SULTAN II. MAHMUD ve UÇURUMUN KENARINDAKİ DEVLET

A -
A +

İmparatorluğun en buhranlı zamanında tahta çıkan Sultan II. Mahmud, hem harpler, hem isyanlarla uğraşmış; bir taraftan da ıslahat faaliyetleriyle devletin çözülmesine mâni olmak kudretini göstermiştir.

 
Efsâneler, daha padişahın annesi Nakşidil Sultan ile başlar. Martinik’ten Fransa’ya gelirken, Cezayir korsanlarının eline düşen Fransız asilzadesi Aimée de Rivery, saraya getirilmiş; burada yetiştirilerek Sultan I. Abdülhamid ile evlenip Sultan II. Mahmud’u doğurmuştur.
Böyle bir hanım vardır; ama Sultan II. Mahmud’un annesi değildir. 1807’de İngiliz gazeteleri tarafından ortaya atılan bu iddia, Sultan Aziz’in Avrupa seyahatinde tekrar moda olmuş; padişahın o zamanki Avrupa aristokrasisi ile akrabalığı Fransız mecmualarına çekici gelmiştir.
SULTAN II. MAHMUD ve UÇURUMUN KENARINDAKİ DEVLET
 
Merhametten doğan maraz
 
Çocuğu olmayan Sultan III. Selim, Şehzâde Mahmud’u evladı gibi himaye ve terbiye etti. Onun ıslahat fikrinin tesirinde kaldı; ama hatalarına düşmedi. En buhranlı zamanlarda, imparatorluğu uçurumun kenarından aldı. Uzun süren saltanatında hem harpler, hem isyanlarla sarsılan devletin çözülmesine mâni olmak kudretini gösterdi.
Her sahadaki ıslahat faaliyetleriyle imparatorluğa hayatiyet kazandırdı. Cahil ve mutaassıp bir kesimin reaksiyonunu çekmekle beraber, aklıselim sahipleri tarafından hizmetleri şükranla anılmış; Garb menbalarında bile hürmetle anılmıştır.
95. halife ve 30. padişah olarak 1808’de tahta çıktı. Sultan III. Selim, tahttan indirilip şehid edilmiş; bu arada kendisini de öldürmeye yeltenmişler ise de, Rabbin inayeti kabilinden hayatta kalarak, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın desteğiyle tahta çıkmıştır.
Sultan Selim’in düştüğü hatalara düşmedi. Onun maraz doğuran merhametli siyasetini terk etti. Sert tedbirlerle, içeride istikrarı temin etti. Asırlardır tefessüh etmiş ve ıslahı kabil görülmeyen Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdı. Ocağın zulmünden bezmiş halk da kendisine var gücüyle destek oldu. Gönüllü ve mecburi esasa müstenid yeni bir ordu kurdu ki, şimdiki ordunun nüvesidir.
Saltanatının ilk senelerinde, yeniçerilere arkasını verip padişahı kıskaca alan nişancı meşhur Halet Efendi’nin nüfuzu görülür. Fırsatını bulunca, kendisini ortadan kaldırdı. O kadar çok kişinin canını yakmıştı ki, arkasından
"Ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur/Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehli kubur" mısraları söylenmiştir. Böylece padişah, mazide el ele verip uğursuz roller oynayan bürokrat, asker ve ilmiyeyi sindirip, devletin fonksiyonlarını elinde toplayıp memleketi saraydan idare etmeye başladı. Bunun için otokratlıkla itham edilir; ama bu teşebbüsü, devleti uçurumun kenarından almıştır. (Sultan II. Abdülhamid de 93 Harbi felâketi üzerine dedesinin yolunu takip edecektir.)
 
