İNÖNÜ İLE VELİNİMETİ ARASINDA KARA KEDİ!

A -
A +

1930’larda İnönü giderek güçlenmişti. Otoriter rejimlerde, ikinci bir şahsın sivrilmesi endişe uyandırır.

 

1920’den sonra Gazi’nin adı hep iki kişiyle beraber anılır. Bunlar İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tır. Bu ikisine çok güvenirdi. Üçü de İttihatçılıktan gelmiştir; ama üçü de farklı mizaçtadır.

İnönü’yü 1923’ten 1937’ye kadar, (1924’te 1 yıllık Fethi Bey hükûmeti sayılmazsa) devamlı başbakan yapmış; Çakmak’ı ise ölene kadar ordunun başında tutmuştur. Böylece rahat etmiş; inkılabı emniyete almıştır. Ölmesine az kala, İnönü ile yaşadığı soğukluk, bugün bile münakaşa mevzuudur.

İNÖNÜ İLE VELİNİMETİ ARASINDA KARA KEDİ!

Sofranın birincisi

 

Falih Rıfkı, Gazi’nin İnönü üzerinde karar kılmasının başlıca sebepleri olarak şunları anlatır: “Gazi’ye karşı hususi bir rakiplik hissi yoktu. Onun otoritesine kati ihtiyaç olduğuna kaniydi. Son derece çalışkan, ciddi bir hükûmet adamı idi. Devrimlere en az onun kadar inanmıştı. [Ölene kadar eski harflerle yazmadığı, yazanları da haşladığı bilinir.]

Gazi, teferruatla uğraşmayı sevmezdi. Yalnız dış politikaya devamlı alaka göstermiştir. İşlere nadiren müdahale eder; bazen muhaliflerle arasında hakem rolü oynardı. Bu aksiyon adamını, Çankaya köşkünde yapacak iş bulamayıp iç sıkıntısına tutulduğu zaman, kafese konmuş aslana benzetirdim. O, bir istidat gördüğü zaman çabuk yetiştirdiği gibi, başarısızlık gördüğü zaman da çabuk feda ederdi.

İsmet’i yakından tanıması, Ahmet İzzet Paşa’nın yerine şarktaki ordunun kumandanı olduğu vakit, onu kurmay başkanı olarak bulmasından sonradır. İnsan sarrafıydı. Daha evvel İsmet’e hiç ısınamamıştı. Her nedense onu da galiba Envercilerden sayarmış. [İsmet, Enver’i de severdi. Bütün hanedan sürgünde iken, sırf onun çocukları için hususi af getirmiştir.]

Beraber çalışmaya başladıktan az zaman sonra, arkadaşını bütün zaafları ve kuvvetleri, kusurları ve meziyetleri ile tanıdı ve ona bağlandı. Sonuna kadar gerek orduda, gerek siyasi hayatta İsmet’ten faydalandı. Buna mukabil İsmet, Gazi’nin gittikçe kuvvetlenen otoritesini, kendi menfaatleri için sömürenlere karşı mücadele etti. Etrafındaki husumetin baş sebebi budur.

İsmet, Çankaya sofrasının birincisi ve müstesnası idi. Nüfuzu o kadar büyüktü ki, bugün kendisinden laubalice bahsedenler, o zaman İsmet sofraya gelince ağızlarını açamazdı. İnönü, at yarışı ve konser severdi. Bazıları sırf ona yaranmak için konser ve yarışları kaçırmazdı. O hasta olup konsere gidemeyince kurtulduk diye sevinirlerdi. İsmet yokken, Gazi bile onun zaaflarından bahsederdi. Ama onu bütün arkadaşlarından daima üstün tutmuştur. Gazi ile İsmet birbirlerini tamamlardı.” (Çankaya)

 

Serbest Fırka gözdağı!

 

Sonra ne oldu da ikisinin arası açıldı? Serbest Cumhuriyet Fırkası kurucularından Süreyya İlmen Paşa, anlatıyor: “1930’a doğru ikisi arasında bir soğukluk belirmişti. İsmet Paşa giderek güçleniyordu. Hâlbuki Gazi, memlekette kimsenin sivrildiğine tahammül edemezdi. Her işi, her inkılabı, her imarı, her teşkilatı yalnız kendisi yapmak ve o fikrin yalnız kendisinden çıktığını etrafa yaymak isterdi. Memlekette yalnız büyük olarak kendisinin tanınmasını isterdi. Halk Fırkası içinde Gazi ve İsmet Paşa taraftarları diye iki hizip belirmişti. Bu ikiliğin ibresi, Gazi aleyhine dönmekte devam ediyordu.

