FETÖ’cü cuntanın militarist kalkışmasının yapısal ve sosyolojik analizi

A -
A +

15 Temmuz 2016 gecesi Türk Ordusu içerisinde çöreklenmiş FETÖ/PDY çetesi, ağır bir darbe girişimi gerçekleştirmiştir. Bir cinnete dönüşen bu kalkışma, Millet iradesinin tecelligâhı olan Gazi Türkiye Büyük Millet Meclisimizi de hedef almıştır. Bu cuntacı kalkışma, devletin halk oylaması ile seçilmiş olan Cumhurbaşkanının yaşamına kast etmiştir. Millet iradesini ve vatanın bölünmez bütünlüğünü muhafaza etmeleri için kendilerine emanet edilen ağır silahları sivil yurttaşlarımıza doğrultmuşlardır. Türk siyasi tarihi boyunca yaşanan darbeler ve darbe girişimleri ile mukayese edildiğinde bu kalkışmanın, niteliği, suçun failleri, bu kalkışma karşısında ortaya konan sivil direniş, toplumsal duruş ve neticeleri açısından farklılık arz ettiği görülüyor. Millet iradesine suikastta bulunan bu kalkışmanın doktriner zemini ve motive edici gücü de ayrıca dikkate alınmayı icap ediyor. Bu cunta kalkışması, organizasyonel yapısının uzun süreli gizli örgütsel yapılanmanın neticesi olması yönüyle de dehşetengiz görünüyor. Bu organizasyonel yapının paydaşları, aslî ve ferî failleri, azmettiricileri, hem kamusal ve hem de sivil cephede varlık gösteren lojistikçileri ve sempatizanları söz konusudur. Bütün bu boyutları ile siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçen bu kalkışmanın yapısal açıdan analiz edilmesi icap etmektedir.

Yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir Ülkemizin sosyo-politik gündeminde sözde dini referanslar üzerinden kendisine toplumsal ve kamusal bir varlık ve meşruiyet zemini inşa eden bu örgüt (FETÖ), sahte bir apolitik imaj üretmiştir. Üretilen bu konjoktürel apolitik imaj ve dinsel söylem üzerinden ulusal ve uluslararası düzlemde kurumsallaşmışlardır. Uluslararası arenada manipüle edilebilir ve kullanılabilir cemaatsel yapısı, bir takım küresel güç odakları tarafından tahkim edilmiştir.
Kamu erkini asker ve/ya sivil bürokratik düzlemde seçkinci biçimde ele geçirme (hırsızlama/sızma) girişimleri sistematik biçimde sürdürülmüştür. Bu süreci, siyasi tarihimizin her bir döneminde var olan derin dinamikleri ile yürüttükleri yakın ilişkisellikler (yararlandırma, yemleme vb.) ve tehditler üzerinden sürdürmüşlerdir. Siyasal alan ile sözde mesafeli olma iddiası/söylemi üzerinden Makyavelist politik tutumlarını maskelemişlerdir. Darbe savunuculuğu (12 Eylül, 28 Şubat) yaparak dönemin apolitik müdahaleci cephesinde yer almak suretiyle, kamusal alandaki örtük güçlerini tahkim etme yoluna gitmişlerdir. Sosyolojik yapısı açısından gizlilik prensibi çerçevesinde hareket eden bu güruh, kamu gücünü, devşirdikleri ajanları eli ile derinleştirme stratejisi gütmüşlerdir.
