“Ba'de harab-ül Haleb” dememek için

A -
A +
Rusya’nın desteğiyle ilerleyen rejime bağlı birlikler Halep’i ele geçirmek üzere. Daha önce Türkiye’ye sığınmış iki milyona yakın Suriyeli mülteciye yeni yüz binlerin eklenmesi yakın. Can havliyle Türkiye sınırına yayılan insanlar endişe içinde bekliyorlar. Kurgulanma mantığı itibariyle başarısızlığa peşinen mahkûm olan Cenevre görüşmeleri bir türlü yapılamıyor. ABD ve AB üyesi ülkeler manzarayı uzaktan seyrediyor. Türkiye’nin defalarca dile getirdiği uçuşa yasak bölge/güvenli bölge kurulması çağrıları kimseden somut destek görmüyor. Rusya hiçbir insani kaygı taşımadan ve uluslararası hukuka gözlerini kapayarak, daha önce Çeçenistan’da yaptıklarını bugün Suriye’de yapıyor. Mültecileri taşıyan teknelerin Ege’nin sularına gömüldüğü ve onlarca insanın öldüğü haberlerini her gün okumaya devam ediyoruz. Suriye’de yaşananların Türkiye’nin kendi iç güvenlik sorununu nasıl derinleştirdiğini son bir yıl içinde çok daha yakından görüyoruz. Uzun sözün kısası, Suriye’de işler iyi gitmiyor.

Önümüzde iki seçenek var. Birincisi, bir gün rejimin devrileceğini, Suriye halkının tüm kesimlerinin temsil edileceği bir barış masası kurulacağını, ABD ve AB’nin insani ve ahlaki bir çözüm için daha kararlı şekilde devreye gireceklerini, Rusya’nın insafa gelerek rejime verdiği desteği keseceğini, İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’ye soktuğu silahlı güçlerini geri çekeceklerini, mülteci akınının kesileceğini, hatta mültecilerin ülkelerine geri döneceklerini düşünmeye devam ederek, bütün bunlar olacakmış gibi siyaset üretmek.

İkincisi, Rusya’nın devreye girmesi ve Batı’nın “başını kuma gömmesiyle” birlikte Suriye meselesinde artık bir paradigma değişikliği olduğu acı gerçeğini -istemeyerek de olsa- kabullenerek, yeni durumun gerektirdiği şekilde hareket etmek.

Birinci seçenekte dile getirdiğim hususların gerçekleşmesini kim istemez? Keşke, Türkiye’nin başından beri savunmuş olduğu sorunun çözümüne yönelik fikirleri başta müttefiklerimiz olmak üzere “uluslararası toplum” desteklemiş olsaydı da, bugün çatışmayı nasıl sona erdirebileceğimizi değil, demokratik Suriye’yi nasıl inşa edebileceğimizi konuştuğumuz huzur ve barış ortamı tesis edilmiş olsaydı. Ama öyle olmadı. Bundan sonra da -kısa vadede- olmayacak.

Maalesef önümüzdeki süreçte Suriye’de meydana gelecek her gelişme Türkiye’nin endişelerinin daha da artmasına sebep olan sonuçlar doğuracaktır. Suriye’de değişen manzaranın dayattığı yeni şartların iyileşeceğini umarak geçirdiğimiz, yeni duruma göre manevra yapmaya başlamadığımız her bir gün, Suriye bağlantılı artan sıkıntılara şahit olmaya devam edeceğiz.

Suriye’nin, krizin başlamasından önceki günlerine dönmesi mümkün değildir. Çatışmalar şu veya bu şekilde sona erdiğinde güçlü bir merkezî otoritenin yönettiği üniter bir yapının kurulacağı beklenmemelidir. Bu hedefe dönük her girişim beyhude çabalardan ibarettir. Çatışma sonrası Suriye’nin federal ya da konfederal bir sistemle yeniden yapılandırılacağı yönünde ağırlık kazanan bir kanaat vardır.

Masada birçok soru cevap beklemektedir. Evvela nasıl bir Suriye istediğimize gerçekçi bir yaklaşımla karar vermeliyiz. Ardından, aynı görüşü paylaşanlarla yoğun bir diplomatik temas içine girerek, bundan sonraki süreçte kendi benimsemiş olduğumuz çözüm önerisinin hayata geçebilmesi için gayret göstermeliyiz. 

Hâlihazırda, ne bölgesel güçlerin ne de ABD ve AB üyelerinin Suriye hakkındaki görüşleri Türkiye’ninkilerle benzerlik taşımaktadır. Türkiye’nin tek başına, kendi çözüm önerisini diğer devletlere kabul ettirme ihtimali olmadığına göre, en azından çoğunluğun kabul edebileceği asgari müşterekler üzerinde uzlaşmaya varılmalıdır. Böyle bir mutabakat sağlanmadan, Suriye’de çatışan tarafları bir masa etrafında toplamanın ve çözümü kendi aralarında tartışarak bulmalarını beklemenin de zaman kaybından ibaret olduğu nettir.

Konunun insani yönü, siyasi ve askerî yönünün çoktan önüne geçmiştir. Bir an önce ateşkes ortamı tesis edilmeli ve ölümle yüz yüze kalan milyonlarca insana temel ihtiyaç malzemeleri ulaştırılabilmelidir.

Bosna’dan Kosova’ya birçok kriz gösterdi ki, bundan yıllar sonra kimse barış masasının nasıl kurulduğunu hatırlamayacak. Herkesin hatırlayacağı, milyonlarca hayatı yok eden acımasız savaşın bir gün bitiverdiği olacak. Çatışma derhal bitmeli. “Ba'de harab-ül Haleb” çok geç olacak...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.