İlk kıblemiz Mescid-i Aksa, utancımız olmasın…

A -
A +
İsrail, yine hak hukuk tanımaz saldırgan davranışlarından birini, üstelik ramazan ayında, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’da gerçekleştirdi.
1967’den beri işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs’ün Eski Şehir bölgesinde bulunan Mescid-i Aksa’daki Kıble Mescidi’nde namaz kılan Filistinlilere ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Hem de ramazan ayında.
 
İsrail’in amacı ne?
 
1948 yılından bu yana yapılanlara bakıldığında İsrail’in ne yapmak istediği açıkça görülüyor.
İsrail’in amacı; önce Kudüs’ü sonra Mescid-i Aksa ve çevresini yutmak ve Yahudileştirmektir.
Bu sürecin nasıl işlediğini gösteren kritik gelişmelere kısaca bir göz atalım;
1948 yılında kurulan İsrail 1967’de yapılan Altı Gün Savaşı ile topraklarını işgalle üç katına çıkardı.
Doğu Kudüs bu tarihte işgal edildi. General Moşe Dayan “Kudüs’ü kurtardık!; İsrail’in başkenti olan parçalanmış kenti birleştirdik. Bu en kutsal anıta, bir daha ayrılmamak üzere döndük.” dedi.
1969 yılında “Mesih’in gelmesini hızlandırmak istiyorum” diyen Avusturalyalı fanatik Michael Dennis Rohan tarafından Mescid-i Aksa ateşe verildi. Bunun üzerine Müslüman ülkeler bir araya gelerek İslam Konferansı Örgütünü kurdular ama günümüze kadar sonuç alıcı bir şey yapmadılar/yapamadılar.
İsrail, 1980’de Kudüs’ü ilhak ettiğini açıklayarak, başkenti Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdığını ilan etti.
Kudüs’ün işgalinden sonra farklı gerekçelerle adım adım Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra baskı altına alınarak Müslümanların elinden alınmaya çalışıldı/çalışılmaktadır.
Farklı zamanlarda Mescid-i Aksa’ya ciddi zararlar verebilecek tüneller kazdılar.
2017 yılında dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. ABD’yi izleyen bazı devletler de oldu.
 
İsrail cesareti nereden alıyor?
 
Dünyanın, Arapların ve Müslümanların sessizliğinden…
1948’den beri İsrail yaptığı hiçbir hukuksuz davranışının maliyetini ödemedi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde alınan kararlar İsrail’e işlemedi/işletilmedi.
İsrail, neredeyse Güvenlik Konseyi’nin gizli üyesi gibi muamele gördü.
İsrail, işgal etti ses yok, ilhak etti ses yok, katliam yaptı ses yok…
Hatta, yaptıklarından dolayı ödüllendirildiğini bile söyleyebiliriz.
1945 yılında kurulan ve 22 üyeden oluşan Arap Birliği bugüne kadar İsrail’i durduracak hiçbir şey yapamadı.
Birlik sadece adında var.
Tam bir parçalanmışlık içindeler.
Hem kendi içlerinde hem de bölgede birbirlerini yemekle meşguller.
Arap yönetimleri rejim derdinde, İsrail işgal ve genişleme peşinde.
Arap rejimlerinin artık Filistin’den daha büyük dertleri var!
Filistin/Filistinliler ve Kudüs’e yapılan saldırılar onlar açısından vakayi adiyeden işler konumunda.
Hatta, bazı Arap rejimleri “Şu Filistin/Kudüs olmasaydı, İsrail’le daha rahat hareket ederdik” modundalar. Bu uğurda 2020 yılında İbrahim Anlaşması’nı imzaladılar.
İsrail’e cesaret veren diğer bir faktör; ümmetin sessizliği.
Ümmet, İsrail’e karşı sessiz, birbirlerine karşı değil.
Aynen Arap Birliği örneğinde olduğu gibi ümmet de birbirini yemekle meşgul.
Hem toplumlar bazında hem de devletler bazında kendi aralarında çetin bir mücadele içindeler.
Kuruluş gerekçesi Mescid-i Aksa olan İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği’nden farksız.
Araplar ve Müslümanlar kendi aralarında kavga ederken hem doğal kaynaklarını, hem emeklerini hem de iradelerini kaptırmış durumdalar…
Kendi aralarındaki kavgadan neleri kaybettiklerinin farkında bile değiller.
Arap ve İslam dünyasındaki bu sessizlik, vurdumduymazlık, aymazlık devam ederse korkarım ki ilk kıblemiz utancımıza dönüşür…
Bunun olmaması için, İsrail’in pervasızlığı karşısında, İslam dünyası birlik, beraberlik içinde sağlam irade ortaya koyabilmelidir.
Fakat heyhat!…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.