“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

A -
A +

Saltanat kaldırılıp; resmen cumhuriyet idaresinin kurulduğu 1 Kasım 1922 tarihi, millî gün ilan edilmişti…

“Ben tahtın kuştüyü minderine değil; ateşten külün üzerine oturdum” diyordu Sultan VI. Mehmed Vahîdeddin. Başta tahtı kabul etmemiş; düşünmek için müddet istemişti. Tahta çıktığında, harbin neticesi belli olmuş; birkaç ay sonra İstanbul işgal edilmişti.

Bu hâlin mesulü olan İttihatçılardan nefret eden Padişah, savaşa karşıydı. Müttefikleri hoş tutup, elverişli bir sulh yaparak belalardan kurtulmayı gaye edinmişti. Taşraya çekilen İttihatçıların iktidarı tekrar ellerine alacağından ve bunun sulha zarar vereceğinden endişe ederek, yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi.

O ise, bambaşka bir yol tutarak, karizmasıyla mukavemetçilerin başına geçti ve alternatif bir hükûmet kurdu. İstanbul hükûmeti, ne yaptıysa halifeye isyan olarak gördüğü bu hareketi engelleyemedi. Üstelik müttefikler de, İstanbul yerine, artık Ankara’yı muhatap almaya başladı.

“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

Sultan Vahideddin

Oldubitti…

Başta halkın desteğini alabilmek uğruna her zaman Padişah’a hürmetkâr davranan, tek vazifesinin saltanat ve hilafeti kurtarmak olduğunu deklare eden Ankara hükûmeti, İzmir’in işgalinden 3 sene sonra nihai zaferin kazanılması üzerine, politikasını değiştirdi. Saltanat ve padişah aleyhine neşriyat vesilesiyle amme efkârı hazırlandı.

Zaferden sonra Padişah’ın yerinde kalması, Ankara’nın otoritesinin sönmesi demekti. Bu ise, kabul edilebilecek şey değildi. İngilizlerin sulh konferansına iki hükûmeti de davet etmesi, Ankara’ya beklediği fırsatı verdi. Rıza Nur’un saltanatın kaldırılması hakkında Ankara’daki Meclis’e verdiği kanun teklifi reddedildi.

Bunun üzerine 1 Kasım 1922 günü Meclis Reisi sıraların üzerine çıkarak, “Buradakiler bu oldubittiyi kabul ederse ne âlâ! Aksi takdirde bu iş yine olacak, ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir” meâlindeki tarihî konuşmasını yapınca muhalif mebuslar “Biz hâdiseyi başka açıdan değerlendiriyorduk. Şimdi aydınlandık” dediler. Kanun sadece (1926’da asılan) Lâzistan Mebusu Ziya Hurşid’in muhalefetiyle kabul edildi.

Kara Sultan!

Böylece üstünde sadece halife sıfatı kalan Padişah’ın pozisyonu belirsiz hâl aldı. İçeriden ve dışarıdan baskılar dayanılmaz dereceye geldi. Gazetelerde her gün aleyhte ve hakaretâmiz yazılar neşrediliyordu. Saraya tehdit mektup ve telgrafları yağıyordu.

Ziya Gökalp, Padişah’a “Kara Sultan” adını takmıştı. Meclis’te alenen aleyhinde ağır hakaretler sarf ediliyor: Diyarbekir Mebusu Şükrü, “Başta Vahideddin olduğu hâlde besmele ile bunları bilumum İslâmların taşlamasını teklif ederim” diyordu. Ankara Meclisi, padişahı vatana hıyânet ile itham eden teklifi kabul etti. Hâlbuki Kanun-ı Esasî gereğince padişah hükûmet icraa­tından mes’ul değildir.

Nureddin Paşa, gazete yazılarında Ankara’yı tenkit eden Mekteb-i Mülkiye profesörü ve sâbık Dâhiliye Nâzırı Ali Kemal Bey’i 5 Kasım’da askere linç ettirdi. Padişah’a da böyle yapacağını ilan ettiğini hâdisenin bizzat şahidi olan Yahya Kemal, ‘Siyasi ve Edebî Portreler’de anlatır.

“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

Sultan Vahideddin Malta'da

Yeni bir sayfa

Saltanata sadık kişilerin hepsi tehlike altındaydı. Ferid Paşa, Mustafa Sabri Efendi, Sadık Bey, Refik Halid gibi eski devir ricali, canlarını emniyette görmedikleri için İstanbul’u terk ettiler. Artık Ankara ile yeni bir sayfa açmaya hazırlanan İngiltere, Padişah’ın İstanbul’dan ayrılmasını istiyor; fakat onu kaçırmış rolüne düşmekten korkuyordu. Rumbold, “Bizim muhatabımız artık Ankara’dır” dedi ve şehri terk etmesi hususunda Padişah’ı tehdit etti. (Riccardo Mandelli, Son Sultan, 70)

