NATO’nun yeni tehditlerle imtihanı

A -
A +
Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) Varşova’da düzenlenen devlet ve hükümet başkanları zirvesinin ana başlığı ‘güney kanadının güvenliği’ olarak belirlenmişti. İlk bakışta bu ana başlık altında dört konu yer alıyordu. DAEŞ terör örgütüyle, Taliban’la, İran’dan algılanan füze tehdidiyle ve Arap Baharı sonrası yaşanan mülteci dalgasından kaynaklanan sorunlarla mücadele. Fakat bu dört alt başlığın yanında, en az onlar kadar önemli bir diğer konu da Rusya’nın Baltıklar'da, Karadeniz’de ve Akdeniz’deki faaliyetlerinin doğurduğu endişelerin nasıl giderileceğiydi. Son olarak, siber güvenlik, üye ülkelerin savunma harcamalarını artırmaları ve Avrupa Birliği ile iş birliğinin güçlendirilmesi konuları da Varşova Zirvesi’nin gündeminde yer almaktaydı.
Dışarıdan bakıldığında dünyanın en güçlü askerî ittifakı görüntüsünü veren NATO, birçok konuda etkili çözümler üretmekten uzak olduğunu Varşova Zirvesi’nde de gözler önüne serdi. Kurulduğu 1949’dan bu yana tüm NATO zirveleri göz önünde bulundurulduğunda teşkilatın bu kadar zayıf, bu kadar çaresiz ve bu kadar liderlikten mahrum bir döneminden daha söz edilemez. Bunun başlıca beş sebebi var...
Birincisi 1991’deki Roma Zirvesi’nden bu yana sürekli şekilde yeni şartlara uyum sağlamaya çalışan NATO’nun dönüşme hızının, dünyadaki tehditlerin dönüşme hızının gerisinde kalmasıdır. 1999’da Washington Zirvesi’nde Yeni Stratejik Konsept’in kabul edilmesiyle artık bir savunma ittifakı olmanın yanında güvenlik örgütü olarak da işlev göreceğini ilan eden NATO, 11 Eylül saldırılarının üzerinden 15 yıl geçtikten sonra bile üyelerini hedef alan terörist faaliyetlerin kökünü kurutamadı. Terör örgütlerinin yapısı, faaliyet alanları, eylem kapasiteleri ve saldırı şekillerinin dönüşüm hızı karşısında NATO’nun mücadele mekanizmasının işleyişi son derece hantal kaldı.
İkinci sebep, NATO’nun caydırıcılık yaklaşımının yeni dönemin tehditleriyle mücadelede bir anlam ifade etmemesidir. 1949’da kurulduğunda Kuzey İttifakı’nın amacı, saldırganı bertaraf edip cezalandırmaktan ziyade, onu herhangi bir NATO üyesine saldırıda bulunmaktan caydırmaktı. Soğuk Savaş boyunca caydırıcılık tıkır tıkır işledi. SSCB, NATO üyelerine saldırmayı göze alamadı. Bugün ise uluslararası terör örgütleriyle mücadelede caydırıcılık kavramı hiçbir şey ifade etmiyor. Alana inip terör örgütleriyle askerî mücadeleye girmek zorundasınız. Tüm NATO üyelerinin ellerini taşın altına aynı oranda koyduklarını söylemek mümkün değil.
Üçüncüsü, NATO’nun ölçeğinin kontrolsüz büyümesidir. SSCB 1991’de çöktüğünde İttifak’ın 16 üyesi vardı. Bugün sayı 28. Yeni üyelerle birlikte NATO’nun ‘müşterek’lerinin tanımlanması çok zorlaştı. ‘Müşterek tehdit’, ‘müşterek komuta’, ‘müşterek savunma’ ve ‘müşterek operasyon’ kavramları son derece kompleks biçimde defalarca yeniden tanımlandı ama bu çabalar yetersiz kaldı. Brüksel’deki NATO Karargâhında sıradan bir ‘müşterek arama kurtarma tatbikatı’nın planlanması bile aylar almaya başladı. Dahası yeni üyeler kendi tehdit algılarını NATO’nun ‘müşterek tehdit’ dosyasına büyük bir iştahla yerleştirmeye çalıştılar. Tabiatıyla, Portekiz’le Estonya’nın, Romanya ile Belçika’nın, Türkiye ile Slovenya’nın öncelikli tehdit algıları birbirinden hızla farklılaşmaya başladı.
Dördüncüsü, NATO üyelerinin savunma harcamalarını giderek kısmasıdır. Siber saldırılar ve terörizm gibi yeni tehditlerle mücadele pahalı savunma sistemlerini de gerekli kılmaktayken, NATO müttefiklerinden sadece beşi, Gayrisafi Yurtiçi Hasılalarının en az %2’sini savunmaya harcama ilkesine uymaktadır. 28 NATO üyesinin ortalaması %1,18’dir. Aralarında İtalya ve Kanada gibi G-8 üyelerinin de bulunduğu 8 üye ülkenin oranı ise %1’in altındadır. ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte’ deyişi NATO’nun bugünkü durumunu veciz biçimde açıklamaktadır.
Beşincisi, NATO’nun bir liderinin olmayışıdır. George Bush’un Irak Savaşı sırasında NATO’da yol açtığı bölünmenin izleri bugün hâlen silinebilmiş değildir. Barack Obama’nın Libya Operasyonu sırasında ‘perde gerisinden liderlik’ etmeyi seçmesi ABD’nin NATO’daki öncü rolünün sorgulanmasını hızlandırmıştır.
NATO’nun bir sonraki zirveye kadar bu sorunların üstesinden gelmesi mümkün değil. İttifak’ın varlık nedenini yeniden tanımlayarak zihniyet değişikliğine gitmesi lazım. Bunun için de, ABD’nin yeniden NATO’da liderliği eline alması lazım. Kim bilir, belki "Kasım Seçimleri"nden sonra...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.