Ordunun finansmanı, hükûmetleri her zaman düşündürmüş; çoğu zaman da harplerin neticesini tayin etmiştir...
Tekâlif, külfetten gelen
teklif’in çokluk hâlidir ki,
mükellefiyet ve vergi demektir. Hükûmetler, harp ve benzeri hâller vesilesiyle
ekstra vergi toplamayı, mevcut vergileri arttırmayı ve halkın elindeki stratejik
mallara el koymayı âdet edinmiştir.
Balkan Harbi arifesinde 13 Ağustos 1912 tarihinde çıkarılan
Harb Vergisi Hakkında Kanun, yeni vergiler getiriyor; mevcut vergileri de 3 yıllığına arttırıyordu.
Seferberlik üzerine 9 Ağustos 1914’te çıkarılan
Tekâlif-i Harbiye Kanunu, vergileri arttırdığı gibi, ahalinin malına el koyma salahiyeti getiriyordu.
Cemal Paşa’nın da ifade ettiği gibi, Cihan Harbi ateşine hevesle atlayan hükûmetin,
kasasında beş parası yoktu. Harp masraflarının bir kısmını Almanya karşılamış; geri kalanı
halkın sırtına yüklenmiştir.
Kanun,
hangi mallara el konacağını söylememiş; askerî ve mülkî azalardan müteşekkil tekâlif-i harbiye komisyonunun
takdirine bırakmıştı. Komisyon, istediği mala fiyat biçip, tüccarın veya ahalinin eline bir
makbuz verecek; seferberlik bitince parası ödenecekti. Tekâlif-i harbiyeye uymayanlar,
divan-ı harbe (sıkıyönetim mahkemesine) çıkarılacaktı.
Askere havyar
Tekâlif-i harbiyenin
toplanış tarzı çok garip bir şekilde cereyan etmiştir. Mesela bir mülâzım (teğmen), birkaç askerle beraber
bir büyük mağazaya gidip ne bulursa alır; tüccarın eline uyduruk bir mazbata verirdi. Harp vergisi olarak zapt edilen eşyanın arasında
havyar da vardı. Bazıları hastalara ve nekahatte bulunan askerlere verilebileceğini düşünerek hayra yormuştu.
Sonradan görüldü ki,
bebek bezleri, dantelalı yatak takımları,
ipek kadın çorapları, kadın çamaşırları, çocuk ayakkabıları,
şampanya, konyak, mutfak ve sofra takımları, elhasıl
çarşı ve mağazalarda satılan her nevi yiyecek, içecek, giyecek, birtakım alat ve edevat, tekâlif-i harbiyeye dâhil olmuştu. Sonradan şurada burada, ambarlarda meydana çıkıp,
maliye tarafından satılan eşya, neler cereyan ettiğini gösterdi.
Boğulan feryatlar
Her nevi
ehli hayvanlara el konulmuştu. Yiyeceğe ait her türlü maddenin nakli yasaktı. Bir yolcunun
yolluk olarak yanına aldığı gıda da müsadere edilirdi. Sahibine para ödenmediği gibi, bunlar
devletin depolarına da konmuyor, alanlar yiyip içip, artanı satıyorlardı.
Evler de müsadereden nasibini almıştır. Çok kişi, evine yerli yersiz el konularak sokağa atılmıştır. Mahalle aralarında kocaman konaklar üzerinde
“filan bölüğün ikinci takım kumandanlığı karargâhı” gibi garip levhalar görülüyor; bazı evlerin kapı ve pencereleri sökülerek götürülüyordu.
Ecnebilere ait mektep ve sair binalara da el konuldu ki, harp kaybedilince galipler bunun
acısını çıkaracaklardır!..
Mesela askeriyenin
9 kuruşa el koyduğu yünü, 25 kuruşa sattığı, 1916’da mecliste dile getirilmiştir. Kanunun kötü tatbik edildiğini, bunun da herkeste derin bir şikâyet ve feryat uyandırdığını İttihatçı Maliye Nazırı
Cavit Bey bile hatıralarında dile getirmektedir. Ancak sansür sebebiyle, halkın feryatları hiçbir yere ulaşamamıştır. İttihatçı gazeteci
Ahmet Emin Yalman, "Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye" kitabında, Tekâlif-i harbiyenin,
düzensiz, kanunsuz ve ayrım yapmaksızın tatbik edildiğini söyler.
Harb zengini
Hükûmetin 4 yıl boyunca harbe harcadığı
320 milyon liranın 50 milyonu tekâlif-i harbiyeden karşılanmıştır. Bir de bütçeye girmeyen vurgunlardan söz edilebilir. Nitekim bunun mühim bir mikdarının
suiistimal edildiği sonradan ortaya çıkmış; 1930’larda buna dair 5 milyonluk bazı davalar görülerek, faillerine
ceza verilmiştir. Bunlar o zamanki gazetelerde haber olarak çıkmıştır...
