ALTIN MAKAS: SANSÜR

A -
A +
Sultan Hamid devri hep sansür hikâyeleri ile hatırlanır. Halbuki eski dünyada, basının gücünden çekinen bütün hükûmetler, basının üzerinde olabildiğince baskı ve sansür kurmaya çalışmıştır.
 
 
Tanzimat devrinde Sadrazam Âli Paşa’nın otoriter hükümeti zamanında Fransa ve Mısır’a kaçan hükümet aleyhtarı Jön Türkler onlarca gazete neşrederek fikirlerini yaymaya çalıştılar. 1864’de çıkarılan Matbuat (Basın) Kanunu, basın hürriyetini Avrupa’daki misalleri gibi tanzim etmiş; basın suçları için yüksek mahkeme vazifelendirilmişti. 1876 anayasasının 12. maddesi, ‘kanun dairesinde matbuat serbesttir’ der. Bununla beraber 1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra, sansür heyetleri kuruldu; dine, umumi ahlâk ve âdâba aykırı, cemiyeti korkutucu haberler neşredilmesi yasaklandı. Ardından mecmua, kitap ve matbaalar da bu kontrole tâbi kılındı.
 
Ne olur ne olmaz
 
Sultan Hamid, kendi içişlerine karışılmasını istemediği için, diğer ülkelerinkine de karışmak istemezdi. Bu sebeple gazetelerin Avrupalı devletlere ve sefirlerine hürmetkâr davranması, hususî bir ikaz olmadıkça ecnebi hükümetlerin politikalarını tenkit etmemesi, Müslümanlığı yüceltirken, ötekileri aşağılamaması istenirdi. Bu sebeple mesela Japonya Rusya’yı yendiğinde bütün dünya sevinirken, Osmanlı gazeteleri tarafsız davrandı. Padişah, gazetelerde bilhassa Rusların kötülenmesinden fevkalâde çekinirdi. Batı emperyalizmi altında yaşayan Müslüman halklara da ayaklanma değil, İslâmiyete sarılma istikametinde neşriyat yapılırdı.
Avrupa’nın gücünü ve Osmanlı ülkesi üzerindeki emellerini iyi bildiği için, Sultan Hamid, içeride yeknesak bir medya kurup, gücünü dışarıdan gelen tecavüzlere mukavemet yolunda teksif etmeyi strateji hâline getirmişti. Bürosunda telgraf kurmuş, Avrupa matbuatını günü gününe takip eder; bunlara anında cevap verdirirdi. Bu hususlardaki aşırı hassasiyeti fark edildiği için, hep bu zayıf noktası üzerine gidilmiştir.
 
Tiraja bak!
 
Sansür, değer biçmek manasına Latince censere’den gelir. Eski Roma’da umumi ahlak ve adabı kontrol eden sensörler vardı. Devr-i Hamidî’nin sansür heyetleri, faziletli ve ilim sahibi şahıslardan teşekkül ederdi. Fakat ürkeklik sebebiyle kontrolü biraz daha sıkarlar; gazeteler de ne olur ne olmaz diyerek işi biraz da sıkı tutardı. Böylece komik hâller ortaya çıkardı. Padişah sarayının da adı olduğu için ‘yıldız’; önceki padişahın adı olduğu için ‘murad’ kelimesinden çekinilirdi. Siyasi suikastlarda ölenler, kötü niyetlilerin aklına suikastı getirmesin diye, sanki eceliyle ölmüş gibi verilirdi. Gazetelerde sansürün izin vermediği yerler, beyaz çıkardı. Sonra sansür heyeti buna da engel olunmasını gazetelerden istedi.
Buna rağmen Sultan Hamid devri, çok gazetenin neşredildiği ve okuyucu sayısının arttığı bir devirdir. 500 binlik şehirde tirajı 30 bine varan gazeteler vardır. Padişah, biraz da kendi kontrolünü geniş bir sahaya yayacağını düşündüğü gazetelerin köylere kadar ulaşmasını istemektedir. Gazeteler, siyasi muhalefet yerine, halkı aydınlatmayı ve okuma alışkanlığını arttırmayı vazife edinmiştir. Tefrika romanlar, şiirler, kültürel yazılar, mizah yazıları, seyahat notları artmıştır. Böylece gazeteler yeni edebî kalemler ortaya çıkarmıştır.
 
