Başkanlık Sistemi: Tarihî ve Siyasi Zorunluluk

A -
A +
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya, geniş çaplı yeni bir insani krize tanıklık ediyor. Küresel siyasi aktörlerin çok kutuplu iktidar mücadelelerinin ortaya çıkardığı, insanı ve insaniliği kasteden ağır trajedileri esefle izliyoruz. Ne yazıktır ki, bu vahamet tablosunun mazlum, mağdur ve kurbanları Müslüman coğrafyadadır. Küresel çıkar ittifaklarının kurnazca kurguladıkları oyunun figüranları bu coğrafyanın insanlarıdır. Tarih, yaşanmakta olan bütün bu insani krizlerin sebep olduğu anafor içinde yeniden yazılıyor. Tarihî, siyasi, kültürel ve demografik coğrafya(lar) yeniden tanzim ediliyor. Asli ve tali aktörlerin yerleşik jeo-politik ve jeo-stratejik paradigmaları dönüşüyor. Sınır hatları yeniden belirleniyor. Dünya siyasi tarihini yeni bir faza taşıyacak olan farklı tarihsel dinamikler uç veriyor.
Bütün bu küresel hengamenin ortasında yer alan Türkiye’nin anayasal sistem reformunu gerçekleştirmesi, siyasi varlığımızı muhafaza ve idame ettirme adına zorunlu tarihî bir hamle gibi görünüyor. Söz konusu sistem reformunun taşıyıcı gücünü ise başkanlık sistemi oluşturuyor. Zira giderek karmaşıklaşan güç denklemleri, kutuplaşmalar ve derinleşen çatışmacı pozisyonlar daha güçlü bir politik duruşu gerekli kılıyor. Bu sistemsel dönüşüm, tarihî, siyasi, jeopolitik ve jeostratejik bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Parlamenter sistemin sorumluluğu bulanıklaştıran koalisyon dönemi politik pratikleri küresel düzlemde güçlü bir siyasal duruş ortaya koyma noktasında işlevsizdir. Parlamenter sistemdeki koalisyon hükümetlerinde, siyasi partilerin yönetsel beceriksizliklerinin tespiti sorun oluşturmaktadır. Bu noktada ortaya çıkan sorumluyu belirleme problemi, halkın demokratik hakkı olan oy kullanımında kendinden emin olmasına engel teşkil etmektedir. Bu belirsizlik, görevini hakkıyla ve hukuka uygun yerine getirmeyi amaçlamış birçok siyasi teşkilatlanmanın yok olmasına ve birçoğunun hiç sorumluluk taşımadan yoluna devam etmesine sebebiyet verebilmektedir. Oysa başkanlık sisteminde, yürütme ve yasama organlarında yer teşkil edenlerin yönetim zafiyetinden doğan sorumluluğu parlamenter sisteme nazaran çok daha kolay gözlenebilmektedir. Bunun neticesinde seçmenin daha bilinçli oy kullanması ve toplumsal düzlemde kabul edilebilirliği yüksek siyasi teşkilatların iktidar olması sağlanmaktadır.
Küresel kabul edilebilirliğin önemli bir koşulu haline gelen yönetimde belirlilik ve istikrar; bir hükümet modeli olarak başkanlık sisteminde parlamenter sisteme nazaran çok daha kolay tesis edilebilecektir. Siyasi tarihimiz açısından yalnızca tek parti iktidarları dönemi ile sınırlı olduğunu gördüğümüz ekonomik istikrar ve büyümenin, yaşamakta olduğumuz çağ krizini bertaraf edebilme adına süreklilik arz etmesi zorunludur. Bunu mümkün kılacak olan başkanlık sistemi, yaygın toplumsal meşruiyeti ve beraberinde güçlü temsiliyeti temin edecektir. Ancak böylelikle tarihî misyonumuzu icra edebilir ve bu kuşatılmışlık karşısında mukavemet gösterebilecek tarihsel yürüyüşü gerçekleştirebiliriz.
Yönetimde belirlilik; ekonomik program başta olmak üzere teknolojik veya stratejik birçok düzenlemenin seyrine ilişkin tahmin olasılığını arttırmaktadır. Bu ortam, yatırımcı açısından güven telkin edecek ve sanayicilerin girişimlerini arttıracaktır. Keza geleceğe ilişkin belirsizlik üretim modelini seçerken her girişimcinin rizikosunu etkilemektedir. Gelişmiş bir topluluğun ve ekonomik ilerlemenin önemli anahtarlarından birisi olarak kabul edebileceğimiz yönetimin belirliliği, başkanlık sisteminde güçlü biçimde tesis edilebilecektir.
Başkanlık sistemi, ucuz polemik siyasetinden kurtulmak ve bunun yerine stratejik siyaset pratiği üretebilmek adına gerekli görünmektedir. Bu sistem reformu, düzeysiz politik jargon üzerinden üretilen sanal siyaset kültürünü yok ederek daha rafine bir siyaset yapma kültürü var edecektir. Yalnızca negatif politik söylem üreterek siyaset pratiği ortaya koyma kolaycılığını izale edecektir.
Parlamenter hükümet modelinin ortaya çıkardığı parçalı politik durum, ortak müştereklerde bir araya gelebilme zeminini de yok etmektedir. Mikro ölçeklerde politik kimliklenmeler ve aidiyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu da ne yazık ki toplumsal zemini sosyo-politik bağlamda konsolide etme yönünde değil parçalanma yönünde mobilize etmektedir. Kuşkusuz bunda sosyolojik genetiğimizin ve kültürel yapımızın da etkisi büyüktür.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.