Garip bir ruh hâli…

A -
A +
İster siyasi partiler isterse destekçileri bazında olsun muhalif çevrelerde garip bir ruh hâli yerleşmiş gibi gözüküyor. Bir şeyi değerlendirirken iyi veya kötü, doğru veya yanlışın önemi yok. Karar/hüküm verilirken fiile değil doğrudan faile bakılıyor. Fiil kötü veya yanlış olsa bile fail, Erdoğan/AK Parti/Cumhur İttifakı karşıtı ise en hafif ifadeyle ses çıkarılmıyor, görmezden geliniyor, hatta sempatiyle yaklaşılıyor. Fiil iyi veya yararlı olsa dahi, eğer Erdoğan/AK Parti/Cumhur İttifakı tarafından yapılıyorsa “o iş mutlaka kötüdür” yaklaşımıyla hareket ediliyor. Bu şekilde, bilinçli olarak garip bir kitle inşa ediliyor. Bir kişi mesleğinde ne kadar başarılı, toplumsal etkisi ne kadar geniş, hatta uluslararası camiada ne kadar tanınırsa tanınsın, eğer Cumhurbaşkanı hakkında iyi şeyler söylemişse, Külliye’de bir davete katılmışsa, o kişi hakkında hemen linç kampanyasının devreye sokulduğunu görüyoruz. Hatta, bu kural kamu sağlığını ilgilendiren bir konuda bile değişmiyor. Son olarak, aşı konusunda toplumda duyarlılığı artırmak için kamu spotunda rol alan sanatçılar aynı olumsuz muameleye tabi tutuldular. Birinin kötülenmesi veya suçlanması için işin mahiyetinin önemi yok, Erdoğan’a/AK Parti’ye karşı olmaması yeterli sebep olarak görülüyor.   Örneklendirelim…   Bir kişi gözden düşürülmek isteniyorsa, Muharrem İnce örneğinde olduğu gibi “Saray’a giden kişi/siyasetçi” yaftası vurulmaya çalışılıyor. Külliye’ye gitmek suçmuş gibi. PYD/PKK ile mücadele etmek için Zeytin Dalı Operasyonu’na katılacak Mehmetçiklere destek vermek için Hatay’a/sınıra giden sanatçılara söylenmeyen sözler kalmadı. Millî bayramlarda Külliye’de verilen davete katılan sanatçılar “Saray’ın sanatçısı” olmakla suçlanırken, Grup Yorum gibi terörü öven yapılar destek buldu veya en ufak bir ses çıkarılmadı. İnsan Hakları Eylem Planı örneğinde olduğu gibi, ülkenin Adalet Bakanlığı yargı paketleri hazırlanırken yargının önemli paydaşı olan baroların işin içinde yer alanları hedefe konurken, kafadan her şeye karşı olanlar alkışlandı. Hatta, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu “Saray’ın adamı” ilan edilerek hedefe kondu. Erdoğan ile iş birliği yapan, ittifak kuran veya görüşme yapan siyasetçiler hakkında sistematik ve ağır hakaretler edildi/ediliyor, kötüleme seansları yapılıyor. Buna karşın, Erdoğan karşıtı bir yerde konumlananlar terör destekçisi olsa bile pamuklara sarılmaya çalışılıyor. 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra Cumhur İttifakı’nın şekillenmeye başlaması Bahçeli’nin hedefe konması için yeter sebep olarak görüldü. PKK terör örgütünü ve örgüt elemanlarını öven HDP eski Eş Başkanı Demirtaş’ın sevilmesi ve savunulması için Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü yeterli oldu. Tam “Saadet Partisi bizimle” dedikleri anda Oğuzhan Asiltürk’ün Erdoğan’la görüşmesi, Asiltürk’ün “kötülerin kötüsü” olduğunun ilan edilmesine yetti. Muhalefetteki söz konusu garip ruh hâli sadece içerideki gelişmelerde değil dışarıda da kendini göstermektedir. Erdoğan döneminde yatırım yapan ülkeler hedefe konulup kötüleme seansları yapılırken, yatırım yapacak olanlar tehdit ediliyor. “Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur”, Kanal İstanbul kastedilerek “Kimse ihaleye girmesin, parasını vermeyeceğiz” diye yatırım yapacak şirketler hedef alınabiliyor. Söz konusu ruh hâlinin kendini en keskin gösterdiği ülke Katar. Bu ülkenin adı geçse ayağa kalkılıyor. Hatta, son hafta Katarlı öğrenciler konusunda üretilen yalan haber bu ruh hâlinin patolojik bir hâle doğru ilerlediğini gösteriyor. Herhangi bir ülke başkanının/başbakanının kötülenmesi için Erdoğan ile diyalog kurması yetebiliyor. Erdoğan’a baskı yapacak beklentisi içinde oldukları liderler kendi ülkelerinin çıkarı için diyalog yolunu seçince hedefe konuyor. Trump’ta bunu gördük. NATO liderler zirvesinden sonra selfie ortakları Biden’a da soru işareti koymuş gibiler. Türkiye’nin yanında olanlar hedefe konurken, M. Bin Zayed, M. Bin Selman, Sisi, Hafter ve Esad gibi Türkiye karşıtı işlerin içinde olanlara karşı söz konusu grup tarafından bir çift söz söylenemiyor. Bunlar nezdinde, Erdoğan’ın payı olduğundan ve Aliyev’le yakın çalıştığından dolayı Karabağ Zaferi bile hak ettiği ilgiyi görmedi. Toplumsal baskıdan çekinmeseler Aliyev’i eleştirip, Paşinyan’ı haklı göstermeye çalışacaklar. “Türkiye’nin Karabağ’a cihatçı gönderdiği söyleniyor” sözünü hatırlayalım. Bir gelişmenin yararı ve zararına bakılmadan, ister içeride olsun isterse dışarıda, Erdoğan karşıtları “ortak” olarak görülürken, diyalog kuranlara “selamı sabahı kesin” deniyor. En yoğun şekilde sosyal medya ağlarında kendini gösteren bu patolojik ruh hâli daha nasıl bir şekil alacak yaşayarak göreceğiz…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.