KUVA-YI İNZİBATİYE yahut SON HİLAFET ORDUSU

A -
A +

Ankara hareketini söndürmek için İstanbul hükûmetinin kurduğu inzibat birlikleri karşı tarafa katılmıştı. Bu bir danışıklı dövüş müydü?

Cihan Harbi’nin mağlubiyetle bitmesi üzerine, Anadolu’da yer yer eski İttihatçıların da yer aldığı bazı mukavemet hareketleri ortaya çıktı. Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştirilen ve İstanbul’a alternatif bir hükûmete dönüştürülen bu hareket üzerine, Müttefikler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal etti ve Meclis'i dağıttı.

İşgalciler 26 ve 31 Mart tarihlerinde hükûmete iki nota vererek, Anadolu’daki hareketi söndürmek üzere tedbir almasını istedi. Sadrazam Salih Paşa, bu hareketin tabii bir refleks olduğunu söyleyip, işgal kuvvetlerini protesto edince, İngilizler bundan Ankara’nın desteklendiği neticesini çıkardı. Kriz üzerine Salih Paşa düştü; Ferid Paşa sadrazam oldu.

Huruc ale’s-sultan

Henüz Anadolu’da ciddi askerî işgaller yoktu. Müttefik tazyikini arttıracağından ve sulhun gecikerek işgallerin yayılacağından endişelenen hükûmet, Ankara hareketine karşı Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’den aldığı bir fetvayı, hükûmet beyannamesi ve padişah fermanı ile beraber neşretti. Fevzi Çakmak’ın Ankara kürsüsünde “İngiliz süngüsü altında verilmiştir” dediği fetva budur.

Ayrıca Ankara hareketinin liderleri divan-ı harbde gıyaben idama mahkûm oldu. Bu hareketin şer’î tabirle huruc ale’s-sultan (meşru hükûmete isyan) olduğunu, buna kalkışanların günaha düştüğünü ve karşı çıkanların ise sevap kazanacağını beyan eden bu metinler, gazetelerde neşredildi; İngiliz tayyareleri tarafından Anadolu’ya dağıtıldı. [Sonradan İstanbul, bu hükümleri Ankara’ya bir cemile olarak iptal etmiştir.]

Böylece halk arasında Ankara’ya reaksiyoner tavır genişledi. Bunun tesiriyle çıkan ihtilaller, Çerkez Ethem’in tabiriyle Ankara hükûmetini felce uğrattı. Yeni harekete bağlı Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’nin mukabil fetvası, bu yangını söndürmekte işe yaramadı.

Ankara’da Meclis'in toplanması haberi üzerine İngilizler tazyikini arttırdı. Bunun üzerine hükûmet, 18 Nisan 1920’de jandarmaya benzemesi itibarıyla Kuva-yı İnzibatiye (İnzibat Kuvvetleri) adı verilen bir askerî birlik kurdu ki, Hilafet Ordusu diye de bilinir. Üç piyade alayı ve bir topçu taburundan müteşekkil 4 bin kişilik ordunun başına Süleyman Şefik Paşa getirildi. İngilizlerin serbest bıraktığı harb esirlerinden de bir kısmı bu orduya katıldı.

 

KUVA-YI İNZİBATİYE yahut  SON HİLAFET ORDUSU
Kuva-yı İnzibatiye askerleri

İsteksiz kumandan

Birlikler 1 Mayıs’ta İzmit ve Sapanca’da karargâh kurdu. Zamanla Bolu, Gerede ve Ankara kırlığına yayıldı. İngilizlerin İzmit’te birlikleri ve körfezde de gemileri vardı. Benzeri birliklerin memleketin her tarafında kurulması için yazışmalar yapıldı; ama çoğu yer Ankara hükûmetinin kontrolünde olduğu için bu gerçekleşemedi.

Şefik Paşa işi ağırdan alırken, karşı taraf tahkimatını iyice güçlendirdi. Azledilip yerine Suphi Paşa tayin edildi. İşin garibi Şefik Paşa hatıralarında bu işlerden hiç bahsetmez. İstanbul’daki Ankara taraftarı zabitler, bu orduya işe yaramaz silah ve cephane yolladı. (Hüsameddin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s.391-392)

Eylül 1919’dan bu yana Biga’dan Bursa’ya kadar olan mıntıkada Ankara hükûmetine karşı duran Ahmed Anzavur Paşa, Adapazarı ve Kandıra’ya girdi; Eskişehir üzerine yürüdü. Ancak 17 Mayıs’ta Geyve boğazında Ethem birliklerine mağlup oldu. Ethem, Sapanca ve Adapazarı’nda hadiseyle alakalı gördüklerine kendisine mahsus tekniklerle dehşetli cezalar verince, diğer mıntıkalardaki isyancılar çözüldü.

