GÂVUR OYUNU MU? MİLLÎ DÂVÂ MI? Yakın tarihimizde sporun hikâyesi

A -
A +
Osmanlı İmparatorluğu zamanında gerek sarayda, gerekse bilhassa köylük yerlerde harb sporları hep itibar görmüş; gençler iyi bir binici, iyi bir atıcı olarak yetiştirilmiştir...
 
Halk arasında spor kültürü, harbe hazırlık olarak başlamıştır. Eski Türkler, binicilik, okçuluk, atıcılık, cirit, güreş gibi spor oyunlarına pek meraklıydı. Hepsi, birer harb talimi olarak görülürdü. İslâmiyet, binicilik, okçuluk ve yüzme dışındaki bütün oyunları boş iş saymıştır. Bu sebeple Türkler Müslüman olduktan sonra, harbe faydalı olan bu sporları tercih ederek sürdürmüştür.
 
Lahanalar-Bamyalar
 
Osmanlı şehzâdelerinin yanı sıra, devlet adamı olarak yetiştirilmek üzere saray akademisine alınan gençler, usta birer sporcu idi. Sarayda, ‘lahanalar’ ve ‘bamyalar’ adı verilen iki takımın yaptığı müsabakalarda, padişah ve saraylılar da hazır bulunur; herkes bir takımı tutardı. Kazanana mükâfat verilirdi. Bu iki takımın varlığı, kendisi de iyi bir okçu olan Sultan I. Mehmed’in şehzâdeliğinde (1391) valilik yaptığı Amasya’ya kadar uzanır. Burada, şehzâdenin maiyetindeki sporcular, şehrin iki meşhur sebzesinin adıyla iki takıma ayrılıp müsabakalar yapardı. İstanbul’da bu iki takımın galibiyetleri adına dikilmiş hatıra taşlarda, lahana ve bamya sembollerini bugün bile görmek mümkündür.
Modern sporun insan hayatına girişi XIX. asır başlarında olmuştur. Ferdiyetçi anlayışın tesiriyle, insanlar bir yandan basit, ama konforlu bir hayat yaşamayı tercih ederken, sıhhatlerine de itina etmeye başladılar. 1896’da antik çağ olimpiyatlarını diriltmek adına Atina’da 10 dalda yapılan oyunlara 14 ülke katılmış iken; 1936 Berlin Olimpiyatlarında bu dalların sayısı 22’ye çıktı. Bugün yüzlerce ülkenin katıldığı olimpiyatlar, 40’a yakın dalda yapılmaktadır. Birçok sporun kökü, tarihin derinliklerine kadar uzanır.
Türkiye’de modern sporun başlangıcı, eğer bir spor sayılırsa, futbol ile olmuştur. Futbolu sevdirenler de yerli ve yabancı gayrı müslimlerdir. İlk futbol maçları, 1875’de Selânik, 1880’de İzmir ve 1890’da İstanbul’da yapıldı. Müslüman gençler, sadece seyretmekle iktifa ediyordu. Zira devir, muhafazakâr bir devirdir. Halk için spor, hele futbol, ‘gâvur oyunu’dur.
 
