SON PADİŞAH’IN AYAĞI ALTINDAN KAYAN TAHT

A -
A +
Bir ara Sultan Vahîdeddin’i tahttan indirip, yerine toy bir şehzâdeyi geçirmeyi düşünmüşlerdi.
 
Komitacılar, iktidarı ele aldıktan sonra, kendileriyle uyumlu Sultan Reşad’ın vefatı hâlinde, tahta geçecek şahsiyet ile ters düşmekten korktukları için, bazı teşebbüslerde bulundular. Ama siyasi şartlar sebebiyle bir şey yapamadılar.
Tahta, hiç sevmedikleri, onları da hiç sevmeyen Sultan Vahîdeddin çıktı. Bundan az sonra feci bir mağlubiyet sebebiyle iktidarı görünüşte bırakıp, elebaşları yurt dışına kaçtılar. Yeni padişah, memleketi İttihatçı izlerinden temizlemek istedi; ama işgal sebebiyle muvaffak olamadı.
Mustafa Kemal Paşa, yeni padişahın yaveri idi. Kendisiyle yurt dışı seyahatine çıkmış; onu İttihatçı ve Alman muhalifi olduğuna ikna etmişti. Harbin kaybı üzerine, bu yakınlığa istinaden kendisinin Harbiye Nazırı olduğu bir hükûmet teklifinde bulunmuş; hepsini kabul eden Padişah, muhtemelen Enver Paşa örneğinden ürktüğü için, bir tek onu kabine harici bırakmıştı.
Bunun üzerine Şişli'deki evinde Yaver Cevat Abbas, Levazımcı Ali Rıza, İsmail Canbolad, Ali Fuad Cebesoy, Rauf Orbay gibi yakın arkadaşları ile bir ihtilal komitesi kurdu. Bir hükûmet darbesi yapıp Padişah’ı öldürmeyi düşündü ise de, olmadı (Rauf Orbay, Siyasî Hatıralarım, I/232; Celal Bayar, Ben de Yazdım, III/471-473; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 212; Kinross, Atatürk, 178). Tam o esnada vazifeyle Anadolu’ya gidişi/gönderilişi, kafasındaki düşüncelerde yeni bir sayfa açma imkânı hâsıl etti.
 
Gemi ambarındaki şehzade
 
Anadolu hareketinin başında, bu harekete sempati duyan Veliahd Abdülmecid Efendi’yi hareketin başına geçmesi için davet etti. İstanbul’u işgal altında tutan İngilizler, Veliahd’in dairesini kordon altına alıp kendisini gözaltında tuttular.
Bu sefer Veliahd’in oğlu ve Padişah’ın damadı Ömer Faruk Efendi, Anadolu’ya geçmeye teşebbüs etti. 23 yaşında, Galatasaray mezunu, Almanya’da askerî tahsil yapmış, yakışıklı ve popüler şehzade, 26 Nisan 1921’de bir gemi ambarında gizlice İnebolu’ya kadar geldi.
Ancak Ankara hükûmeti, kendisini buradan geri gönderdi. Nispi muvaffakiyetler elde eden Anadolu hareketinin, artık bir hanedan mensubunun karizmasına ihtiyacı kalmamıştı. Şehzâde, memleket için her zaman hayırhah olduklarını ispat edercesine, bu “gelmeyin” telgrafını sürgünde bile odasının duvarına asmış, muhtelif kopyalarını eşe-dosta dağıtmıştır.
 
İşgüzarlar
 
Bir teşebbüs de, 1920 senesinde, Hüseyin Hilmi Paşa, Ahmed Rıza Bey, Mahmud Muhtar Paşa ve Talat Paşa gibi bazı eski devlet ricalinden geldi. Bunlar Roma’da -muhtemelen Ankara müttefiki İtalya’nın teşvikiyle- toplandılar. Ankara’nın artık ne Sultan Vahîdeddin’e, ne de yaşlı bir şehzâdeye tahammül edeceğini hesapladılar.
Padişah’ın feragati temin edilecek; Sultan V. Murad’ın torunu 17 yaşındaki Galatasaray mezunu Şehzâde Ali Vâsıb Efendi tahta çıkarılacaktı. Mustafa Kemal Paşa da -bir bakıma Mussolini gibi- saltanat nâibi olacak; böylece hanedan yerinde kalacaktı. Bu ortalama hal tarzını, Ankara’nın da kabul etmesi umuluyordu. Fakat hemen değişen şartlar, bu teşebbüse yol vermedi. Bunu Nahid Sırrı Örik anlatıyor.
 