Size yenilmek için!..

Kuva-yı İnzibatiye’yi kontrol için Anadolu Fevkalade Umumi Müfettişliği kurulmuştu. Başına getirilen Müşir Zeki Paşa, Suphi Paşa vasıtasıyla Ankara ile irtibata geçti. Kuva-yı Milliye’nin Müslümanların birbirini öldürmesine yol açtığını, memleketi kurtarmak isteyen padişahı ve hükûmeti müşkül vaziyete düşürdüğünü söyledi. Ankara’da kurulan hükûmetin dağıtılmasını, milis birliklerinin meşru hükûmete bağlanmasını ve sulh yapılana kadar çatışmaların durdurulmasını istedi.

Bu arada Suphi Paşa, arkadaşı olan mıntıkadaki Kuva-yı Milliye kumandanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile el altından anlaştı. (Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İst. 1953, s. 409) 14 Haziran’da taarruza kalkışan Kuva-yı İnzibatiye birlikleri, karşı tarafa geçti. Geçmeyenler geri döndü; birkaçı karşı tarafa esir düştü. Kemal Paşa, Selanik’ten arkadaşı Suphi Paşa’ya Ankara'ya geldiğinde, “Hilafet Ordusu kumandanlığını niçin kabul ettiniz?” diye sorduğunda, “Size yenilmek için!” cevabını almıştır. (Nutuk)

Hükûmet, 25 Haziran’da Kuva-yı İnzibatiye’yi dağıttı; milislerin oğluyla beraber astığı Kurmay Binbaşı Hayri Bey’in ailesine de maaş bağladı. Aradaki tampon ortadan kalkınca, Kuva-yı Milliye ile İngiliz 242.Tugayı arasında ufak çapta çatışmalar oldu ve milisler püskürtüldü. Bu, “7 düvel”den biri olan İngilizlerle yegâne askerî karşılaşmadır.

Daha 1919 yazında Sultan Vahîdeddin Anadolu'daki isyanı bastırmak üzere mutemet kuvvetlerinden iki fırka teşkil edip Anadolu’ya sevk edeceğini söyleyince İtilâf Devletleri mümessilleri buna asla müsaade etmediler. “Bu, mütâreke şartlarına aykırıdır. Terhis yerine yeniden silahlanma mı yapacağız?” dediler. (Dagobert von Mikusch, La Resurection d’un Peuple, Paris 1931, s.184)

KUVA-YI İNZİBATİYE yahut  SON HİLAFET ORDUSU
Suphi Paşa - Ali Fuat Paşa

Oyalama siyaseti

Kurulması için hükûmete ağır tazyikte bulunan İngilizlerin, Hilâfet Ordusu’na destek olmaması çok enteresandır. İngilizler yardım etmiş olsaydı, netice bambaşka olurdu. İngilizler neden Ankara hareketini bastırmak için bir ordu kurulması hususunda İstanbul hükûmetini tazyik etmiş de, bu hareketi bizzat yapmamış veya destek vermemiştir?

İngiliz Savaş Bakanlığı, İstanbul’un şu saatten sonra Ankara’ya galebe çalacağını beklemiyordu. Şu hâlde İstanbul ile Ankara’nın arasını tam manasıyla açacak bir planı tatbik ediyor; Ankara hareketini, İstanbul’u tazyik için bir vesile olarak kullanıyorlardı.

O zaman Dâhiliye Nâzırı olan ve Kemal Paşa’yı Garibaldi’ye benzeterek sonunda mutlaka Padişah’a itaat edeceğine inananlardan Ahmed Reşid (Rey) Bey hatıralarında diyor ki: “Lloyd George, İstanbul’u işgal edip, Sevr’i tasdik etmeyeceği kat’i olan Meclis'i dağıtarak bunun Anadolu’da toplanmasını sağladı. Bir yandan da İstanbul hükûmetinden, Anadolu hareketini kınamasını istedi.

Kınasa, ‘öyleyse bastırın’ diyecek; asileri tedip için İzmir’deki Yunan ordusundan istifade etmesini isteyecekti. Nitekim vaktiyle Macar isyanını bastırmak üzere Rusya, Avusturya’ya bir ordu göndermişti.

