Düşman içten olunca…

A -
A +
Genç Osmanlıların Monteqiueu-Rousseau’nun fikir köleleri ve Fransız Devrimi rüyâsı gören karanlık tipleri ile Fransız Hypolyte Castille’nin isim babası olduğu Jön Türkler, Avrupa’nın en etkili silâhı edebiyat ve güzel sanatlar yâveleriyle Osmanlıya saldırı üzerine saldırı hazırladılar.
 
Osmanlı Devleti 600 yılı aşkın şerefli târîhiyle eskimiş ve yıpranmış bir tabîî bünye olarak kabûl edilse bile, daha uzun süre hayâtiyetini devâm ettirebilecek potansiyele de sâhipti. Batı’dan çok çektiği hâlde onu yıkan dış düşmanları değil, maalesef iç düşmanları olmuştur.
Osmanlı, iç isyanlardan da çok çekmekle birlikte “Kol kırılır yen içinde kalır” fehvâsınca bunları defetmeyi becermiştir ama Tanzîmât’la başlayan dış güdümlü müdâhalelere dayanamamıştır. Batı’nın giderek ayaklarını sığdıramadığı Avrupa kıtasından taşmak istemesi, azîm bir fitne olarak zuhûr eden Orta Doğu meselesi ve ilâveten Yahûdîlerin Filistin’den toprak isteyip iskâna tevessül etmeleri, Osmanlının durumunu güçleştirmişti. Bir de bu coğrafyada yeni hayat kaynağı olarak telâkkî edilen neft (petrol) bulunması, Batı’nın iştahını iyice kabartmıştı. Zâten Osmanlı eski gücünden uzakta idi. 1699’dan îtibâren başlayan prestij kaybı, bu işin sâdece silâhla olmayacağını gösteriyordu. Avrupa devamlı gelişirken Osmanlı buna ayak uydurmakta gecikti.
 
SİNSİCE GELEN TEHLİKE
 
Savaş sonu antlaşmalar târihin ilk devirlerinden îtibâren olagelmiştir ama Osmanlıya dayatılan Tanzîmât Fermânı, azınlıkları (gayr-i müslim) hem dînî hem hukûkî haklarının artırılması teminâtı için bir dayatmadır. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nde azınlıkların hakları titizlikle korunmuştur. Bu tip dayatmalar içeride bir iş birlikçi bulunmazsa biraz zor başarılır.  1839’da Gülhâne Hatt-ı Şerîfi olarak îrâd edilen metinle başlayan Tanzîmat Devri’ne isâbet eden işbirlikçi Koca veyâ İngiliz lakaplı Mustafa Reşîd Paşa’dır. Tabîî ki ona yardım eden hempâları (ayakdaşlar) da vardır. Özellikle Mehmed Emîn Alî Paşa ve Keçecizâde Fuâd Paşa’yı unutmamalıdır.
Osmanlı Devleti’nin ıslâhı için hazırlandığı söylenen bu fermana inanmak zordur. Batı niçin Osmanlıyı ıslâh edip mâzîdeki gibi başına belâ etsin!
Düşman içten olunca…
 
