KANA BOYANAN REŞAD ALTINLARI…

A -
A +
 
“Ak sakalın kana boyansın inşallah!..” Böyle diyordu haksız yere idama mahkûm edilen damadını kurtarmak için Sultan Reşad’a yalvaran Münire Sultan’ın annesi…
 
 
27 Nisan 1909, Sultan II. Abdülhamid’in hal’ edilip, yerine biraderi Reşad Efendi’nin, tahta çıktığı tarihtir. Bu hâdise, aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nin fiilen yıkıldığı tarih sayılır.
Saltanatı, tarihte ilk defa, Küçük Said Paşa’nın işgüzarlığıyla, mecliste reye sunulmuş; güya seçimle tahta çıkmıştır.
Sultan Hamid’i tahttan indirmeye Selânik’ten gelen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişi, sanki şehrin ikinci fethi imişcesine, âyândan ferik Sami Paşa’nın teklifi ile Sultan Fatih’e nazire olarak Sultan V. Mehmed adını almıştır.
 
Büyük iyilik
 
Sultan Reşad, Sultan Abdülmecid’in peş peşe tahta çıkan 4 oğlundan üçüncüsüdür. Çok güzel bir hanım olduğu rivayet edilen annesi Gülcemal Kadınefendi’yi 7 yaşında kaybetmişti. Bu isim, yıllar sonra meşhur bir mektep vapuruna verilmiştir.
Reşad Efendi, Sultan Abdülhamid zamanında veliahd sıfatıyla, Beşiktaş’ta bugün Resim Müzesi olan Veliahd Dairesi’nde yaşadı. Arada bir kendi mülkü olan Balmumcu Çiftliği’ne giderdi. Bütün şehzâdeler gibi, hatta pozisyonu sebebiyle onlardan biraz daha fazla kontrol altında yaşadı. Çok bâdireler atlatmış, nice darbe teşebbüsleri yaşamış Sultan Hamid, biraderini hep gözaltında tuttu. “Ben biraderi halka göstermemekle kendisine çok büyük bir iyilik yapıyorum” derdi. Bu sözün hikmeti yıllar sonra ortaya çıktı.
Reşad Efendi, 33 senelik veliahdlikten sonra, 1909’da 65 yaşında tahta çıktı. En yaşlı tahta çıkan padişahtır. Yurt dışına seyahatler yapmış; iyi yetişmiş; çok okumuş; genç yaşta tahta çıkmış ve çok tecrübe kazanmış ağabeyinin donanımından mahrumdu. Onun hilafına Yıldız’da değil, Dolmabahçe Sarayı’nda oturdu. Ama Meşrutiyet padişahının sarayı, artık sessiz gösterişsiz bir rezidanstan ibaretti. İttihatçılar, yeni padişahın maiyetini, itimat ettikleri kişilerden teşkil ettiler. Mabeynciliğe Lütfi Simâvî, başkâtipliğe de Hâlid Ziya Uşaklıgil getirilmiş; her ikisi de hatıralarını yazmıştır.
 
Gövde gösterisi
 
Saltanatı, İttihatçıların hâkimiyetine rastladığı için hakkıyla hükûmet edebilmiş değildir. İhtiyar ve sessizdi. Ortalığı kana boyayanların hâlini görüyordu. Ama bunlar karşısında âciz bir kukla hâlinde idi. Bununla beraber 1911 tarihinde Arnavut isyanı kopup, hükûmet büyük kuvvetle isyanı önleyemeyince, hasta hâliyle Kosova’ya gidip, 522 sene evvel dedesinin zafer kazandığı sahrada, yüz bin Arnavut ile namaz kılarak huzuru temin etti. Böylece İttihatçıların 82 taburla yapamadığını Sultan Reşad, bir gövde gösterisi ile temin etti.
Zamanı harpler, mağlubiyetler ve felâketlerle geçti. Nice vatan toprakları elden çıktı. Sonraki nesil kendisini en çok ismini taşıyan altınlardan tanır. Şaşılacak bir şeydir ki, kocalarını, babalarını, oğullarını cephelerde kaybeden kadınların gerdanını süsleyen Reşad altınları, o kadar rağbet görmüştür ki, ayar ve ağırlıkça diğerlerinden farklı olmamasına rağmen, daha pahalıdır.
 
Seni de asarlar, beni de…
 
Komitacılar, 1913’te sözlerini dinlemeyen Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’yı öldürttüler; sonra da bu bahaneyle bütün muhaliflerini tepelediler. İstanbul’da günlerce darağaçları kuruldu. Tunuslu Hayreddin Paşa’nın oğlu ve Münire Sultan’ın zevci olan Salih Paşa da idama mahkûm oldu. Münire Sultan, masum kocasını kurtarmak için çok çırpındı; idam kararını imzalamaması için amcası Sultan Reşad’a yalvardı. “Kızım, onlar seni de asarlar, beni de asarlar” diye mukabele eden padişah, başkalarıyla beraber Salih Paşa’nın da idam kararını imzaladı.
Bu hâdise, millet ve hânedan nezdinde Sultan Reşad’ın itibarını çok zedeledi. Hayata küsüp, amcasıyla hiç konuşmayan ve ömrü boyunca koyu renk elbisesini üzerinden çıkarmayan Münire Sultan’ın annesi, Padişah’a, “O aksakalın kana boyanır inşallah!” diye beddua etti. Dediği gibi oldu; çok kan döktü diye dedesi Sultan Mahmud’u; kardeşlerini bir günde idam ettirdi diye ceddi Sultan III. Mehmed’i kınayan padişahın aksakalı, milyonlarca masumun kanıyla boyandı.
Müstebid diye suçlanan Sultan Hamid, hak edenler hakkında bile tek bir idam hükmü imzalamamışken; karıncayı incitmekten çekinen meşrutiyet padişahının devrinde, suçlu-suçsuz niceleri darağaçlarında sallandırılmış; siyasi cinayetlerle muhalifler temizlenmiş; kötü idare edilen muharebelerde yüz binlerce vatan evladı can vermiştir. Allah taksiratını affetsin.
 
Spot
Ne yapayım?
 
Mabeynci Lütfi Simâvî der ki: “Temiz kalbli, iyi niyetli idi; zayıf iradeli, dünya siyaset ve ahvalinden habersizdi. Yalnız padişah değil halife olduğunu ve milletin kendisinden çok şeyler beklediğini takdir ederek devlet işlerine gerektiği zamanlarda el koysaydı, birçok felaketlerin önüne geçebilir; hataları önlerdi. Yazık ki bunları yapabilecek biri değildi...” Padişah, “Ne yapayım, beni dinlemiyorlar” diye kendisini müdafaa etmiştir.
Ağabeyinin meziyetlerinden, hele cesaretinden mahrumdu. Düşman İstanbul'a yaklaştığı sırada, İttihatçılar payitahtı İstanbul’dan taşımak ve padişahı Konya’ya nakletmek istemişlerdi. Hapis bulunduğu Beylerbeyi Sarayı’nda bunu işiten Sultan Hamid, “Elinde kılıç can veren Bizans imparatoru kadar da olamaz mısın?” diyerek uzaktan biraderini ikaz etmiş; bunun üzerine projeden vazgeçilmiştir. Âkif bile der ki, “Abdülhamid, kardeşinin boynuna bir ip takıp halkın içinde gezdirse, ey millet, benden sonra başa geçecek budur deseydi, belki tahtından olmazdı!”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.