Filistin meselesinin iç muhasebesi

A -
A +
İsrail, 63’ü çocuk 219 Filistinliyi şehit ettiği saldırılarını cuma günü yürürlüğe giren kararla şimdilik askıya aldı. 1948’den bu yana onlarca kez şahit olunduğu gibi İsrail ilk fırsatta yeniden Filistinlilere saldıracak, bir kez daha Kudüs’ün tamamını ele geçirmek için hamle yapacaktır. Her saldırıdan sonra İsrail biraz daha toprak kazanmakta, Filistinliler üzerindeki baskılarını biraz daha artırmaktadır. Dolayısıyla bu ateşkes kararından sonra da Netanyahu yönetiminin Batı Şeria’da yeni yasa dışı yerleşim birimleri kurmak için adım atması sürpriz olmayacaktır...
Filistin meselesinde adil bir sonuca ulaşmak, sadece İsrail Filistinlilere saldırdığında -o da zorlamayla- atılacak uluslararası adımlarla mümkün olmaz. Ekim ayında, 1991’de başlayan Madrid Barış Sürecinin 30. yıl dönümü. Bu vesileyle Filistin ve İsrail arasında kapsamlı barış görüşmeleri yeniden açılabilirse o zaman belki nihai statü anlaşmasına doğru ilerlemek mümkün olur. Elbette bundan bir netice alabilmek için BM, AB, ABD ve Rusya’nın birlikte hareket etmeleri ve görüşmelerin 2000 yılında tıkandığı dört temel konuda İsrail’i ikna etmeleri gerekiyor. Bu konular, Kudüs’ün statüsü, mültecilerin durumu, yasa dışı yerleşimcilerin durumu ve sınırlar. Dört konunun hiçbirinde İsrail taviz verecek gibi durmuyor. Biden’ın ön şartsız desteğini alan Netanyahu Filistinlilerle barış masasına oturacak son kişi görüntüsünde. Böyle olunca da, Filistin meselesinde adil bir çözümün görüşmeler yoluyla temin edilmesi ihtimali ortadan kalkıyor.
Yaşanan son kriz gösterdi ki, Filistinlilerin dünyadaki en samimi ve etkili dostu Türkiye’dir. Şayet Cumhurbaşkanı Erdoğan geceli gündüzlü çalışarak İslam İşbirliği Teşkilatının (İİT) önde gelen ülkelerinin liderlerini İsrail’in Gazze saldırısı konusunda etkili bir tutum takınmaya davet etmeseydi, İslam dünyası sıradan bir kınamayla olup bitenleri maalesef uzaktan seyretmeye devam edecekti. Erdoğan’ın liderlik etmesiyle İTT meseleyi Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna taşıdı. Başkan Büyükelçi Volkan Bozkır’ın davetiyle toplanan BM Genel Kurulu İsrail’in Filistin’e yönelik politikasının sert şekilde kınandığı konuşmalara sahne oldu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu konuşmasında, Filistin meselesinin çözümüne dair gerçekçi önerilerde bulundu. BM Genel Kurulu devam ederken, uluslararası toplumda İsrail karşıtı dalganın yükselişe geçtiğini fark eden Netanyahu, kerhen de olsa saldırıları kesmeyi kabul etti.
Saldırgan ve genişlemeci siyonistlerin bebekleri öldürmekten çekinmediği son saldırı Türkiye içinde de, bir kez daha turnusol testi fonksiyonu gördü. Her şeyden önce Türk milletinin kahir ekseriyeti İsrail saldırganlığının karşısında ve Filistinlerin yanında yer aldı. TBMM’deki parti grupları Filistin’e destek veren bir açıklamaya hep birlikte imza atmakla kalmadılar, Meclis bünyesinde ilk defa Filistin’deki hak ihlallerini ve işlenen suçları inceleyecek bir komisyon kuruldu.
Medyanın büyük bir bölümü İsrail saldırılarının acımasızlığını ve Filistinlilerin çektikleri acıları anbean aktardı. Bölgede ofisleri bulunan TRT ve Anadolu Ajansı sorumlu ve etkili habercilik anlayışıyla mazlumların sesi oldular.
Türkiye’de birçok meslek odası ve sivil toplum kuruluşu çok net bir tutum sergiledi. Yüksek Öğretim Kurulu ve Türkiye’deki 209 üniversitenin 189’unun rektörü zalimin karşısında ve mağdurun yanında yer aldıklarını imzaladıkları bildirilerle gösterdiler.
Fakat toplumun tüm kesimlerinde aynı hassasiyeti gözlemleyemedik. Dünyanın her konusuyla ilgili oldukları algısını üreten, balinaların neslinin tükenmesi ve kuzey kutbundaki buzulların erimesiyle bile yakından ilgilenen birçok sosyal medya kalemşoru, Filistin’de olup bitenler hakkında bir tek paylaşımda bile bulunmadılar.
Türkiye’de birçok kez muhalif hareketlere öncülük eden, kendi çaplarında “duruş” sergileyen bazı sanatçılarımızın dilinden de İsrail’e yönelik bir tek kınama duyamadık. Bunların daha önceki tutumlarını da bildiğimden çok şaşırmadım. Herhâlde İsrail’i kınarlarsa, Hollywood’dan kendilerine “yağmakta olan” tekliflerin önünün kesileceğini düşünmüş olmalılar!
Ve tabii bazı akademisyenlerimiz… Türkiye ile ilgili her türlü eleştiride sosyal medya paylaşımı yapan, çoğu zaman da kitabın ortasından konuşmak yerine, istihza dolu cümleler kuran bazı uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi akademisyenlerimiz, İsrail bebekleri katlederken “suspus” olmayı tercih ettiler. Bu kişiler yakında yine “uluslararası alanda adalet-insan hakları-hukuk-demokrasi” cümleleri sarf etmeye başladıklarında, Filistin’e bomba yağarken nerede olduklarını soracak birileri çıkar elbet.
İsrail’in hukuk ihlallerini en hafif cümlelerle bile eleştirdiğinizde “Yahudi düşmanı” olarak etiketlenmeniz mümkün. Herhâlde yurt dışıyla fazlaca haşır neşir olan sanatçı ve akademisyen taifemiz böyle bir damga yerlerse bazı kapıların kendilerine kapanacağından korkuyorlar.
Bu kişilerin abartılı endişeleri, İsrail lobisinin gerçekten de “anti-semitizm” yaftasını bir sindirme aracı olarak kullandığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. İsrail’in bu şantaj enstrümanını elinden almanın en etkili yolu, saldırgan siyonistlerle, sıradan İsrail vatandaşı arasındaki ve genel olarak Yahudi toplumu arasındaki farkı ortaya koymak. Türkiye’nin, bir nefret suçu olan anti-semitizimle mücadele ederken, İsrail’in masum Filistin halkına yaptığı zulmü de şiddetle kınadığı gerçeğini daha güçlü şekilde dünyaya ilan etmeyi sürdürmeliyiz...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.