SULTAN II. MAHMUD ve UÇURUMUN KENARINDAKİ DEVLET
Felâketler üst üste
 
Sultan II. Mahmud, bir zamandır Hicaz’ı işgal eden Vehhabîlerin isyanını bastırdı. Fransız ihtilâlinin tesiri ve Avrupa’nın desteğiyle Yunan ve Sırplar arasında istiklal gayeli isyanlar çıktı. Mora’da müstakil bir Yunanistan kuruldu. Sırbistan ve Sisam muhtariyet kazandı. Yunanları, Helen medeniyetinin vârisi zanneden ve onlara karşı romantik bir yakınlık duyan Avrupalıların tahriki üzerine çıkan Rus Harbi, felâketle neticelendi. Bundan istifade eden Fransızlar, Cezayir’i işgal etti.
Olup bitenlerde padişahın doğrudan bir mesuliyeti olduğu söylenemez. Artık dünya değişmiştir. Osmanlı Devleti yine dünyanın büyük birkaç devletinden biridir; ama Avrupa eskisinden de güçlüdür. Memleketin dağılmasını önlemek adına  merkeziyetçi bir politika takip etmeye başlayan padişah, her köşede türeyen âyânlarla evvela anlaştı; sonra onların çoğunu sindirdi veya ortadan kaldırdı. Arap ve Kürt beldelerini daha sıkı bağlarla payitahta bağladı.
Bu esnada Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Fransız tahrikiyle ayaklandı. Vaktiyle Rusların Özi’yi işgal ve ahalisini kılıçtan geçirdiğini öğrenen babası Sultan I. Abdülhamid, üzüntüsünden inme indirip vefat etmişti. Sultan II. Mahmud da kederinden hastalandı. Müzmin artrit, verem ve basur hastasıydı. Tabibler âciz kaldı; dertlerin çokluğundan tavsiyelere de tam riayet edemedi.
Allahtan ki ordusunun Nizip’teki mağlubiyetini işitmeden vefat etti (1839). Vefatında 54 yaşındaydı. 31 sene tahtta kaldı.  Divanyolu’nda Esma Sultan Sarayı bahçesine defnedildi. Şimdi semte ismini veren türbesinde, oğlu Sultan Aziz ve torunu Sultan Hamid de yanındadır. İki oğlu, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz, peş peşe tahta çıkarak, babalarının yolunu devam ettirdiler. Hâlihazırdaki Osmanlı hânedanı, hep onun neslindendir.
 
Takdire ne çâre?
 
Usta bir hattattı. Eyüp Sultan sandukası üzerindeki yazılar; ayrıca Ayasofya’daki bir harika numunesi olan büyük levha onun eseridir. Adlî mahlasıyla şiirler yazmış; çok sayıda bestesi günümüze intikal etmiştir.
"Sevdâ-i muhabbet esiyor şimdi serimde/Takdire ne çâre, bu varmış kaderimde" beyiti çok meşhurdur.
Fransızca öğrenen ilk padişahtır. Gelibolu, Bolayır, Doğu Trakya, Rodos, Tuna vilayetlerini gezmiş; bunlardan bazısını yeni keşfedilen buğu gemisi (buharlı gemi) ile yapmıştır. Uzuna yakın ve yakışıklıydı. Enerjik ve çok zekiydi. Espriliydi. Bilhassa musahibi Said Efendi’yle yaşadığı çok sayıda fıkra ve menkıbesi dillerde dolaşır.
Sultan II. Mahmud’un hizmetlerini ve kendisine muhaliflerinin niye "Gâvur Padişah" dediğini başka bir yazıda anlatalım inşallah…
 
SULTAN II. MAHMUD ve UÇURUMUN KENARINDAKİ DEVLET
 
At öldü desene!
 
Necid emirinin hediye gönderdiği soylu bir at hastalanır. Çok üzülen padişah, imrahora ata ihtimam edilmesini emreder; "At öldü diyenin hâli yaman!” diye de tehdit eder. Ne çare at ölüverir. Dehşete düşen imrahor, Said Efendi’ye vaziyeti anlatır. Said Efendi padişahın huzuruna çıkıp, “Efendimiz mahud ata bir hâl oldu. Yemiyor, içmiyor. Gözü kapalı. Mütemadiyen yatıyor. Kaldırıyorlar, bırakınca bir tarafa devriliyor; yine kaldırıyorlar, yine bırakınca öbür tarafa devriliyor” diye arz eder. Padişah heyecanla, “At öldü desene!” deyince, “Siz dediniz efendimiz, siz dediniz” cevabını verir. 
 
 
Kabristan ağladı!
 
Vefatı ardından bir halk şairinin yazdığı mersiye şöyledir:
Hasta düştü asla yüzü gülmedi
Kendisi de ne olduğun bilmedi
Aradı derdine derman bulmadı
İbtidâ tabibi Lokman ağladı
Figanı erişti arş-ı a’lâya
Terk edip sarayı çıktı sahraya
Mecnun da sığındı gani mollaya
Bâb-ı hümayundan çıktı dışarı
Ol vakitte sabi sibyan ağladı
Veziri vükelâsı tabut kolunda
Melekler hû çekip sağ ve solunda
Merkad-ı şerifi Divanyolu’nda
Hasret imiş kabristan ağladı
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.