İsmet’in elinde 2 kuvvet vardı: Parti reisliği ve başvekillik. Başvekillikten azledilse, fırka reisliği elinde kalacaktı. Bundan azletmek de kolay değildi. Zira fırka kodamanları onun yanındaydı. Hatta reisicumhur seçiminde İsmet Paşa’ya da rey verilebileceği sözleri dolaşmaya başladı. Gazi için bunu önlemek lazımdı. Bunun için Meclis'te kendi tarafından muhalif bir fırka teşkiline kalkarak memlekete bir demokrasi görüntüsü vermek; aynı zamanda pek çok haksızlıklar sebebiyle bunalmış milleti de İsmet’in elinden kendisinin kurtardığı imajını uyandırmak lazımdı. Böylece iki fırkayı da elinde oynatıp, zamanın icabına göre birini iktidara getirmek istiyordu.

Serbest Fırka kurulduktan sonra bazı yerlerde İsmet Paşa’nın resimlerinin yırtıldığı haberi geldi; hatta bu yüzden İsmet’in ağlayarak Gazi’ye geldiği işitildi. Şu hâlde Gazi’nin maksadı hâsıl olmuştu.” (Zavallı Serbest Fırka, 1951)

 

Nişan krizi

 

1932’de bir İngiliz gazetesi, İngiltere’nin Gazi’ye dizbağı nişanı vermesini yazınca, Başbakan İnönü, “İspanya Kralından artan bir nişanı, verilse de almayız” dedi. Gazi, “İngilizler beni sever. Benim için Lloyd George’u bile attılar” dedi. İnönü, “Hayır, Lloyd George muvaffak olamadığı için atıldı” deyince, Gazi yanındakilere, “İtirazının sebebini anlıyorum. Geçen gün iktisat vekiline yaptığım muameleye kızdı” dedi.

Mesele büyüdü. “İsmet seni mahvederim” sözü ortaya bomba gibi düştü. İnönü, el bile sıkmadan sofrayı terk etti. “Gördünüz mü yaptığını? Ben buna tahammül edemem. Yarın gidip kabineyi ben kuracağım” dedi. Ertesi günü, İnönü, “Beni, elimden tutarak ve en karanlık anlarımda önümde bir yıldız gibi parlayarak bugünkü vaziyetime getiren sensin! Her şeyimi sana borçluyum” dedi ve iş tatlıya bağlandı. (Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl).

Yakup Kadri der ki: “Saray’da bir akşam, Gazi’nin, maarif vekili Esat Bey’i azledip, yerine Reşit Galib’i getirmek istediğine dair telgrafına, “Gece yarısı uykusundan uyandırılarak kabinesinde değişiklik yapılmak istendiği haberini alan bir başvekilin, bu hususta ileri süreceği mütalaadan nasıl bir fikir selameti beklenebilir?” tarzında cevap verdi. Belli ki, içinin damla damla biriken zehrini ortaya dökmüş oluyordu” (Politikada 45 Yıl, 141). İnönü hatıralarında, “Vekillere sert muamele ediyordu. Sıhhatinde başlayan bozukluklarla, sükûnetini kolaylıkla kaybeder hâle gelmişti” diyor. 

İplerin kopuşunu ve İnönü’nün küllerinden doğuşunu başka bir yazıda ele alırız...

 

Ermeni alfabesinde kaç harf var?

 

İnönü, parti üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurabilmiş değildi. Her zaman kendisini açıktan açığa sevmeyenler, uzak duranlar vardı. Bu sebeple velinimeti ne kadar güvenir ve severse sevsin, kendisini her zaman tetikte durmaya mecbur hissetmiştir.