Sultan Vahideddin ile alakalı İngiliz vesikalarını elden geçiren Prof. Metin Hülagü diyor ki: “Öyle anlaşılmaktadır ki, İngiliz hükûmeti Sultan Vahideddin’in daha baştan itibaren İstanbul’u terk etmesini arzu etmiştir. Ancak bu arzusunu açığa vurmamış, Sultan’ın kendisine uygun gördükleri rolü hakkıyla tamamladıktan sonra, âdeta bir paçavra gibi kaldırıp bir tarafa atılmak üzere, ülkesini terk etmiş görmek istemiştir. İngiliz hükûmeti ve yetkilileri, bu yöndeki niyetlerini gizli tutmanın ötesinde, İstanbul’dan ayrılma hadisesinde sanki hiçbir rolleri yokmuş gibi bir tavır takınmışlardır.” (Yurtsuz İmparator, s. 96)

Ömer Kürkçüoğlu der ki: “Tevfik Paşa’nın 5 Kasım’da istifa edip, görev mührünü [Ankara komiseri] Refet Paşa’ya teslim etmesinden sonra, Sultan Vahideddin’in korunma isteğine karşı ihtiyatlı bir tutum izleyen İngiltere, nihayet 17 Kasım’da Vahideddin’i Türkiye’den kaçırdı. Vahideddin, İngiltere’ye ‘tahttan feragat etmediğini’ özellikle bildirdiği hâlde, İngiltere, Mustafa Kemal’in endişe duyduğu bir hilafet oyununa girişmeyecektir. Kaldı ki, Sultan’ı sahneden uzaklaştırmakla, İngiltere, Ankara Hükûmeti’nin Türkiye’nin tek hükûmeti olarak Lozan’daki durumunu daha baştan güçlendirmesi için, farkında olmadan bile olsa, hizmette bulunmuş demektir.” (Türk-İngiliz İlişkileri, s. 256-257)

Emniyette olmadığını anlayan Padişah, siyasî bir buhrana ve iç savaşa sebep olmak istemedi. Ortalık yatıştıktan sonra tekrar geri dönmek niyetiyle hicrete razı oldu. Hatıralarında, “Yaşamak imkânsız olan yerden hicret, Hazret-i Peygamber’in sünnetidir” demiştir. Korkmuş muydu? Torunu Hümeyra Hanımsultan’ın da dediği gibi, muhtemelen hayır. Zaten yaşlı ve hasta idi; tek ciğerle yaşıyordu.

Ayrılışını, kendisi için hiçbir kıymet ifade etmeyen hayatını kurtarmak için değil; sadece şeref ve haysiyetini korumak için yaptığını, yüksek komiser vekili Nevile Henderson’a açıkça söylemiştir. Saltanat kaldırılmadan evvel Ankara’nın Refet Bele vasıtasıyla yaptığı, saltanatsız halifeliği kabul ederek yerinde kalma teklifini geri çevirmişti. Yurt dışında faaliyette bulunup, her şeyi değiştirmek ihtimali vardı.

Başka gemi var mı?

15 Kasım’da hususi doktoru Reşad Paşa ve Hademe-i Hassa müdürü Zeki Bey, İngiliz kuvvetleri kumandanı Charles Harington ile temasa geçti. İstanbul’u terk etmeleri mukadder gözüken İngilizler, padişahı da koz olarak yanlarında götürmek istiyorlardı. Fakat yeni dost Ankara’ya karşı Padişah’ın kendilerine iltica ettiği imajını vermemek; sömürgelerindeki milyonlarca Müslümana da Padişah’ı tahttan ayrılmaya mecbur etmiş gibi görünmemek lazımdı. Bunun için, talep kendisinden gelmiş gibi yapmaları icap ediyordu.

Harington hatıralarında der ki: (Tim Harington Looks Back, s.129) “Bir Sultan’ı kaçırdığım için suçlu vaziyetine düşmeye hiç niyetim yoktu. Talebin Padişah’ın el yazısı ile ve mühürlü olmasını istedim.” Hünkâr, çaresiz buna dair mektubu yazmıştır. Ancak mektup ne Padişah’ın el yazısıyladır; ne de üstünde mühür vardır. Yakınları, İngilizlerin Padişah’ı kaçırdığını söyler.

Sultan Vahideddin, I. Cihan Harbi’nin kaybedenlerinin başında gelir. Onunla bin yıllık bir an’ane maziye gömülmüştür. Anadolu hareketi kaybetseydi, Padişah için söylenenlerin misli Ankara kahramanları için söylenecekti. Lord Curzon der ki: “Sultan’ı İstanbul’da bıraksaydık, yeniden İslâm kahramanlığı rolü üstlenmesine; Fas’tan Afganistan’a kadar Suriye’ye kadar Müslümanları teşkilatlandırmasına kim engel olacaktı?” (Hülagü, 124)

“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

Sultan Vahideddin'in Cuma selamlığı

Hayret ve Üzüntü

Sultan, 17 Kasım 1922 Cuma sabahı yanında 10 yaşındaki oğlu Ertuğrul Efendi ve 9 kişilik sadık bendegânı bulunduğu hâlde, Malaya adındaki İngiliz zırhlısına binerek ertesi günü İstanbul’u terk etti. Asırlardan beri ilk defa selâmlık alayı yapılmadı. Haber, sonradan her yere yayıldı.