GÂVUR OYUNU MU? MİLLÎ DÂVÂ MI?  Yakın tarihimizde sporun hikâyesi
 
Sporun Millîleştirilmesi
 
1899’da İstanbul’da içinde diplomatların bile bulunduğu Türklerin kurduğu Black Stocking adında bir futbol kulübü, Rumlarla yaptığı maçta 4-1 yenildi. Hükûmet bu işten hoşlanmadı; kulübün adı da bir daha duyulmadı. 1903’te 26 Müslüman genç tarafından kurulan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne futbol oynamamak kaydıyla izin verildi. 1905’te İzmir’de futbol maçına çıkan gençler, mektepten atıldı. Otoriter idarelerde, bilhassa gençlerin bir araya gelip kulüpler kurması, siyasî endişeler sebebiyle hoş karşılanmaz.
1904’te İngilizler İstanbul’da halkın ‘Pazar Ligi’ dediği ‘Constantinople Football League’i kurdu. Cesarete gelen Türkler, 1905’te Galatasaray, 1907’de Fenerbahçe spor kulüplerini kurdu. Siyaseti kontrol altında tutan, ama halkı hususi hayatında rahat bırakmayı prensip edinmiş olan Sultan Hamid, spor kulüplerine tolerans gösterdi. Sporu, istihbarat vasıtası olarak kullanmak niyetiyle böyle yaptığını söyleyenler de vardır.
Futbol ve modern sporların revaç bulması, 1908’den sonradır. Bu devirde çok sayıda spor kulübü ortaya çıktı; futbol, bilhassa yüksek tabaka gençlerinin tutkusu hâline geldi. 1912’de sadece Türk takımları için ‘Cuma Ligi’ kuruldu. [O devirde, Müslümanların tatil günü Cuma idi.] Anadolu’da bilhassa Rum ve Ermenilerin kurduğu yüzlerce spor kulübü ve bunların ligleri vardı. İttihatçılar, sporda hayli ileri olan gayrı müslimlere karşı, Türk kulüplerini destekledi; sporu milliyetçilik politikasının vasıtası olarak görüp kullandı. Hatta futbolun, ‘tepük’ adıyla eski bir Türk sporu olduğu ispata çalışıldı.
İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1923 arasında Türklerle işgal güçleri arasında bugün yıkılmış olan Taksim Kışlası’nda futbol maçları olur; kazananlar, savaş kazanmış gibi sevinirdi. Öyle ki 50 maçtan, 41’ini kazanan, 5’inde yenilen Fenerbahçe Kulübü, İngilizler tarafından kapatıldı. Hele Rum Pera ile Türk Fenerbahçe arasındaki maçlar, âdeta bir Türk-Yunan harbi gibi heyecanlı geçerdi. Anadolu’da halk işgale reaksiyonunu bu yolla gösterirdi.
Cumhuriyetten sonra, dünyada artarak gördüğü alakaya paralel olarak futbol çok yaygın bir oyun hâline geldi. Âdeta bir ‘millî dava’ oldu. 1969’da El Salvador ile Honduras’ın bir futbol maçı yüzünden savaşması ve 3000 kişinin bu yolda ölmesi gibi; 1967’de 43 kişinin ölümüyle neticelenen Kayseri-Sivas maçı sebebiyle iki şehir yıllarca birbirine düşman oldu; aynı ligde oynamaları 5 sene yasaklandı. O zamandan bugüne hemen herkesin yakından alâkadar olmasına, hemen her mecliste birinci mevzuyu teşkil etmesine rağmen, Türkiye hiçbir zaman dünya futbolunda söz sahibi olamadı. Portekiz diktatörü Salazar’a mâl edilen ve milleti 3F formülüyle (fado-fiesta-futbol) uyuşturduğuna dair söz, sadece faşist-diktatörlüklerde yaşayanların değil, bütün modern cemiyetin bu tutkusunu anlatmak için sıkça kullanılır.
 
 
GÂVUR OYUNU MU? MİLLÎ DÂVÂ MI?  Yakın tarihimizde sporun hikâyesi
GÂVUR OYUNU MU? MİLLÎ DÂVÂ MI?  Yakın tarihimizde sporun hikâyesi
 
Ata Sporu?
 
Türkiye’de futbol dışındaki güreş, atletizm, eskrim, bisiklet, boks gibi spor dallarının teşkilatlanması ve yayılması umumiyetle 1920’lerden sonradır. Meşrutiyet devrinde; atlara hususi bir alakası olan Enver Paşa’nın teşvikiyle binicilik sporu rağbet gördü. Sipahi Ocağı kuruldu. İstanbul Boğazı ve Haliç’te kürek yarışları çok popülerdi. 1915’te, İstanbul’da el konulan İngiliz yelkenlileri ile yelken sporu başladı. Millî spor olarak görülen güreş, asırlardan beri eski Osmanlı başşehri Edirne’de devam eden Kırkpınar müsabakaları ile bilinir. Modern güreşin yayılması ve milletlerarası galibiyetler alınmasında da bu ‘ata sporu’ telakkisinin tesiri olmuştur.
Okçuluk, sarayın da çok rağbet ettiği bir spordur. Hatta bazı padişahların müsabakalara katılıp, galip geldiği ve adına taş dikildiği olmuştur. Ateşli silahların yaygınlaşmasıyla gözden düşen kılıç, zamanla bir spor vasıtası oldu. Eskrim sporu, Avrupa’da bilhassa yüksek tabaka ve soylular arasında çok tutuldu. Kendisi usta bir atıcı olan Sultan II. Abdülhamid, 1903’den itibaren askerî mekteplerde eskrim dersini mecburî hâle getirdi. Osmanlı ülkesinde alakayla karşılanan bisiklet, zamanla bir spor mevzuu olmuş; 1912’de Fenerbahçe Kulübü, bisiklet yarışları tertiplemişti.
 
Selim Sırrı Tarcan
Jön Türkler’den Selim Sırrı (Tarcan) adında bir subay, 1908’den sonra Fransa’da jimnastik tahsili görmüştü. Aletsiz İsveç jimnastik usullerinin ateşli bir hayranı idi. Bunun için İsveç’e gitti. Türkiye’ye döndüğünde bu usulün bütün mekteplere tatbikinde mühim rol oynadı. Gerçi Osmanlı mekteplerinde jimnastik dersi, 1868’den itibaren vardır. İsveç jimnastik usulünün kurucusu Ling’e, Fas ziyaretinde gördüğü abdest alan bir Müslümanın hareketlerinin ilham verdiği söylenir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.