Sosyolojik bünyesi itibariyle sıkı bir cemaatsel dokuya sahip olan bu terör örgütü, müntesiplerini ilgili yapıya tümden sadakat ilkesi çerçevesinde doktrine etmiştir. Bu örgütsel yapı mensuplarının doktrinasyonla sosyo-psikolojik açıdan anonimleşme ve tektipleşme durumu ürettiği aşikardır. Bir fert olarak kimliklenme ve/ya kişilik yapısına sahip olma imkanını berhevâ eden bu amorf kolektif yapı, kendinden menkul bir ‘meşrulaştırma ontolojisi’ ve retoriği geliştirmiştir. Üretilen kolektif ahlak üzerinden, insan tekinin kendisini bireyselleşme ve aklîleşme üzerinden var edebilmesinin imkanını yok etmiştir. Sözünü etmiş olduğumuz ‘meşrulaştırma ontolojisi’ üzerinden yapı mensuplarının ahlak ve hukuk dışı her türlü eylemleri mübah görülmüştür. Mistik bir otoriteye (mehdîlik) inanmışlıkla kişi haklarını pervasız biçimde ihlal etme (yandaşları için merkezi sınavlarda soruları çalma gibi), kayırma, yalan söyleme, iftira etme gibi ahlaksız davranışları, hukuk dışılıkları ya da suçları işlemede her hangi bir beis görmemişlerdir. İlgili örgütsel yapının Makyavelist kolektif ahlakı, bireysel ahlakın gelişmesini imkansızlaştırmıştır.
Bu sorunlu ahlak anlayışı, özellikle kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksi ile hareket etmiştir. Bütün bu ele geçirme stratejilerini uluslararası diplomasinin tahkim edici aygıtları aracılığı ile icra etmişlerdir. Bu amorf yapının/örgütün yerel/ulusal ölçekten uluslararası düzleme taşınması da bu yöntemle gerçeklik kazanmıştır.
Söylemlerini ve kurumsal yapılarını meşrulaştırma süreçlerinde bir takım araçsallaştırıcı yöntemlere başvurmuşlardır. ‘Devşirme usulü’ ile oluşturdukları insan kaynağı üzerinden meşruiyet kurucu fikri bir zemin oluşturmak istemişlerdir. Düşünsel yapıları ve politik duruşları kamuoyunca bilinen bazı aydın ya da gazete köşe yazarlarını bu usulle cephelerinde ‘söylem istihkamcısı’ olarak istihdam etmişlerdir. Entelektüel bir birikim üretebilecek ve düşünsel zemin var edebilecek bir yapı ve potansiyeli olmayan örgütün böylesi bir araçsallaştırıcı akıl ile varlığını inşa ettiği hepimizin malumudur.
Siyasal alan ve aktörleri ile olan özel ilişkileri hep gizli pazarlıklar ve diyetleşmeler üzerinden sürdürmüştür. Talimatlar yoluyla kolektif biçimde mobilize olan bu yapı/örgüt, süreç içerisinde radikalize olmuştur. Bu söylemsel ve eylemsel radikalleşme ağır bir psiko-sosyolojik tahribat oluşturmuştur.
Bu örgütsel yapının gizli biçimde ‘kamusal erki esir alma girişimi’ karşısında asırlara sârî devlet aklımız ve pratiğimize referansla güçlü bir arınma/tasfiye stratejisi geliştirmenin geç de olsa başladığını görmek sevindiricidir. Özellikle 17 ve 25 Aralık kumpasları sonrasında meselenin vahametini kısmen idrak eden politik, bürokratik ve sivil figürlerin konunun ciddiyetini kavramaları gerekiyordu. Cumhurbaşkanın meselenin ciddiyeti noktasında dikkat çekici veya uyarıcı söylemlerine rağmen, kimi politik kimlikler, bürokratlar, sivil toplum örgütleri vs. tarafından gereken hassasiyetin gösterilmemesinin derin bir akıl tutulması olduğu yaşanan bu cuntacı kalkışma ile görülmüştür.
