Ege adaları

A -
A +
Gündemimiz epey uzun bir süredir Orta Doğu’daki gelişmeler, Türk-Amerikan ilişkileri ve AB müzakere süreci meşgul ediyor. Ama Türk dış politikasının öncelikli konuları elbette bunlardan ibaret değil. Bilhassa 1960'lardan itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında ihtilafa konu olan Ege Denizi’ne ilişkin problemler henüz kesin bir sonuca bağlanamadı. Ana başlıklarıyla; karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası ve coğrafi formasyonların aidiyetinden kaynaklanan ihtilaflar olarak sıralayabileceğimiz Ege problemleri yakın dönemde iki ülkeyi ciddi seviyede karşı karşıya getirmişti. Halen Yunan tarafının periyodik olarak gerçekleştirdiği provokatif eylemler sebebiyle taraflar arasında sık sık gerginlikler yaşanıyor. 15 yılı aşkın süredir devam eden istikşafi görüşmeler ve tarafların üzerinde mutabık kaldıkları “Ege’de Güven Artırıcı Önlemler” sayesinde her ne kadar Kardak Krizi’ne benzer ağır bir durum ortaya çıkmamış olsa da, Yunanistan Hükûmet üyelerinin hukuksal dayanaktan yoksun bazı açıklamaları birdenbire Ankara-Atina hattında soğuk rüzgârlar esmesine yol açabiliyor. Çözüme kavuşturulmadığı için her zaman potansiyel bir kriz alanı olarak duran Ege konusu Türk Tarih Kurumu’nun geçen hafta düzenlediği “Uluslararası Ege Adaları Sempozyumunda” bütün yönleriyle ele alındı. Bugüne kadar düzenlenmiş en geniş katılımlı bilimsel toplantı olma niteliği taşıyan sempozyuma tebliğleriyle katılan 150'den fazla akademisyen, Ege Adaları’nın tarihî geçmişinden, sosyo-kültürel dokusuna, hukuki statüsünden, iktisadi yapısına kadar birçok konuda çok değerli bilgileri kamuoyuyla paylaştılar. İleride bu konuda yapılacak bilimsel, hukuki ve diplomatik çalışmalara ışık tutacak veriler sunan bu toplantıyı tertip eden Türk Tarih Kurumu’nu ve ev sahibi Dokuz Eylül Üniversitesi’ni tebrik ediyorum. Günümüzde Ege adalarının aidiyeti konusu Türkiye’de en çok tartışılan meselelerden biri olmayı devam ettiriyor. Ege adalarının statüsünü düzenleyen 1912 Uşi, 1913 Londra ve Atina, 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmalarına ve mevcut duruma baktığımızda aşağıdaki dört sonuca ulaşmamız mümkündür: -Ege’deki coğrafi formasyonlardan “ada” olarak tabir edilenlerin kime ait olduğu hususunda büyük oranda bir mutabakat mevcuttur. Trablusgarp ve Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan anlaşmalarla el değiştiren adaların isimleri, yukarıda zikrettiğim antlaşmalarda sayılmış, Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adası ve Anadolu kıyılarından üç mil mesafe içindeki tüm adaların Türkiye’ye ait olduğu tescil edilmiştir. -“Ada”larla ilgili durum böyle olmakla birlikte, daha küçük yani “adacık”, “kaya” ya da “kayalık” olarak tabir edilen coğrafi formasyonların birçoğunun başından itibaren Türkiye’ye ait olduğu, bir bölümünün ise Türkiye’ye mi Yunanistan’a mı ait olduğunun, söz konusu hukuki metinlerde açıklığa kavuşturulmamış olduğu ortadadır. Bunlardan Türk kıyılarına pek yakın olmasına rağmen Yunanistan’ın üzerinde hak iddia ettiği, hatta kendi haritalarında gösterdiği coğrafi formasyonlar da bulunmaktadır. Türkiye, bu gri alanın herhangi bir oldu-bittiyle Yunanistan’ın egemenlik alanı altına sokulmasına karşı çıkmakta, yeri geldiğinde de bu alanlara sızma teşebbüsünde bulunan Yunan teknelerini bölge dışına çıkartmaktadır. -1913’teki hukuki belgelerden başlayarak ilgili tüm metinlerde Doğu Ege adalarının askersizleştirilmiş statüsü uluslararası hukuk tarafından net olarak düzenlenmiştir. Buna rağmen, Yunanistan’ın bu adalara çeşitli zamanlarda askerî tesisler inşa etme faaliyetlerine devam ettiği Türkiye tarafından belgeleriyle ortaya konulmuştur. -Ege problemleri birbiriyle iç içe geçmiştir. Adaların statüsü, karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası gibi anlaşmazlıkların tek tek değil, ancak bütüncül bir yaklaşımla çözülmesi mümkündür. Yunanistan’ın mevcut tutumu devam ettiği sürece bu hususlarda herhangi bir ilerleme temin etmek mümkün değildir.  Son olarak, adaların statüsünü düzenleyen tüm antlaşmalar ve hukuki belgeler Türkçe olarak ulaşılabilir durumdadır. Konuyla ilgili yazılmış çok sayıda bilimsel eser bulunmaktadır. Konuyla ilgilenen ve eksiksiz, derli toplu bir bilimsel çalışma okumak isteyenlere Prof. Dr. Kudret Özersay’ın kaleme aldığı ve Kültür Bakanlığı’nca neşredilen Yaşayan Lozan kitabında yer alan “Adalar Sorunu” başlıklı bölümü tavsiye ederim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.