Harbin mağlubiyetle bitip, mesullerinin yurt dışına kaçmasından sonra
Tekâlif-i harbiye geri ödenememiş; harbin getirdiği felâketler yanında bunlar da halkın sırtında tamiri imkânsız bir yük olarak kalmıştır. Komitecilere olan yakınlığı sebebiyle harp zamanı
karaborsacılık, vagon ve koli ticareti yoluyla vurgunu vuranlardan,
harp zengini veya
yeni zengin adıyla yeni bir sınıf türemiştir...
Hokkabazın tılsımlı değneği
Hüseyin Rahmi, Cihan Harbi esnasındaki Tekâlif-i harbiyeyi,
Hakka Sığındık romanında bakın nasıl anlatıyor:
“Bir zâbit elinde Tekâlif-i harbiye kamçısıyla bir ticarethaneden,
bir depodan içeri girdi mi, hokkabazların tılsımlı değnekleri gibi bunun ucunu nereye uzatsa, önünde yüzlerle fıçı fıçı yağlar, teneke teneke gazlar, çuval çuval şekerler, küfe küfe pirinçler, balya balya yünler, pamuklar, kumaşlar, işaret ettiği yere doğru akıp gidiyordu. Bu eşya arasında kimi kez
askere hiç yaramayan, yarayacağı düşünülmeyen danteller, yelpazeler, ajurlu ipek çoraplar, kolonyalar ve benzerleri vardı. Bu zâbit,
bir kâğıdın üzerine iki üç rakam çızıktırınca, piyasadaki eşyanın tümünü kaldırabilirdi. Fevkalade salahiyeti vardı, buna gücü yeterdi...”
10 Emir!..
Ankara Kuvvetleri,
Yunan ordusu karşısında gerileyip, Sakarya Nehri kenarında mevzilendiği sırada;
Mustafa Kemal Paşa, Meclis'ten
Başkumandanlık salahiyeti almış; ilk işi 7-9 Ağustos 1921 tarihinde
Tekâlif-i milliye denilen 10 tane emri çıkarmak olmuştur.
O zamana kadar
Kuvva-i Milliye zaten halktan hem asker toplar, hem de ahalinin elindeki mallara el koyardı. Bu ise memleketin her köşesinde
kanlı bir şekilde bastırılan isyanlara sebep olurdu. Şimdi bu müsadereler,
kanuni bir zemine oturtulmuş oluyordu.
Buna göre
her ev birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp komisyona verecektir. İnkılap tarihi kitaplarında sadece bu cümle vardır. Ayrıca halkın elindeki her çeşit bez, kumaş, yün, tiftik, pamuk, kösele, deri, ayakkabı, çivi, iplik, nal, demir, hayvan koşumları, ip ve urgan, hububat ve bakliyat, hayvani yağ, gazyağı, sabun, tuz, çay, mum, otomobil ve kamyon lastiği ve parçası, makine yağı, telefon makinesi, kablo, tel, pil, asit, tutkal gibi maddelerin
%40’ı; her çeşit binek ve yük hayvanı ile araba ve kağnıların
%20’si, bedeli sonradan ödenmek üzere müsadere edilecektir.
Vatana hıyanet
Halk,
elindeki silah ve cephanenin tamamını askeriyeye teslim edecektir. Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve arabacılar
askeriye hizmetinde çalışacaktı. Maaşlar bir ay verilmedi; verilenlerden de her ay yüzde yirmi tevkif edildi. Sürgün edilen
gayrimüslimlerin veya Ankara Hareketini desteklemediği için İstanbul’a kaçanların bıraktığı
mal ve mülklere (emvâl-i metrukeye) de el konmuştur.
Her yerde
Tekâlif-i Milliye Komisyonları kurulmuştur. Bu emirlere uymayanları cezalandırmak üzere Ankara’dan başka birer
İstiklal Mahkemesi, Kastamonu, Samsun, Eskişehir ve Konya mıntıkasına gönderildi. Mamafih Tekâlif-i milliyenin toplanmasında
her zaman bu nispetlere dikkat edilmiş değildir. Umumiyetle Tekâlif-i milliye komisyonlarının suiistimali sebebiyle, bazı yerlerde
ahalinin elindeki malların neredeyse tamamına el konulmuştur.
Ödendi mi?
12 Nisan 1923’te el konulan malların kıymetinin ödenmesi için
“Düyûnât-ı sâbıkanın sureti tediyesine dair kanun” çıkarıldı. Bu eski borçlar, alacaklıların hükûmete olan borçlarıyla
takas ve mahsup edilecekti. Borcu olmayanların, 100 liraya kadar olan alacakları def’aten;
100 liradan fazlasının ise sadece %25’i ödenecekti. Kanun müzâkereleri esnasında, gayrimüslimlere ödeme yapılmayacağı açıkça beyan olundu.
Böylece Ankara Hükûmetinin, Tekâlif-i milliye borcu
-maliye vekili Hasan Fehmi Bey’in Meclis konuşmasında beyan ettiği üzere- 6.361.634 lira iken, 1924 bütçesine bunun için
sadece 3 milyon lira tahsisat kondu. Bununla borçların bir kısmının bile ödendiğine dair bir bilgi ve vesika yoktur. Sonraki yılların bütçesinde de
böyle bir kalem bulunmamaktadır...