Türk dış politikasında 2016’nın gündemi

A -
A +
2015 Türk dış politikası açısından 2003’ten bu yana en yoğun yıl oldu. Suriye’de devam eden kriz sebebiyle bir yandan sınırlarımızdaki güvenlik hassasiyeti yükselirken, diğer yandan da bölgeden gelen mültecilerin sayısı her geçen gün arttı. Suriye ve onunla bağlantılı gelişmeler doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye’nin ABD, Rusya, İran, Irak ve Arap Birliği ile olan ilişkilerinde gerginlikler yaşanmasına yol açtı. Sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesiyle Ankara-Moskova hattında yükselen gerilim yeni yılın ilk günlerinde de sürüyor. 2016’da karşılıklı atılacak adımlarla problemin daha da büyümesinin önüne geçilebilir. Ama belli ki, Suriye merkezli olarak Orta Doğu konuları Türk dış politikasıyla uğraşanların mesailerinin çok büyük bir bölümünü almaya devam edecek.

Öte yandan, 2015’te bir süredir buzdolabında olan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine yeni bir heyecan geldi. Her şeyin planlandığı gibi gitmesi durumunda ekim ayında Türk vatandaşlarına AB tarafından vize uygulanmasına son verilecek. Şahsen ben Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda gibi bazı devletlerin son anda yan çizebileceğinden hâlâ endişeliyim. İngiltere ise zaten alan dışı.

Geçen yılın son aylarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan karar çerçevesinde çatışan taraflar arası görüşmeler için yeni bir zeminin belirdiği Suriye meselesi Türkiye’nin en önde gelen dış politika konusu olmayı sürdürecek. DAEŞ’le mücadele konusunda ABD ve diğer müttefik ülkelerle iş birliğinin kapsamı genişleyebilir. Fakat Suriye’nin kuzeyindeki PYD unsurlarının faaliyetleriyle ilgili olarak su yüzüne çıkan Ankara-Washington görüş ayrılığının giderilebilmesi için gerekli şartların oluşması mümkün gözükmüyor. Washington PYD’yi siyasi ve askerî olarak desteklemeyi sürdürüyor. Ankara’nın bölücü örgütle organik bağ içindeki PYD’nin daha geniş bir alan kazanmasına göz yummayacağını defalarca açıklamış olduğunu akılda tutarsak, üç durumla karşılaşabiliriz.

Birincisi, Türkiye ABD’yi ikna edebilir ve Amerikalılar PYD’yi de terör örgütü saymaya başlayarak, yardımı kesebilirler.

İkincisi, ABD Türkiye’yi, DAEŞ’le mücadele devam ederken PYD’yi desteklemek zorunda oldukları konusunda ikna eder ve Türkiye bu örgütün Fırat’ın batısına geçmesiyle ilgili ilan ettiği çekincelerden vazgeçebilir.

Üçüncüsü, ABD ve Türkiye arasında mutabakat sağlanamaz. PYD’nin Türkiye’nin hayati çıkarlarını tehdit ettiği değerlendirmesini yapan Türkiye tek taraflı olarak askerî müdahalede bulunabilir.

Türkiye’nin Bağdat yönetimi ve Arap Birliği ile ilişkilerini geren Musul konusunda 2016’da kademeli bir yumuşamaya gidilmesini bekleyenleriniz olabilir. Ama mesele Musul’un DAEŞ’ten temizlenmesinin ötesinde daha derin bir konudur. Ankara Irak’ın kuzeyinde nasıl bir siyasi yapı olmasını istediğini kendi içinde bir süredir tartışmaya devam etmektedir. Eş zamanlı olarak Irak ve Suriye’de artan İran etkisinin Türkiye’nin çıkarlarına ne kadar zarar verebileceği de değerlendirilmektedir. Kendi sınırları içindeki gelişmelerle de doğrudan bağlantılı olan bu konuda Ankara’nın sağlıklı ve sonuç odaklı adımlar atabilmesi ancak ülke bütünlüğüne yönelik bölücü terör tehdidinin giderilmesiyle mümkün olabilir. Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki pozisyonuna bağlı olarak İran ve Rusya’nın bölücü teröre verdiği destek de şekillenecektir.

Geride bıraktığımız yılın dış politikadaki sürpriz gelişmesi Ankara ile Tel Aviv arasındaki anlaşmazlıkların çözülmeye yakın olduğuna dair açıklamalardı. Bazı kesimlerden gelen ‘Mavi Marmara tazminatı’ ve ‘Gazze ablukası’ odaklı itirazlara rağmen Ankara’nın yeniden yakınlaşma iddialarını yalanlamamış oluşu, dahası Gazze ablukasının Türkiye için hafifletilmesinin de yeterli olabileceği şeklindeki resmî açıklamalar, 2016’da karşılıklı olarak ilişkilerin büyükelçilik seviyesine çıkarılması ihtimalini güçlendiriyor.

Her ne kadar Türkiye-İsrail yakınlaşmasının Doğu Akdeniz’deki doğalgazın Türkiye’ye aktarılmasına imkân sağlayacağı söylense de, söz konusu projenin fizibilitesi, finansmanın temini ve inşaatı için en az beş yıllık bir süre gerekiyor. Yani bugünden yarına olacak iş değil. Ayrıca, İsrail’in kendisinin ilan ettiği enerji alanlarının bir bölümünde Filistin devletinin de payı olduğunu, dolayısıyla bunun şimdiden bir uluslararası hukuk sorunu hâline gelmeye başladığını da unutmamalıyız.

Doğu Akdeniz deyince akla Kıbrıs da geliyor. Ada’daki gelişmeler 2016’nın Türk dış politikasını çok meşgul edecek. Zira çok büyük ihtimalle bahar aylarında Ada’nın iki tarafında çözüm referandumu yapılacak. İki ihtimal var. Ya tarafların ikisi de ‘evet’ diyecek ve Ada’da yeni düzene geçilecek, ya da Annan Referandumunda olduğu gibi taraflardan biri ya da ikisi birden çözümü reddedecek. İki ihtimalde de Türkiye’nin yoğun diplomatik çaba göstermesi gerekecek. Birleşme durumunda, Ada’daki Türk askerî varlığının durumu, Türkiye’nin yatırımları ve tazminatlar başta olmak üzere birçok konu bu kez BM ve AB düzeyinde Ankara’nın dikkatine sunulacak. Çözüm olmaması hâlindeyse, Türkiye’nin KKTC konusunda bugüne kadarkinden ‘farklı’ bir tavır içine girmesi beklenebilir. Yani 2016’da Kıbrıs’ta dananın kuyruğu kopabilir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.