Gelen gideni aratır
 
23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilince, ertesi günü gazeteciler toplanıp, müsveddeleri sansüre vermeme kararı aldı. Gazeteler böylece basıldı. 24 Temmuz sonradan basın bayramı kabul edilmiştir. Sansür kalkınca, gazeteler her gün Sultan Hamid ve eski devir aleyhinde doğru-yanlış neşriyat yaptılar. Böylece amme efkârı, padişahın tahttan indirilmesine hazırlandı.
Mamafih İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sansürü, Sultan Hamid devrini mumla aratınca, her yerden muhalefet sesleri yükseldi. İlk defa siyasî fikir ayrılıkları gazetelere aksetti. İttihatçılar telaşlandı. 6-7 Nisan gecesi önde gelen muhaliflerden Serbesti gazetesinin iki yazarı Hasan Fehmi ve Şakir Beyler Galata Köprüsü üzerinde İttihatçı fedailerce vuruldu. Hasan Fehmi Bey öldü. On binlerin katıldığı cenaze, İttihatçılara karşı gövde gösterisi hâline geldi. Sonraları Ankara hükûmetine muhalefetiyle tanınacak Ali Kemal Bey, mülkiyedeki dersinde “Bu kurşunlar fikir hürriyetine sıkılmıştır” diyerek talebeyi coşturdu. Yüzlercesi, kâtillerin bulunması isteğiyle Bâbıâli’ye yürüdü. Halktan katılmalarla binleri bulan kalabalık, Bâbıâli ve Meclis-i Mebusan’dan yüz bulamadı; üstelik üzerlerine ateş açıldı.
 
Son darbe
 
İstanbul gazeteleri, Ankara hareketine soğuk dururdu. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da bu tavrını sürdürdü. Ankara, bunun intikamını almakta gecikmedi. 1925’te Şeyh Said hâdisesi bahanesiyle muhalif gazeteciler tutuklanarak hizaya getirildi. İstanbul’da 4 ve Ankara’da 1 gazeteye izin verildi. O zamana kadar gazetelerin şerrinden dolayı İstanbul’a gitmekten çekinen reisicumhur, 8 sene sonra ilk defa 1927’de İstanbul’a gelebildi.
1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindeydi. Taşra gazeteleri de canlıydı. 1928’de İstanbul ve Ankara gazetelerinin tirajı 19.700’dür. Bu, Osmanlı devrinden de düşük bir seviyedir. Bunda harf inkılâbının da rolü olmuştur. 1939’de sadece 5 gazete vardır: Cumhuriyet, Ulus, Akşam, Yeni Sabah, Tan. Halbuki 1867-1878 arasında sadece İstanbul’da 113 gazete ve mecmua vardı.
1931 basın kanunu, hükümete sansür salahiyeti tanıdı. Siyasî tenkit yanında, dinî ve millî yazılar da yasaklandı. 1926-1950 arası, basının sıkı bir sansüre tâbi tutulduğu, eldeki birkaç gazete ve mecmuanın da olur-olmaz sebeplerle ve bir telefon emriyle aylarca veya müddetsiz kapatıldığı bir devirdir. Bu alışkanlıkla, demokrasiye geçtikten sonra bile basın hürriyeti daha ağır ilerlemiştir. İttihatçıların sansürü yanında, Devr-i Hamidî sansürü, komik kalmıştır. Tek Parti devrinde, iktidarın sözcüsü Cumhuriyet gazetesi bile zaman zaman kapanmaktan kurtulamamıştır. Başbakan Refik Saydam’ın ‘İyi bir gazeteci, hükümeti sinirlendirmeyen adamdır’ sözü meşhurdur.
 
Resim altı
Refik Hâlid (Karay)
 
Edebiyatçı Refik Hâlid, bir devrin hiciv ustasıydı. Kirpi takma adıyla yazdığı yazılarla Meşrutiyeti kısa zamanda bir baskı rejimine döndüren İttihatçıları hırpalıyordu. Yazıları zeki, ustalıklı ve hasmın çirkinliklerini hemen yakalayıp göz önüne seren, zevkle okutmayı bilen yazılardı. İttihatçılar kendisinden yaka silktiler. 1913 Bâbıâli Baskını ardından, iktidara tam mânâsıyla el koyarken, bütün muhaliflerini suikast, hapis ve sürgünle sindirdiler. Refik Hâlid, 1912’de sürüldüğü Sinop’ta 5 sene kaldı. İttihatçılar düştükten sonra posta nazırı oldu. Bu sefer İttihatçıların devamı gördüğü Kemalistleri hicveden yazılar yazdı. Ankara’nın zaferi üzerine bu sefer yurt dışına sürgün edildi. 16 sene sonra ağzını bağlayarak dönebildi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.