etmiyor. Peki hiç yardım yapmasalardı daha mı iyiydi? Bir noktadan sonra, mülteciler için yapılan harcamalar Türkiye ekonomisi için sürdürülebilir olmaktan çıkmayacak mıydı? Dolayısıyla, bardağa hep boş tarafından bakmamak lazım.

Konuya olumlu tarafından yaklaşırken hangi unsurları “olmazsa olmaz şart” olarak gördüğümü yazının sonuna bıraktım.

Birincisi, vizelerin kalkması tüm AB ülkeleri için geçerli olmalıdır. Hiçbir ülkenin, “ben hariç” ya da “şu tarihe kadar ben hariç” demesi kabul edilemez.

İkincisi, vize tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için kaldırılmalıdır. Belli iş kollarında çalışanlara özgü, hele hele öğrencileri dışarıda bırakan bir düzenleme baştan sakat olur.

Üçüncüsü, AB’ye aday bazı ülkelere Türkiye’den önce uygulanmaya başlanan rejimden daha az avantaja sahip, Türkiye’ye ekstra engeller çıkartan bir rejim de kabul edilemez. Türkiye’nin vizelerin kaldırılması karşılığında ne kadar büyük bir yükün altına girdiği hesap edilirse, 2016 Ekiminden sonra Türk vatandaşlarına AB ülkelerinin sınırlarında hiçbir kısıtlayıcı muamelenin yapılmaması gerekir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.