Orta Doğu’da siyaset silahlı yapılır

A -
A +

Son yıllardaki Türk dış politikasına yönelik içeriden ve dışarıdan yapılan eleştirilerden biri de diplomasinin geri plana atıldığı ve giderek askerîleştiğidir. Özellikle bölgesel sorunlarda Türkiye’nin askerî unsurları devreye sokmasını örnek göstererek “dış politikanın askerîleşmesi” tartışması gündeme getirilmekte ve bir kapasite ortaya koymaktan daha çok bir suçlama unsuru olarak kullanılmaktadır.

Söz konusu değerlendirmeler yapılırken Türkiye’nin yakın çevresinde hiçbir çatışma yokmuş, devletler gayet iyi işliyormuş, başarısız devlet diye tanımlanacak yapılar bize çok uzakmış, çoğu terörist gruplardan oluşan ve bazı devletlerin vekalet savaşının aracı hâline dönüşmüş devlet dışı aktörler yanı başımızda cirit atmıyorlarmış, küresel ve bölgesel rekabetin en çetin fazları yakın coğrafyamızda yaşanmıyormuş, bölgede hiç silahlanma olmuyormuş gibi hareket edilmektedir.

Türk dış politikasıyla ilgili bu değerlendirmeleri yapanları görünce insan Türkiye’nin İsveç’e komşu olduğunu zannediyor…

Oysa, Afganistan’dan Fas’a kadar olan coğrafyayı göz önünde bulundursalar şunlarla karşılaşacaklar;

Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi çökmüş veya başarısız olmuş/yapılmış devletler.

Lübnan gibi başarısız devlet olma yönünde hızla ilerleyen devletler.

Baskıcı rejimlerini ayakta tutma korkusunu yaşayan bazı emirlik, krallık ve cumhuriyetler.

Devlet desteği bulma konusunda hiç sorun yaşamayan terör gruplarının da içinde olduğu onlarca devlet dışı örgütler ve yapılar.

Dini, mezhebi ve etnik nedenleri de içinde barındıran devlet içi ve bölgesel çatışmalar.

Neredeyse dünyada en fazla silahlanan devletler ve silah yığınağının olduğu noktalar.

Türkiye’nin yakın çevresinde tüm bunlar yaşanırken, kendi güvenliğini ve bölgesel hayati çıkarlarını korumak için atmak zorunda olduğu adımları “dış politikanın askerîleşmesi” olarak sunmak veya anlatmak için ya kör ya da kötü niyetli olmak gerekir.

Ne demişti İbni Haldun?

“Coğrafya kaderdir.”

Yani sizin dış politikada kendi güvenliğinizi ve çıkarlarınızı korumak için hangi unsurları, nasıl, ne zaman kullanacağınızı içinde bulunduğunuz coğrafya belirliyor.

Başta Orta Doğu olmak üzere Türkiye’nin yakın çevresinde yaşananlar klasik diplomasisinin bilinen kurallarıyla aşılacak meydan okumaların çok ötesindedir.

“Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın, ben sadece klasik diplomasinin ilkeleriyle hareket edeceğim” derseniz, bölgede bol bol dayak yersiniz. Genelde işlerin silahla görüldüğü, bu kadar silahlanmanın ve silahlı örgütün/yapının olduğu yerde hazırlıksız olmanın ağır maliyetlerinin olacağını bilmek gerekir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Sadece Suriye’de yaşananlara bakılması fazlasıyla yeterlidir.

On yıldır yaşanan iç savaşta silahsız olup da varlık gösteren bir grup veya devlet gördünüz mü?

Bugün kim silahlı unsuru ile Suriye’de varsa, diplomatik masada o yer bulabiliyor.

2016 yılına kadar, Suriye iç savaşı konusunda yapılan diplomatik girişimlere ve çözüm arayışı toplantılarına Türkiye davet bile edilmek istenmiyordu.

Ne zaman Türkiye, DEAŞ ve PKK/PYD/YPG terör örgütlerine karşı Suriye’de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarını gerçekleştirdi, o zaman diplomatik masaların vazgeçilmez aktörlerinden biri hâline geldi.

Libya’da benzer durum yaşanmadı mı?

Karabağ’da aynısı olmadı mı?

Türkiye, eğer Libya’da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükûmeti’yle imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması’nı bir askerî anlaşmayla destekleyip devam etmeseydi, bugün Mağrip ve Doğu Akdeniz’de aleyhimize bir tabloyla karşılaşmak kaçınılmaz olurdu.

Karabağ’da kararlı şekilde Azerbaycan’ın yanında olunmasaydı, bugün iyice pekişen Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini ve Altılı Platformu değil, hiçbir işe yaramayan Minsk Grubu’nu konuşuyor olurduk.

Bu yüzden, bölgesel meydan okumalara karşı askerî unsurların kullanılması bir tercih değil, zorunluluktur.

Diplomasiyi dışlamak ve geri plana atmak değil, etkili sonuç almak için onu tahkim etmektir.

Birilerinin kötü niyetli bir şekilde söylediği gibi “dış politikanın askerîleşmesi” değil, diplomasinin zorunlu olarak askerî unsurlarla güçlendirilmesidir.

Tehdidin bu kadar kesif olduğu yer ve zamanlarda askerî unsurlarla diplomasinin güçlendirilmesi oyun değiştirici etki doğurur.

Son yıllarda Türkiye’nin de yaptığı budur.

Anlayana...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.