Yaygın bilgiye göre, Bitlis’te Kızıl Mescid Mahallesinde Kürüm ailesindendir. Bunların aslı Hakkâri’nin Krum (şimdi Kurudere) köyündendir. Buraya da Yüksekova’nın Erdel köyünden gelmişlerdir. Bir rivayette büyük dedesi kan davası sebebiyle Rumeli’ye kaçmış; dedesi Şumnu’dan Bitlis’e gelmiş; seklavi cedran cinsi atlardan anladığı için Bitlis beylerinin yanında çalışmış ve sonra Malatya’ya göçmüştür.

1950’den sonra sıradan bir siyasi figür hâline geldiği için muhalifleri tarafından hakkında çok çeşitli iddialar dile getirilmiştir. Kürümlerin Ermenilikten dönme olduğu iddia edilmiş; son sözlerinin “Ermeni alfabesinde kaç harf var?” olması da buna tuz biber ekmiştir. 

Babası adliye kâtibi Reşit Bey İzmir’e tayin olmuştur. İnönü, 1884’te burada 5 kardeşin 2.si olarak doğmuştur. Annesi Cevriye Temelli, Rumeli’de Razgradlı dindar bir kadındır.

İki kardeşi subaydı. Diğer kardeşi Rıza Temelli (Kanbur Rıza), zengin bir tüccardı. İhalelerde ağabeyinin nüfuzunu kullanmakla itham edilmiştir.

Politikaya harbiye talebesiyken başladı. Sultan Hamid’i tahtından indiren Hareket Ordusu’nda idi. 1910’da Yemen’e gitti. Burada İngilizlerden ele geçen bir gramofon ve plaklarla klasik müzik zevki başladı. Bâbıâli Baskını’ndan sonra Enver Paşa’nın yakın çevresine girdi. 1916’da şark cephesine tayin edildi. Ancak bilfiil savaşmadı; hep karargâhta bulundu. Kendi tabiriyle bir “masa zabiti” idi. İlk fiilî muharebesi, 1917’de Gazze’dedir. Buradaki mağlubiyeti, İngilizlere Kudüs’ün yolunu açtı.

 

İşine geleni duyar

 

1919’da evlendiği Mevhibe Hanım, Süleymaniye’de fırıncı Ziştovili Süleyman Efendi’nin kızıdır. İzzet (küçük öldü), Ömer, Erdal ve Özden adında 4 çocukları oldu. Başta yeni evlendiği gerekçesiyle Anadolu Hareketine karşı soğuk durdu. Orduyu bırakıp yakın dostu Karabekir'le ortak çiftçiliğe niyetlendi. Olmadı. Ankara’ya intikali 8 Ocak 1920’dedir. Sonrası malumdur.

İstanbul’da okuyan oğlunun Dolmabahçe Sarayı’nda kalışı ve bir aşk cinayeti skandalına karışması dedikodu mevzuu oldu. Bunu gözlerden uzağa, Amerika’ya yolladı. Bunun için küçük oğlunu İstanbul’a göndermedi. O okusun diye Ankara’da fen fakültesi kurduğu söylenir.

Meyhane şarkıları yerine, klasik müziği; rakı yerine, votkayı; poker yerine briçi; köpek sevmek yerine ata binmeyi; balo yerine, konseri tercih ederdi. Viyolonsel çalar, tenis oynar, yüzerdi. Çivileme atlayışı meşhurdur. Sakal tıraşına pek düşkündü, bazen günde iki defa tıraş olurdu; herkeste de bunu arardı.

Eli sıkı bilinirdi. Ada’da ve Çınarcık’ta sayfiyesi; Ankara’da Pembe Köşk’ü, Maçka’da apartmanı vardı. Gençliğinden beri kulakları az işitirdi. “Paşa işine geleni duyar” sözü meşhurdu. Şevket Süreyya Aydemir der ki: “İnönü bir halk adamı değildi. Sevilmekten ziyade sayılırdı. Kimseye dostluğunu sınırsız vermemiştir. Mesafelidir. Veren değil, alan bir insandı.” (İkinci Adam, 501) Erzincan zelzelesinde, ağlayarak kendisine sarılmış felaketzede yaşlı kadın ile çekilmiş resmindeki yüz ifadesi bunu ortaya koyar.
İNÖNÜ İLE VELİNİMETİ ARASINDA KARA KEDİ!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.