Politiko-fobik İktidar Kültürü

A -
A +
Türkiye Büyük Millet Meclisi, köklü bir sistemsel dönüşümü gerçekleştirme adına yürüttüğü mesainin ikinci evresine geçmiş bulunmaktadır. Bu dönüşüm, sistemin normatif mekaniğine yönelik denge-denetleme aygıtları; ve kuvvetler ayrılığı ilkesi doğrultusunda öngörülen bir takım revizyonist unsurlar içermektedir. Ancak bunun ötesinde söz konusu dönüşüm, kendine özgü tarihi, siyasi ve hukuki dinamikleriyle topyekûn bir politik-hukuki reformu amaçlamaktadır. Yaklaşık yarım yüzyıllık bir tarihî geçmişe sığdırdığımız çok partili siyasal yaşam deneyimimiz ve kırılgan demokratik siyaset pratiğimiz üzerine bu dönüşüm anlamlı bir duruma tekabül etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde demokratikleşme serüveninin hiç kuşku yok ki en kritik eşiğini, çok partili siyasal yaşama geçilmesi oluşturmuştur. Söz konusu serüvenin başlangıç noktasını oluşturan bu adım, çoğulcu siyasal yapılanmanın öncüsü olmuştur. Bu radikal adım, dönemin küresel ruhuna ve dinamiklerine de uygunluk göstermiştir. Çok partili siyasi yaşama geçiş sürecimiz, soğuk savaş döneminin koşulları altında bir takım askeri darbeler ve muhtıralarla akamete uğratılmıştır.
Bu istikrarsız ve kırılgan parlamenter demokrasi pratiğimizde, ‘halk (demos)’ ile ‘devlet iktidarı (kratos)’ arasında sahici bir siyasal etkileşim alanı oluşmamıştır. Modern ulus devletin tanımlı insan unsurunu oluşturan demos, siyasal alanda ‘özne’ olabilme noktasında ‘reşit’ kabul edilmemiştir. Devlet iktidarına içkin olan ideolojik örgünün tayin edici değerleri ve kriterleri üzerinden tanımlanmış politik alan, kendi civitas’ını (yurttaşlık) üretmiştir. İmtiyazlı bürokratik iktidar sınıfı, merkezî politik alanı domine etmiştir. Ancak kentleşme vd. sosyolojik gerçeklikler, çevrenin politik merkeze doğru hareketlenmesine yol açmıştır. Bu siyasal akışkanlık, politik merkezi temellük eden aktörler tarafından, vesayetçi parlamentarizm (parti kapatmalar, darbeler ve muhtıralar) aracılığıyla inkıtaya uğratılmıştır. Bu süreçte anti-politik propaganda, bir güvensizlik dili üzerinden üretilmiştir. İdeolojik sınırlılıkları üzerinden tanımlanan devlet iktidarının siyasal alanı kapatma refleksi, tüm aktörleri ile politik olanı değersizleştirme ve güvensizleştirme çabası biçiminde tezahür etmiştir. Kuşkusuz, bu propagandist sürecin en etkili silahını, üretilen yapay korkular (fobia) oluşturmuştur.
Kamusal iktidar aygıtları üzerinden toplumsal gerçekliği sindirmeye yönelik, azametli bir korku tüneli inşa edilmiştir. Öncelikle bu, ‘halk/millet ile iktidar’ arasında derin bir ölüm vadisine yol açan demos-fobik (halk korkusu) bir dil/söylem üretmiştir. Kuşkusuz, apolitik bir kültürlenmeye yol açan bu durum, semptomlarını zorlanmadan teşhis edebileceğimiz toplumsal bir patolojiye delalet etmektedir. Bu hastalığın, temel semptomlarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Bunlardan ilkini, toplumu kuşatan yaygın bir güvensizlik hissi oluşturmaktadır. Öyle ki, bizatihi siyasete; seçilmişlere veya siyasi aktörlere; devlet iktidarını kullanan kamu otoritelerine/kurumlarına yönelik öğretilmiş bir güvensizlik duygusu üretilmektedir. İkincisi; kendisi gibi olmayanı yani düşünmeyeni/eylemeyeni değersizleştirme tutumudur. Üçüncüsü; ‘etiketleme’, ‘zihin okuma’ ve ‘negatif yükleme’ refleksidir. Bu, ideolojik bagajları sürekli tahkim etme güdüsünü ifade eder. Dördüncüsüpolitik sindirme ve ‘değiştirme tutkusudur’. Soyutlanmış iktidar aygıtının üretmiş olduğu kamusal söylemin çoğulculuğu sindirme tutumu, bir yabancılaşma durumu ortaya çıkarmıştır. Bu durum, siyasi tarihimizde güvensizlik üzerine kurulmuş içkin bir ‘politiko-fobik iktidar kültürü’ üretmiştir. Ancak bu güvensiz korku kültürünün beslenmesi ve ikliminin oluşumunda parti demokrasimizin üretmiş olduğu politik figürlerin güvensiz tutumları da kaydedilmelidir.
Sonuç olarak, bugün Türkiye’nin gündeminde yer alan Cumhurbaşkanlığı tartışmaları bu korku ve güvensizlik üzerinden yürütülmektedir. Konvansiyonel ve sosyal medya üzerinden üretilen karşıt argümanlar, bin bir çeşit kıyamet senaryoları ile topyekûn panfobik (her şeyden korkma hâli) bir toplumsal bağlam üretmeye hizmet etmektedir. Bu süreçte, korkuyu değil umudu; çatışmayı değil bütünleşmeyi; yıkıcılığı değil yapıcılığı; bir siyaset dili ve programı olarak benimseyecek olan siyasi partiler avantajlı olacaklardır. Bu hastalıklı hâlin rehabilitasyonu adına söz konusu fobi ve sosyo-politik anksiyete bozukluğu ile yüzleşilmesi gerekmektedir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.