TÜRKİYE, OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DEVAMI MIDIR?

A -
A +
Türkiye, imparatorluğun külleri üzerinde, artakalan malzemeyle kurulmuş irili ufaklı ulus-devletlerden birisidir. Ulus-devlet ile imparatorluk, çok ayrı dünyalara aittir.
 
Hükûmet ve rejim değişikliği başkadır; halefiyet ve devamlılık başkadır. Hükûmet, rejim, hatta devlet değişse bile, karşılıklı feshedilmedikçe milletlerarası antlaşmalar ve borçlar; usulüne göre kaldırılmadıkça kanunlar ve mülkiyet gibi hukuki statüler devam eder. Devlet malları, yeni devlete ait olur. Halk, yeni devletin vatandaşı sayılır. Bu devamlılık değildir; halefiyettir, vârisliktir.
İngiltere’de Cromwell devrinin icraatları, krallık tekrar kurulduğunda reddedilmediği gibi; ihtilalciler de Krallık Fransa’sının antlaşmalarına sadık kaldılar. Cumhuriyet hükûmeti, imparatorluk zamanından kalan dış borçları kabul etti.
Öte yandan Sovyetler, Çarlık Rusya’sının bırakın devamı olmayı, halefiyeti bile kabul etmemiştir. Mamafih komünizm çökünce, ilk iş Çarlık borçlarını kabul etmek oldu.
 
En büyük fenalık
 
Cumhuriyeti kuran kadro, başta Gazi olmak üzere her fırsatta Osmanlı Devleti’nin münkariz olduğunu (yıkıldığını), Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir devlet olduğunu deklare etmiş; cumhuriyetin, imparatorluğun devamı olmadığını her fırsatta dile getirmişlerdir. Devletin bu vasfını değiştirmeyi istemek, bugün bile anayasal bir suçtur.
Falih Rıfkı, saltanatın ilgasıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun inkıraz bulduğunu ve bunun kalıntısı üzerinde yeni bir Türk devletinin doğduğunu söyler (Çankaya).  Asım Us, “Türkiye Cumhuriyeti’ne eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bir temadisi (devamı) nazarı ile bakmamalıdır” der (Gördüklerim Duyduklarım Duygularım).
Nutuk’ta, “Osmanlı hanedan ve saltanatının idamesine çalışmak, elbette, Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Osmanlı Hükûmetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geliyordu” der (I/14). İnkılap tarihi jargonunda buna İstiklal Harbi denir ki, istiklal, Anadolu sömürge olmadığına göre, yeni bir devlet manasına gelir. Bu sebeple Nutuk’ta, Ankara meclisi bir parlamento değil; kurucu meclis olarak görülür (I/421).
 
“Osmanlı tarihe gömülmüştür!”
 
Bu husus Gazi tarafından müteaddit defalar beyan edilmiştir:
“Yeni Türkiye'nin eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur.” (Nutuk, II/43)
“Yeni Türkiye, eski Osmanlı imparatorluğu değildir.” (Le Journal muhabiri Paul Herriot’ya 25/XII/1922’de verilen beyanat. Hâkimiyet-i Milliye, 2/I/1923)
“Bütün cihan görmüş ve anlaşılmıştır ki, Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmıştır. Devletimiz yeniden bir devlet vücuda getirmiştir ki adına Türk devleti derler. Osmanlı devleti maatteessüf ölmüştür.” (İzmir, 31/I/1923)  
“Osmanlı devleti artık tarihe karışmıştır. Türk milleti, millî azmi ile yeni bir devlet kurmuştur.”  (Akhisar, 5/II/1923)  
“Dünya yüzünde Osmanlı devletinin inkırazından sonra bir Türkiye devleti teşekkül etmiştir.” (Balıkesir, 7/II/1923)  
“Osmanlı devleti tamamen münkariz olmuştur (yıkılmıştır). Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (anayasa) da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı devletinin öldüğünü idrak ve ifade ve onun yerine yeni Türkiye devletinin kaim olduğunu ilân eyleyen bir kanundur.” (İzmir İktisat Kongresi, 17/II/1923)  
“Bugün Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun yavaş yavaş parçalanmasının ve nihayet tarihe gömülmesinin tarihî neticesidir.” (Balkan Konferansı, 25/X/1931)
Cumhuriyetin kurucusu böyle dedikten sonra; kim ne diyebilir?
 