Harington, bir beyanname neşrederek, “Hürriyet ve hayatını tehlike gördüğü için himaye ve başka mahalle naklini talep eden Padişah’ın arzusunu yerine getirdiklerini” bildirmiş; böylece hem Ankara’ya, hem de İslâm âlemine bir “masum alicenaplık” mesajı vermişti.

Padişah’ın gideceğini çoktan öğrenen Ankara, bu habere sevindi. Böylece artık atacağı radikal adımlarda kendisini daha rahat ve emin hissedecekti. Bu işe en çok sevinen, başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerdi.

Bazı Ankara gazeteleri Padişah’ı “suçlu, korkak ve hain” olarak vasıflandırmıştır. (Sanki başka imkân varmış gibi) İngiliz gemisiyle gitmesi bunun en büyük deliliydi! Hâlbuki Refet Bele bir yandan, Tevfik Paşa bir yandan, ayrılması için Padişah’a az dil dökmemişti.

“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

Sultan Vahideddin'in cenazesi

Paratoner

İngiltere, Hicaz, Mısır, Filistin gibi Müslüman memleketlerde yaşamak isteyen Padişah’ın taleplerini reddetti. Üstelik Padişah’ın 22 bin liralık banka hesabını bloke etti. Bu da kendisinden hâlâ çekindiğini gösterir.

Hâdise, dünya Müslümanları tarafından hayret ve üzüntüyle karşılandı. Arap ulema ve basını, Padişah’ın İstanbul’u terk etmekte haklı olduğunu söyleyip yazdı. Hind Müslümanları, halifeliğin Şerif Hüseyin Paşa’ya devrine zemin hazırlamak üzere Padişah’ı İngilizlerin kaçırdığını açıkça dile getirdiler.

Padişah, halkın sadakatten vazgeçmeyeceğine, ortalık yatışınca, geri dönebileceğine yürekten inanıyordu. 1924 yılına kadar tahtını tekrar ele geçirmek için ümitsizce teşebbüs etti. Hilafetin kaldırılması ve hanedanın topyekûn sürgün edilmesi üzerine sukut-ı hayale uğradı ve tamamen inzivaya çekilerek 1926 senesinde yokluk içinde vefat etti.

Yastığının altından parasızlıktan alınamamış ilaç reçeteleri çıktı. Esnafa borç yüzünden tabutuna haciz konuldu; cenaze günlerce kaldırılamadı. Mekke Şerifi Hüseyin ve oğulları ile Mısır Prensi Ömer Tosun’un -İngilizlerin müsaadesi çerçevesinde- yardımları ve kızlarının mücevherlerini satması sayesinde, borç ödenebildi. Cenaze Şam’a götürülüp defnedildi.

4 senelik saltanatını şöyle tasvir etmiştir: “Milleti sıyânet [korumak] için paratoner vazifesi gördük. Mukadderat böyleymiş!”

“Milleti korumak için paratoner vazifesi gördük!” SALTANATIN KALDIRILMASI VE SON PADİŞAH

Sultan Vahideddin'in kabri

Yaparsa o yapar!

Sultan Vahîdeddin, Sultan Abdülmecid’in oğullarının en küçüğüdür. 4 aylıkken babasını, 4 yaşında da annesini kaybetti. Şehzâde iken, yaveri Mustafa Kemal Paşa ile beraber, Almanya ve Avusturya’ya resmî ziyarette bulundu. İttihatçılar şehzâdeyi devamlı göz hapsinde tuttular; hatta bir ara ortadan kaldırmaya teşebbüs ettilerse de muvaffak olamadılar. 4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşad’ın vefatı üzerine tahta çıktı.

Sultan Vahîdeddin zeki ve çabuk kavrayışlıydı. Sakin, ciddî ve tedbirli idi. Az konuşurdu. Mütevazı ve iktisatlı bir yaşantısı vardı. Sultan Hamid en çok bu kardeşini severdi. Tahttan indirildikten sonra bir gün: “Vahîdeddin Efendi devleti iyi idare eder. Yaparsa o yapar. Şayet ona da mâni olurlarsa, bizim hâne dağılır, yok olur!” dediği rivayet olunur. Arada Sultan Reşad olmayıp da, Sultan Hamid’den sonra tahta çıksaydı, belki de İttihatçıların hatalarını önleyecek, felâketlerin önüne geçip, devleti, asrının güçlü devletleri arasına sokacak kudret ve kıymette idi.

Babası gibi Nakşî idi. Eşi az görülebilecek kadar namuslu idi. Vatanından koparken yanında pek cüz’î şahsî varlığından başka bir şey götürmemiş: hatta son maaşını da “O ay çalışmadığı” gerekçesiyle hazineye iade etmişti. Şehzadeliğini geçirdiği Çengelköy Köşkü, hükûmete intikal etti…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.