Milletimizin derin sağduyusu, güçlü iradesi, vatanperverliği, demokrasiye olan inancı ve özgüvenli duruşu bu oyunu şimdilik bozmuştur. Ancak, on yıllar boyunca sistematik biçimde oluşturulmuş olan bu örgütsel yapının kamusal bünyeyi fagozite edici ve/ya yıkıcı performansı karşısında mücadele etme azminin devletin tüm kurumları aracılığıyla kesintisiz biçimde sürdürülmesi icap ediyor. Bu mücadele ancak, ortaya konulacak olan operasyonel bir kamusal irade ile başarıya ulaşabilecektir. Söz konusu mücadelede gösterilecek olan yetersizlik ve duyarsızlık, uzun vadede kamusal bünyenin yıkımına yol açacaktır. Pasifist tutumlar, kamusal bünyenin kanserli hücrelerden arınmasını zorlaştıracaktır. Bu örgütsel yapının tasfiyesi, ancak millet iradenin asil duruşu, sağduyusu veproaktif stratejik adımlarla gerçekleştirilebilir. Kamusal ahlakı, bireysel ahlakı ve özgürlüğü muhafaza etme sorumluluğu altında olan devlet erkinin bu yükümlülük konusunda kararlılığını sistematik biçimde sürdürmesi gerekmektedir.
208 kişinin şehit olmasına ve yüzlerce kişinin yaralanmasına sebep olan bu kalkışma trajedisi, Milletimizin engin feraset, demokrasi ve vatan bilinci ile püskürtülmüştür. Ancak, bu kalkışma bize, demokrasi tarihimizde elde etmiş olduğumuz bütün gelişmelerin geri dönüşsüz bir birikime tekabül etmediğini göstermiştir. Bu yüzden sancılı, kesintili ve gerilimli biçimde üretmiş olduğumuz demokratik müktesebatımızın kalıcılaştırılması adına anayasal adımların behemehal atılması icap etmektedir.
Bütün siyasi partilerin, bizatihi kendi politik alanlarını muhafaza edebilmek adına söz konusu demokratik kazanımları geliştirme sorumluluğu söz konusudur. Bunun gerçeklik kazanabilmesinin en kritik adımı, demokrasimize ve millet iradesine tasallut eden paralel yapılanma karşısında ortak siyasal akıl ve duruş ortaya koymalarıdır. Aksi halde, bu cinnet ateşi bütün siyasal ve sivil alanı saracaktır.
Bütün dünyada Ülkemizin uluslararası itibarını zedeleyen bu trajedinin ortaya çıkardığı sosyal ve ekonomik maliyetin boyutları süreç içerisinde daha da netlik kazanacaktır. Ancak şunu ifade edebiliriz ki, bu başarısız kalkışma girişimi 78 milyonluk Türkiye’de ağır bir toplumsal travmaya yol açmıştır. Bu sosyal travmanın izale edilebilmesi, bütünüyle siyasetin, kamu kurumlarının, üniversitelerin, sivil toplum örgütlerinin, basın-yayın organlarının birlik ve beraberlik içerisinde bütün darbeci zihniyetlere karşı demokratik duruşlarını tahkim etmeleri ile mümkün olacaktır. Nitekim bütün siyasi partilerin bu zorlu süreçte ortaya koymuş oldukları demokratik duruşları ve birlik söylemleri umudumuzu yeşertmiştir. Yine, medya organlarımızın darbe girişimi karşısındaki ödünsüz demokratik tutumları Milletimizin takdirini kazanmıştır.
Bu kalkışmanın Ülkemiz üzerinde yürütülen büyük bir operasyonun parçası olduğu görülmüştür. Bu yüzden bu durum, devlet ve millet olarak her daim teyakkuz halinde olmamızı gerekli kılıyor. Millet olarak bu ihanet kalkışmasına ve eşkıyalığa karşı kendilerini siper eden bu Aziz Milletin evladı olmanın gururunu taşıyoruz. Milletimiz meydanlarda sürdürdüğü demokrasi nöbetleri ile Vatanına, milli iradeye ve demokrasiye sahip çıkarak bütün dünyaya asil direncini göstermiştir. Darbeci zihniyetin hain kalkışmasına kontra darbe yaparak karşılık vermiştir. Şanlı tarihimizin hiçbir döneminde müstemlekeci güç odaklarına boyun eğmeyerek, İstiklâl mücadelesi veren Aziz Milletimiz, 15 Temmuz gecesinden bu yana büyük bir onur mücadelesi vermiştir.
Milletimiz sağ olsun! Aziz Vatanımız ve Şanlı Bayrağımız var olsun!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.