TÜRKİYE, OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DEVAMI MIDIR?
Osmanlı romantizmi
 
“Türkiye, Osmanlı’nın devamıdır” argümanı, Amerikan yanlısı 12 Eylül darbesinden sonra resmî ideoloji olarak lanse edilen Türk-İslam sentezinin tabii bir neticesidir. Soğuk Harb’in son zamanlarında Sovyetler’e karşı kurulmak istenen Yeşil Kuşak projesinin bir unsurudur. Tıpkı 1850’lerden itibaren aynı maksatla İngilizlerin harladığı Turancılık ideolojisi gibi.
Zamanla içeride cumhuriyet prensiplerine reaksiyonu sindirmek ve Osmanlı’nın tarihî karizmasından istifade ile siyasi icraatları ve bazı askerî operasyonları meşrulaştırmak için kullanılan bir argümana dönüşmüş; geçen asırdaki Alman romantizmi gibi, bir Osmanlı romantizmi meydana gelmiştir.
Buna göre Türkler tarihin hiçbir asrında devletsiz kalmamışlardır. Bunlardan bir tanesi ise Büyük Türk Hakanlığı adıyla, millî hüviyetin sembolü olmuştur. Hun, Göktürk, Kutluk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı ve nihayet Türkiye, devlet-i ebed-müddet adı verilen bu idealin tezahürüdür. Osmanlı neyse, Türkiye odur.
Bu mantığa göre, İtalya, Roma Cumhuriyeti’nin; Moğolistan, Moğol İmparatorluğu’nun; Mısır, Antik Mısır’ın; Meksika, Aztek İmparatorluğu’nun devamıdır. Hatta Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün, hatta İsrail de Osmanlı İmparatorluğu’nun devamıdır. Osmanlı bürokratları memleketi idare etmiş; Osmanlı müessese ve kanunları burada yakın zamana kadar cari olmuştur. Ama takriben 127. Türk hükümdarı sayılan Sultan Vahîdeddin ile halefi arasındaki şahsiyet ve zihniyet tezadı nazara alınırsa, bu fikir daha bir mana kazanır.
Her devlet, uzun bir ömür yaşama temennisiyle kurulur. Osmanlılar bu tabiri, Osman Gazi zamanında mevcut olan misyon ve vizyonuyla devletin devam etmesi ümidiyle kullanmıştır. Aksini söylemek, imparatorluğu, etnosantrik bir telakkiye indirmek olur. Bu söz bir ebediyen yaşama kehaneti değildir. Bunu kimse bilemez. Aklen de mümkün değildir. Devletlerin de bir ömrü olduğunu söyleyen İbn Haldun’u muhtemelen okumuşlardı. Arapça’da devlet kelimesi “elden ele dolaşan (güç)” demektir.
 
TÜRKİYE, OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DEVAMI MIDIR?
Tehlikeli hamaset
 
