Koltuk bahane

A -
A +
Avrupa Birliği Konseyi ve Komisyonu başkanlarının Ankara’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmeleri esnasında güya vuku bulan ‘koltuk krizi’ AB ve ABD’de bir çok medya organı tarafından, çok farklı manalar atfedilerek, büyütüldükçe büyütüldü. Hakikatte ne olduğuyla değil, bu hadise üzerinden Tayyip Erdoğan’a ve Türkiye’ye taarruz etmekle alakadar olanların nezdinde, ‘AB’nin üst seviye kadın idarecisinin ayaküstü bırakılıvermesi’ çok büyük bir skandaldı.
AB bürokratlarının ve Türk diplomatların, yaşananların asıl sebebinin Konsey ve Komisyon arasındaki çekişme olduğunu ortaya koyan açıklamaları, Türkiye’ye saldırmanın dayanılmaz keyfini sürmek isteyenlerce tatminkâr bulunmadı. Onlar meseleyi kendi anlamak istedikleri gibi görmeye ve şişirmeye devam ettiler. Hatta İtalya’nın atanmış Başbakanı hızını alamayıp, Türkiye’nin milletçe seçilmiş Cumhurbaşkanı’na ‘diktatör’ deyiverdi. Doğu Akdeniz konusunda iş birliği yapma potansiyelimiz bulunan ülkelerden birinin yöneticisi de olsa, bu terbiyesizliği Türkiye’nin sineye çekmesi elbette beklenemezdi. Nitekim densiz İtalyan’a gerekli cevaplar verildi. Suni koltuk krizinden, evvela Erdoğan için yeni bir karalama kampanyası ardından da Türkiye-İtalya gerilimi çıktı. Arkası da geleceğe benziyor...
Peki, AB ile Türkiye arasında konuşulmaya değer bir gündem olsaydı ve Ankara’daki görüşmede o gündem üzerinde görüş alışverişinde bulunulsaydı koltuk bahane edilir miydi? Tabii ki, bu sorunun cevabı hayır.
İki hafta önceki, ‘AB Oyalamaya Devam Ediyor’ başlıklı yazımda, AB’nin Türkiye ile müzakereler sürdürmek gibi bir niyetinin olmadığını, Türkiye’ye bir aday ülke gibi değil, lalettayin konularda görüşülen sıradan bir ortak gözüyle baktığını belirtmiştim. Ankara görüşmesi bu durumu tam manasıyla teyit ederek, Brüksel’in daha çok uzun bir süre ağzına ‘üyelik müzakereleri’ ifadesini almadan top çevirmeye devam edeceğini gösteriyor.
Bu konuda hep net oldum. Yine kitabın ortasından söyleyeyim: Brüksel’de, Türkiye’nin AB üyeliği hiçbir zaman hakiki bir gündem oluşturmadı. Bundan sonra da Türkiye AB’ye üye alınmaz. 1999’da aday ilan edildiği günden bu yana bütün mesele Türkiye’yi oyalamak ve oyaladıkça siyasi alanda taviz kopartmaktan ibarettir. Şimdi de, AB’nin Türkiye gündemi Doğu Akdeniz ve göç konularında kendi çıkarlarını temin etmekle sınırlıdır. 
Ankara da bunu bilmekte ve yıllar boyunca AB adaylık sürecinin kendisini, nihai hedef olan üyelikten daha fazla önemsemektedir. Adaylık sayesinde ekonomik hem de jeopolitik kazanımlar elde edilebileceği hesaplanmış, içerideki bürokratik oligarşiyle mücadele ve demokratik dönüşüm süreçlerinde de AB bazen bir kolaylaştırıcı, bazen bir hızlandırıcı, bazen bir çıpa, her hâlükârda bir araç olarak kullanılmıştır. Bu fonksiyonlarını kaybettiği noktada AB faydalı bir araçtan ziyade bir engele dönüşme potansiyeline sahip olduğunu bilhassa son 10 yıldır tedricen göstermektedir. Kendi sebep oldukları basit bir protokol meselesini büyüterek Türkiye-AB ilişkilerinin başlıca konusu hâline dönüştürmeye çalışmalarının sebebi, zaten masada dişe dokunur başkaca bir konu olmamasıdır.
Aşağıda sayacağım üç adımın birinin bile atılması hâlinde, AB Türkiye’ye yeniden gerçek bir gündemle –hem de jet hızıyla- gelebilir.
1-İngiltere ile Doğu Akdeniz’de güçlendirilmiş diyalog ve iş birliği sürecinin başlatılması. Kıbrıs adasında taç toprağı bulunan, dolayısıyla bir Akdeniz gücü olan NATO müttefikimiz İngiltere ile ‘eski yılları’ hatırlatan Akdeniz iş birliği Brüksel’dekilerin dikkatini muhtemelen çekecektir.
2-Türkiye ile Mısır ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin normalleşmesi suretiyle, Doğu Akdeniz deniz yetki alanları sınırlandırılmasına matuf teknik görüşmelerin başlatılması. Böylece Doğu Akdeniz’deki Yunanistan-GKRY temelli AB planları anlamını kaybeder.
3-Doğu Akdeniz’de hidrokarbon araştırma ve çıkarma faaliyetleri için Türkiye, Rusya, Azerbaycan, KKTC ve Katar enerji firmaları arasında bir konsorsiyum kurulması. Böylece, enerji kaynaklarının pazarlara aktarılmasında somut bir uluslararası iş birliği ortaya çıkacaktır.
Ankara’ya çantaları boş gelip, koltuk kriziyle gündemi doldurmaya çalışan AB yetkililerine ve AB üyelerine Türkiye’nin uluslararası sistem ve bölgesel dengeler açısından ne anlam ifade ettiğini arada bir hatırlatmak gerekir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.