Küresel politik trend: Siyasal popülizm

A -
A +
Fransa’da geçtiğimiz hafta sonu ikinci turu gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminde Emmanuel Macron almış olduğu %65,1 oy oranı ile seçimden zaferle çıktı. Genç yaşta böylesi bir başarıya imza atan Macron’un siyasi müktesebat açısından oldukça cılız olan biyografisi bu zafere anlamlı sonuçlar yüklenmesine yol açmaktadır. Görevi devredecek olan Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın partisi olan Sosyalist Parti’de siyasete giren Macron 2014-2016 yılları arasında Başbakan Manuel Valls’ın kabinesinde Ekonomi Bakanlığı görevini yürütmüştür. Kısa süreli bu siyasi deneyimin ardından Macron’un Cumhurbaşkanlığı seçimleri için kurmuş olduğu Yürüyüş Hareketi (En Marche), yaklaşık dokuz aylık bir kampanya süreci sonrasında seçim zaferine ulaşmıştır.
Fransa’nın seçimi, daha öncesinde ABD (Trump), Kanada (Trudeau) ve Yunanistan’da (Çipras) gerçekleşen seçim sonuçları ile benzeşen bir takım dinamiklere sahiptir. Benzer dinamiklere sahip olan bu seçimler dünyada egemen olan küresel politik trendi yansıtmaktadır. Bu seçim sonuçları, özelde Fransa, genelde ise Batı dünyasının içinde bulunduğu sosyo-politik ve sosyo-kültürel dinamiklerin arkeolojisi adına oldukça anlamlı çıkarımlara ve öğretici politik sonuçlara imkân sağlamaktadır.
Macron’un başarı öyküsü, her şeyden önce siyasal alanı kuşatan küresel bir trend olarak popülizmin Batı dünyasındaki hegemonisini göstermektedir. Belirli bir ideolojik referans çerçevesinde kurumsallaşmış bir siyasi gelenek ve değerlerle bağlantısı olmayan popüler bir figürün bu başarısı, küreselleşme eğilimi gösteren siyasal popülizmin geldiği noktaya işaret etmektedir. Bu durum bir yönüyle, çoğulcu toplumsal yapıları taşıma kudretinden yoksunlaştıkça aşırı sağcılık yönünde radikalleşen Avrupa siyasetinin fikrî sığlığının bir göstergesidir. Bu düşünsel sığlık, Batı kamuoyunda korku siyaseti üzerinden tahkim edilmektedir. Bu durum, dünya siyasi tarihinde en ağır ötekileştirme trajedisini (holokost) yaşatan Avrupa açısından tehlike çanlarının çaldığına işaret etmektedir.
Batı dünyası ‘Avrupa paradoksu’ olarak kavramsallaştırabileceğimiz bir durumla karşı karşıyadır. İçe ve dışa dönük biçimde üretilen birbiri ile çelişik iki farklı söylem düzeneği söz konusudur. Bir yanda aşırı sağcı eğilimleri besleyen içe dönük politik söylem/ler yer alırken; öte yanda dışa dönük ‘Avrupa değerleri’ söylemi pazarlanmaktadır. Irkçı radikal politikaları benimseyen siyasi cephe karşısında dışa dönük olarak üretilen ‘Avrupa değerlerini’ fikri sabiteler ve politik pratikler olarak üretecek alternatiflerin cılızlığı endişe vericidir. ‘Korku siyaseti’ üzerinden sağcı radikalizmin alternatifi olarak politik popülizmin pazarlanıyor olması da kaygı vericidir.
Bu seçim sonucu, küresel ölçekte seçmen eğilimlerinin merkezî tercih dinamiklerindeki dönüşüme de işaret etmektedir. Seçmenin temel tercih kriterlerinin başında yapılandırılmış liderliğin geldiği ifade edilebilir. Düşünsel ve ideolojik aidiyetler ve/ya siyasal geleneklerden öte; lider yönelimli yapılanmalar küresel bir trend olarak ortaya çıkmış durumdadır. Popüler kültür tarafından yüceltilen ‘gençlik’ gibi nitelikler üzerinden yapılandırılan bir popüler liderlik karizması üretilmektedir. Bu, siyaseten sahicilik ve hesap verebilirlik düzleminde seçmen tercihlerinin teminatını oluşturan siyasal geleneğe mensubiyeti değersizleştiren bir durumdur. Organik etkileşimli bir politik zeminde kendi olağan dinamikleri ve geleneği içerisinde gelişen siyasi liderlikler yerini, yapay ve durumsal dinamiklere bırakma eğilimindedir. Bu durum, ülke siyasetinin temel değerleri açısından bir risk analizi üzerinden okunabilir. Nitekim bu minvalde aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisinin lideri ve Cumhurbaşkanı adayı olan Marine Le Pen’in seçim sonuçları üzerine yapmış olduğu açıklama ilginçtir. Açıklamasında Le Pen Cumhurbaşkanlığı seçimini, ‘küreselciler ile vatanseverler’ arasındaki karşıtlık/mücadele üzerinden okumuştur.
Sonuç olarak, politik söylem ve şiddet pratiği olarak giderek yaygınlaşan yabancı ve İslam düşmanlığı, Batı dünyasında korku siyaseti üzerinden reel-politik alanı tanzim etmektedir. Siyasal popülizm, üretilen algının tersine egemen olan bu düşmanlaştırma siyasetinin panzehri değildir. Sistematik biçimde depolitizasyona yol açan popülizmin savrulacağı yıkıcı noktayı kestirmek güçtür. 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.