Bazıları, “Cumhuriyet, Türklerin cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu da Türklerin İmparatorluğu olduğuna göre ikisinin arasındaki kültürel, siyasi, idari ve hukuki devamlılık açıktır” diyor.  Kimi daha da ileri giderek bir aynılıktan söz eder; 1000 yıllık bir devletin vatandaşı olmanın psikolojik cihetten insanları daha emin, daha mutlu, daha hür hissettireceğini söyler. Kucaklayıcı bir poz takınarak, “Necip Fazıl da bizim, Nazım Hikmet de bizim” dediği gibi, “Atatürk de bizim, Abdülhamid de bizim” diyerek bu aynılığı terennüm etmek ister.
Öyleyse Ankara hareketi kime karşı yapıldı? Binlerce yıllık saltanat ve beş asırdır Osmanlıların elinde bulunan hilafet niye lağvedildi? Türk olduğu en kati aile olan Osmanlılar niye yurt dışına sürgün edildi? Türklerin bin yıllık hukuku, alfabesi niye kaldırıldı? Binalardan tuğra ve kitabeler niye kazındı? Eskiyi hatırlatan her şeye niye alerji duyuldu? Niye -sanki yeni kurulmuş gibi- Mahkeme-i Temyiz, Yargıtay; Şûra-i Devlet, Danıştay; Divan-ı Muhasebat da Sayıştay oldu? 
Cumhuriyet, imparatorluğun siyasi, hukuki ve kültürel devamı sayılabilir mi? Devlet, cismani müesseselerden ibaret bir inşaat kompleksi midir? Ona hâkim ruh, çok daha ehemmiyetli değil midir? “Türkiye, Osmanlı’nın devamıdır” demek, Gazi’yi ve Anadolu hareketini, iktidar için mücadele eden sıradan bir darbeci gibi göstermek olmaz mı?
Misyon ve müesseseleri aynı bulunduğu hâlde, Osmanlı bile teknik olarak Selçuklu’nun devamı değildir. Üstelik Moğollara esir düşen son Selçuklu sultanına hain diye sövmek şurada dursun, her mehter konserinde onun hatırasına hürmeten padişah ayağa kalkardı. Tehlikeli maksatlara hizmet için kullanılan bu hayal; Osmanlı tasavvurunu da basit bir hamasetin üzerine oturtarak tahrif eder.
 
Artakalan malzeme
 
Halil İnalcık’a göre muayyen sahalarda bir kerteye kadar devamlılıktan söz edilebilir. Nitekim bir cemiyetin, esas bünyesi, inanç ve değerler sistemi, örf ve âdetleri, davranış şekilleri bir devir devamlılık gösterir. İnsanın yaşlı iken bile, çocukluk ve gençliğindeki terbiye, tecrübe ve alışkanlıklarından kurtulamaması gibidir.
Bu, tarihî mirası inkâr etmek manasına gelmez. Eski ile yeninin yersiz çatışmasına yol vermek hiç değildir. Dedesi Osmanlı vatandaşı olan bir kimsenin, Osmanlı’ya aidiyet hissetmesi çok tabiidir; ama bu başka bir şeydir. Ama aktifler kadar, pasifler de ister istemez vârislere miras kalır. Dededen bir küp altın yanında, diyabet veya miyopi, şirret bir akraba da miras kalabilir.
Türkiye, Osmanlı Devleti’nin devamı değil, aynısı hiç değil; ancak Orta Doğu ve Balkan memleketleri gibi, tabii bir vârisidir. İmparatorluğun külleri üzerinde, Murat Belge’nin tabiriyle, Osmanlı İmparatorluğu’ndan artakalan malzemeyle kurulmuş irili ufaklı ulus-devletlerden biridir. Diğerlerinden farkı, hâkim unsurun, imparatorlukta da hâkim unsur olan Türkler olması ve eski payitahtın, sınırları içinde bulunmasından ibarettir.
Bunlar arasında Osmanlı’ya hukuki, siyasi ve kültürel devamlılık cihetiyle en çok benzeyen de Türkiye değil, belki Ürdün’dür; belki 1952’den evvelki Mısır’dır; 1970’ten evvelki Suriye ve Irak’tır. Nitekim yıkılan Osmanlı’nın kokusunu, Anadolu’dan çok, Şam, Kahire, Yafa, Bosna, Üsküp, Köstence ve Gümülcine’de bulmak mümkündü.
Faydasız bir şeyi sırf eski diye tutmak münasip olmadığı gibi, faydalı bir şeyi de sırf eski diye atmak ahmaklıktır. Hayal âleminde gezmek yerine, ayağı yere basan realist bir telakkiyi kabullenmek; imparatorluğun mirasına rasyonel bir şekilde sahip çıkmak münasip olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.