Kınamasa, bundan hükûmeti mesul tutacak ve Yunanlıları Anadolu içlerine sürecekti. Bu sebeple İstanbul hükûmeti hem İngilizleri oyalamak hem de Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgalini önlemek maksadıyla, Kuva-yı İnzibatiye’yi kurarak göstermelik bir tavır aldıysa da, Lloyd George’u ikna edemedi.” (s.372-373)

KUVA-YI İNZİBATİYE yahut  SON HİLAFET ORDUSU
Ahmet Reşid Bey

Danışıklı dövüş mü?

Anadolu hareketine katılanların çoğu, millî mücadele değil, hayat mücadelesi derdindeydi. Harbin kaybedilmesi ve işgal sebebiyle, çok sayıda memur ve asker açıkta kalmıştı. Bu çaresiz kişilerin Anadolu’ya geçip yeni harekete katılmaktan başka çareleri yoktu.

Aynı şey taşra memurları için cariydi. Ya İstanbul’a dönüp bir yere tayinlerini nafile bekleyip maaşsız sefalete düçar olacaklar; ya da yeni düzende yerlerini alacalardı. Onların çoğu da böyle yaptı. İşte bu zabit ve erlerin Ankara’ya iltihakı, bazılarını bu hareketin bir muvazaa (danışıklı dövüş) olduğu kanaatine sevk etmiştir.

Ferid Paşa’nın yaveri olup, 150’liklere dâhil edilerek sürgün olunan, 15 sene sonra af kanunuyla memlekete dönüp gazeteciliğe başlayan Tarık Mümtaz (Göztepe) Bey, Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında isimli hatıratında bazılarını bazılarına hoş gösterebilmek için olsa gerek olup bitenleri biraz rötuşlu tasvir eder:

“İtilaf Devletleri, Kuva-yı Milliye’yi takbih ediniz! (kınayınız!) yollu notaya bir türlü razı olmayan İstanbul Hükûmeti’ne bu notaya bin defa rahmet okutacak sertlikte ikinci nota vererek, Kuva-yı Milliye’yi te’dip ediniz! (yola getiriniz!) deyince Sultan Vahideddin’in etekleri büsbütün tutuşmuştu. Artık alev bacayı sarmış bu talihsiz Osmanlı Padişahı, ne yapacağını şaşırıp kalmıştı. Bugüne kadar hakkıyla aydınlatılmamış bulunan Kuva-yı İnzibatiye isimli teşkilat, dördüncü Damad Ferid Paşa Kabinesi’nin binbir çaresizlik içinde giriştiği bir siyaset manevrasından doğmuştur.

Bu tam manasıyla bir muvazaadan ibaretti. Çünkü başta Padişah olmak üzere gerek Sadrazam, gerekse Dâhiliye Nazırı Reşid Bey, çok iyi biliyorlardı ki, İstanbul’un %99’u ve Anadolu’nun %80’i Kuva-yı Milliye’ye canla başla taraftardı. [Anadolu’nun her yerinde çıkan onlarca isyana bakılacak olursa, bu, pek doğru değildir.]

Kaldı ki, İstanbul’un banliyö hududlarından öteye sözü ve hükmü geçmezken bir ordu vücuda getirilmesine de imkân yoktu. Bütün bu imkânsızlıklardan başka İstanbul Hükûmeti’nin elinde avucunda on para yoktu. Memur maaşlarını bile verecek bir hâlde değildi.

Gelişigüzel bir inzibat müfrezesi teşkil edecek, bir de Kuva-yı Milliye’yi takbih eden bir hükûmet beyannamesi neşrolunarak İtilaf Devletleri’ne karşı verilen söz yerine getirilmiş bulunacak ve güya bu suretle de korkulan katmerli işgal ve tehditlerin ihdas ettiği tehlike önlenmiş olacaktı.” (İst. 1993, s. 268-269)

Tarık Mümtaz Bey’in bu ifadesi, Ankara ile İstanbul’un arasını bulmak isteyen bazı kesimlerin, işi danışıklı dövüş olarak görmelerine sebep olmuştur. Bunu bir muvazaa saymak doğru değildir. Ama misyonunu gerçekleştirebilecek imkânlara da sahip değildi. Nitekim bizzat kendi subaylarının, karşı tarafla anlaşması, bu misyonu suya düşürmüştür.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.