ABD ile bir istikbalimiz var mı?

A -
A +
 
 
Türk-Amerikan ilişkileri yaklaşık 18 yıldır geçtiği türbülanstan bir türlü çıkamıyor. 1 Mart 2003’te TBMM’nin Irak’a saldıracak Amerikan askerlerinin Türkiye’ye kabul edilmesine “hayır” demesiyle başlayan bu krizler dönemi tabiri caizse bitmek bilmiyor.
 
İkili ilişkilerin tarihinin birçok başka problemle dolu olduğunu bilenler için belki de, “Türkiye ile ABD arasında standart olan krizdir. Uyumlu dönemler istisnadır” diyeceklerdir.
 
Fakat herkes kabul edecektir ki, en “kriz-yoğun” dönemde bile bu kadar çok problem bir arada olmamıştı. Dahası çözümü neredeyse imkânsız bu kadar çok konu üst üste yığılmamıştı.
 
En önde gelen konulardan bir kaçını hatırlayalım.
 
FETÖ. Biz, “iade edin” diyoruz. Onlar, kıllarını bile kımıldatmıyorlar. “Misafir” etmeye devam ediyorlar.
 
PYD-YPG. Biz, “silah vermeyin” diyoruz. Onlar, tırlar dolusu silah ve mühimmat vermeyi sürdürüyorlar. Terörist elebaşlarını “general” unvanıyla anıyorlar.
 
F-35. Biz, “parasını ödedik, katkımızı yaptık, programın sahibiyiz” diyoruz. Onlar, “sizi programdan çıkarttık. Uçaklarınızı da, paranızı da vermeyeceğiz” diyorlar.
 
S-400. Biz, “Bize hava savunma sistemi satmadınız. Biz de Ruslardan aldık. NATO kurallarına aykırı bir iş yapmadık. Füzeleri işler hâle getireceğiz” diyoruz. Onlar, “CAATSA’yı ihlal ettiniz. Amerikan düşmanlarıyla iş yaptınız. Amerikan ordusunu tehlikeye düşürüyorsunuz.
 
Sakın ha sistemi açmayın” diyorlar.
 
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs. Biz, “Deniz yetki alanları hakkaniyete uygun çizilmelidir. Türkiye’nin Libya ile deniz sınırı tanınmalıdır. KKTC’nin de egemenlik hakkı vardır” diyoruz. Onlar, “Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Cumhuriyetini tehdit ediyorsunuz. Onlara silah vereceğiz. KKTC’yi de tanımıyoruz” diyorlar.
 
Karabağ. “Minsk Grubu görevini yapmamıştır. Ermeni işgali, Azerbaycan’ın zaferiyle sona erdirilmiştir. Karabağ Azerbaycan’ın bir parçasındır. Statüsü tartışmalı değildir” diyoruz. Onlar, “Minsk Grubunu yeniden aktive edelim ve Karabağ’ın statüsünü ve sınırları tartışalım” diyorlar.
 
Karadeniz. “Montreux Sözleşmesi yürürlüktedir. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri hakkında kısıtlayıcı hükümler bulunmaktadır” diyoruz. Onlar, “Yeni durumlar ortaya çıktı. Montreux’yu esnetin” diyorlar.
 
Filistin. “İsrail’in yasa dışı işgalini tanımayın. İki devletli çözüme destek verin” diyoruz. “Kudüs İsrail’in başkentidir. Golan’ın ilhakı meşrudur. İki devletli çözüm için erken” diyorlar…
 
Hasılı, ihtilaflarımız hem çok sayıda, hem de bunların çözülmeleri çok zor.
 
Ankara her fırsatta Washington ile iş birliği alanlarını artırmaya çalışıyor. Fakat ilişkilerdeki genel karamsar atmosfer birlikte çalışmayı zorlaştırıyor. Mesela Trump döneminde prensip anlaşmasına varılan ticaretin 100 milyar dolarlık bir hacme taşınması yönünde hiçbir olumlu ilerleme olmadı. Afganistan’da Kâbil havalimanının Türkiye tarafından işletilmesi konusunda Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakat,
 
ABD’nin geçiş süreçlerini öngörmeden aniden çekilmesiyle ortaya çıkan yeni durum yüzünden işlerlik bulamadı.
 
Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye-ABD ilişkilerinin tuhaf bir süreçten geçtiğini görüyorsunuz. Zira ABD son 40 yılın en önemli jeo-stratejik hamlesini yapmanın eşiğindeyken Türkiye’yle eskiye nazaran çok daha yakın olmak zorundayken, bize sırtını dönmeyi tercih ediyor.
 
ABD, küresel stratejik yapılanmasının sıklet merkezini bir süredir Avrupa-Atlantik bölgesinden, Asya-Pasifik bölgesine kaydırıyordu. Bu işlemin son halkasını Avustralya ve İngiltere ile imzaladığı stratejik ittifak anlaşmasıyla tesis etti. Maksat Çin’in çevrelenmesi ve etkisizleştirilmesi. Son olarak İran’ın Şanghay İşbirliği Teşkilatına alınması olmak üzere ABD’ye karşı hamlesini yapan Çin’in çevrelenmesi kolay bir iş değil.
 
ABD’nin boşalttığı alanlara Çin devasa adımlarla koşuyor. Afganistan ve onunla bağlantılı olarak Pakistan’da Çin etkisi giderek artıyor. Bu tablo karşısına Washington’un yapması gereken Türkiye gibi bir “müttefikini” yanında tutmaya çalışmak olmalıyken, ABD yönetimi Ankara’yla arasındaki mesafeyi ısrarla açıyor. ABD’nin stratejik bir körlük yaşamakta olduğunu söylemek yanlış olmayacak.
 
Hâl böyle olunca da, Türk-Amerikan ilişkileri için parlak bir istikbalden söz etmek giderek zorlaşıyor…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.