Toy bir şehzade
 
Ankara hareketine açıkça karşı çıkan ve halkın Ankara hareketine destek vermesini engelleyen İstanbul hükûmetini bertaraf edebilmek için Mustafa Kemal Paşa, 1920 senesinde bir ara Sultan Vahîdeddin’in yerine, Ankara hükûmetinin kontrolünde toy bir şehzadeyi geçirmek istedi.
Bunun için evvela Sultan Aziz torunu Miralay Cemaleddin Efendi düşünüldü. Fiilen cephelerde muharebe etmiş; nezaket ve dürüstlüğü ile askerin ve ahalinin kalbî muhabbet ve hürmetini kazanış bulunan Şehzade de Ankara’ya geçmek istiyordu. 1919 sonlarında Ankara hareketi liderleri arasında, 28 yaşındaki Cemaleddin Efendi’nin nâib-i saltanat ve Şeyh Sünûsî’nin de şeyhülislâm ilan edilmesi konuşuldu. Ancak Kazım Karabekir’den işitilen bazı bilgiler ışığında, Şehzade’nin hiç de avuç içine alınamayacağı anlaşıldı. 
Bu sefer akla Sultan Hamid’in oğlu 26 yaşındaki Abdürrahim Efendi geldi. Şehzâdeler arasında ciddiyeti, ağırbaşlılığı ve askerî meziyetleriyle tanınmıştı. Ecnebi hükümdarlar nezdinde hanedanı temsile liyakati vardı. Kemal Paşa, bu fikirlerini, Padişah’ın kızı olan zevcesini terk ederek Ankara hareketine katılan Kaymakam (Yarbay) İsmail Hakkı Bey ile paylaştı.
Yılmaz Öztuna ve Kadir Mısıroğlu, Hakkı Bey’den naklen, saltanat devam etseydi, Mustafa Kemal Paşa’nın munis tabiatlı Abdürrahim Efendi’yi tahta geçirme niyeti olduğunu söyler. Nitekim onun Yanya’dan Ankara’ya adlı eserinde buna işaret vardır. Ancak cepheden zafer haberlerinin gelişi üzerine, esasında tatbiki pek de kolay olmayan bu fikirden vazgeçildi. Ancak Ankara hareketinin yegâne sebebinin Padişah ve İstanbul hükûmetini işgalcilerin tasallutundan kurtarmak olduğu fikri her fırsatta deklare edildi.
 
 
Monarşi niye yürümedi?
 
Yunanlılara karşı muharebe kazanılıp, Ankara’nın artık eli güçlenince, saltanatın karizmasına ihtiyaç kalmadı. Ancak 6 asırlık Osmanlı hanedanının siyasi varlığını ortadan kaldırmak kolay değildi. Esasen Jön Türkler padişahlık makamını zayıflatmıştı. Amme efkârını ikna edecek neşriyat vesilesiyle, bu da kolay oldu.
1 Kasım 1922 tarihinde saltanat kaldırıldı. İki hafta sonra da meclisin hâin ilan ettiği Padişah memleketi terke mecbur kaldı. 61 yaşındaki Sultan Vahîdeddin, belki eski devrin adamı idi. Ama Osman Fuad Efendi, Ömer Faruk Efendi, Abdürrahim Efendi gibi, o zamanki Avrupa taht vârislerinden meziyetçe hiç de geri kalmayan şehzadeler vardı. Onlardan biri tahta geçirilebilirdi. Ama emperyalist reaksiyonun merkezi olan Osmanlı ailesinin tasfiyesi tercih edildi.
Türk-İslâm siyasi an’anesinde, bir hanedan ortadan kalkınca, yenisinin gelmesi âdettir. Peki, 1922’de niye olmadı? O zamana kadar alışılmış sistem monarşi olduğuna göre, Mustafa Kemal Paşa neden padişahlığını ilan etmedi? Bunu yalnızca Paşa’nın “öteden beri cumhuriyetçi” olduğu şeklinde izah etmek mümkün değildir.
Bir kere artık cemiyetin rol modeli Avrupa’dan başka rüzgârlar esmektedir. XX. Asrın modası, cumhuriyettir. Fransa 50 senedir böyledir. Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da asırlık monarşiler yıkılmıştır. O zaman dünyanın hâkimi İngiltere, kendisinde ve kontrolünde kurulan Orta Doğu memleketlerinde monarşiyi tutmuştur; Türkiye hariç. Saltanat ve hanedan kalsaydı, inkılapların yapılması mümkün olmazdı.
İkinci sebep, Gazi’nin kendisini padişah ilan etmek için siyasi gücünden emin olmamasıdır. 1924’te hilafet kaldırıldığı zaman, hanedanın beşikteki bebeğinden eli bastonlu yaşlısına, kadınlı erkekli sürgüne yollanmasının arkasında, bu endişe yatar. Arnavutluk’ta başbakan Ahmed Zogu, İran’da astsubay Rıza Pehlevi kendisini hükümdar ilan etti; ama buralarda monarşi kalıcı olmadı. Hanedan, asırlık kahramanlık an’anelerine dayanır.
Üçüncü ve mühim bir sebep de, Gazi’nin çocuğunun olmamasıdır. Monarşi, aile ve vâris demektir. Napoléon’un bir monarşi ve hanedan kurmak hususundaki ümitsiz mücadelesi hatırlardadır. Gazi ise realisttir.
Şu hâlde cumhuriyet, Ankara kahramanlarınca o zaman için en elverişli sistem olarak görülmüştür. Enteresandır, Türkiye’de sağcısından solcusuna, laikinden dincisine hemen herkes cumhuriyetçidir. Hâlbuki cumhuriyetin beşiği Fransa’da bile, monarşistlerin nispeti az değildir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.