SULTAN ABDÜLAZÎZ’İN GARİP HAL’İ
 
Osmanlı paşaları, sadr-ı a’zamları, hattâ pâdişahları  (Genç Osman, Sultan III. Selîm ) öldürülmüştür. Bunlar başıbozuk tâifenin yaptığı plânsız olaylardır.
Pâdişâhların tahtından indirilmesi isteği zaman zaman olmuştur. Ama Sultan Abdülazîz’in hal’i (tahttan indirilmesi) ve bununla ilgili bir fetvâ vardır ki, ihânetin ve küstahlığın ve bir halîfeye yapılan en büyük zulmün yıllarca unutulmayacak vesîkasıdır. Abdülazîz Han, neden hedef seçildi? Niçin tahttan indirildi? Niçin şehîd edildi? Bir şeyhülislâm hangi mülâhazalarla bir halîfeye akıl almaz iftirâlarla bu hal’ fetvâsını vermiştir?
Aslında Abdülazîz, Batı’yla nasıl savaşılacağını bilen ilk pâdişahtır. Bu savaş, sâdece silâhla olmayacaktı. Eğer kalkınmanın temeli eğitime dayanıyorsa o yapımlıydı. Osmanlıdaki ilk köklü ıslâhâtlar onun zamanında yapıldı. İşte bâzıları:
İlk posta pulu basıldı 1863; Galatasaray Sultânîsi (lisesi) açıldı 1863; donanmaya ilk zırhlı savaş gemisi katıldı 1864; kimsesiz çocuklara sanâyi’ eğitimi veren “Islâhhâne mektebi” açıldı. 1864; Emniyet Sandığı kuruldu 1867;  Mecelle basıldı; 1868; Yargıtay kuruldu 1868;  Danıştay kuruldu 1868; Süveyş Kanalı açıldı 1869; Dârülfünûn (üniversite) açıldı 1870; Kız Öğretmen Okulu açıldı 1870; İtfâiye Teşkilâtı kuruldu 1871; (Basit ve ilk şekli Sultan III. Ahmed dönemine âittir.) Darüşşafaka Lisesi açıldı. 1873.
Abdülazîz Han Osmanlı devrinin en ileri görüşlü padişahlarından biriydi. Batı’yı çok ürküttü. Abdülhamîd Han olaylarının gölgesinde kaldığı için değeri tam anlaşılamadı.
Şâir, ressam, sporcu (güreşçi) ve son derece zekî olan bu hamleci Pâdişâh’ın hal’ fetvâsının önce aslını Lâtin harfleriyle verip sonra açıklayalım ki, ihânetin boyutlarını herkes anlasın:
“Minallâhi tevfîk”
Bu mes’ele bâbında Eimme-i Hanifiyye’den cevâb ne vechiledir ki emîri’l-mü’minîn olan zeyd muhtelü’ş-şuûr ve umûr-ı siyâsiyyeden bî-behre olup emvâl-i mîriyyeyi mülk ü milletin  tâkat ve tehammül edemeyeceği mertebe mesârif-i nefsâniyyesine sarf ve umûr-ı dîniyyeve dünyeviyyeyi ihlâl ve teşvîş ve millet hakkında muzır olsa hal’i lâzım olur mu beyân buyrula
El-cevâb olur Allâhü teâlâ a’lem
Ketebehü’l-fakîr Hasan Hayrullah ‘ufiye anh”
 (Yânî: tevfîk Allâh’tandır, Bu mes’ele hakkında Hanefî Mezheb İmâmlarının cevâbı nedir?  Mü’minleri emîri olan şahıs şuurunu kaybetmiş, siyâsî işlerden habersiz olup devletin mallarını halkın tahammül edemeyeceği derecede şahsî ve nefsî işlerine harcayıp, din ve dünyâ işlerini bozup karıştırmış ve milletine zararlı olmuşsa tahttan indirilmesi lâzım olur mu? Beyân buyurula!
El-cevâb olur. En iyisini Allâh bilir. Yazan fakîr Hasan Hayrullah  Allah affetsin.)
İşte bir şeyhülislâmın verdiği utanç fetvâsı… Fetvâ, evvelâ Hanefî imâmların fikirlerine başvuruluyormuş gibi bir kurnazlıkla başlıyor. Sonra da sözde onlar adına fetvâ veriyormuş gibi yapılıyor. 
Düşman içten olunca…
 
Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi
 
Bu utanç vesîkasını yazan Hasan Hayrullah Efendi’yi de tanımak lâzım. İki defa Şeyhülislâmlığa getirilen bu şahıs, Abdülazîz darbesinde de mühim bir rol oynamıştır. Osmanlı ona müderrislik, kâdîlık, kazaskerlik (kâdîasker) ve şeyhülislâmlık vermiştir. Hayrullah Efendi, 1853 yılında saraya girerek Sultan Abdülmecîd’in II. imâmı, 1861 yılında da Sultan Abdülazîz’in I. imâmı olmuştur. 1862’de Papa’nın Pâris Sefîri’ni makâmında ziyâret ederek huzûrunda eğilmiştir. Bu ziyâret, program gereği olmayan ve Abdülazîz’in bilgisi dışında gelişen bir olaydır. Hasan Hayrullah, şeyhülislâmlığa getirildikten iki hafta sonra Pâdişâhın hal’ fetvâsını vermiş, bununla da kalmayarak 30 Mayıs 1876’daki darbenin de içinde yer almıştır. 31 Mayıs’ta V. Murâd’ın da tahttan indirilme fetvâsını da vermiştir. Sonra Midhat Paşa’nın baskısıyla II. Abdülhamîd döneminde de 8 ay şeyhülislâmlık yapmıştır. Abdülhamîd sonradan bu dessâs şeyhülislâmı Tâif’e sürmüştür.
Peki, bu sıkıntılar özellikle Abdülazîz döneminde neden yaşandı? Elbette, Sultan Abdülazîz’in istihbârât teşkilâtı II. Abdülhamîd devrinde olduğu gibi kuvvetli olsaydı bunlar meydana gelmezdi.
 
SULTÂNIN ŞEHÎD EDİLMESİ
 
Hüseyin Avnî Paşa, Abdülazîz’in hal’ edileceğini birkaç sene önce Londra’da İngiliz nâzırlarına söylemiş, hattâ darbe îmâsında bile bulunmuştu. Sultânın intihâr etmeyip şehîd edildiğine dâir çok katî deliller de vardır. Kaldı ki dindar bir kişi olan pâdişâhın intihârı hiç de mantıklı değildir. 1940’ta Larusse İllustre’de, “Fut assasiné en 1876” (1876’da katledildi) yazmaktadır.
Tabîî ki bu aralarda devreye din adamları ve paşalar da giriyor. Halkı mânen iknâ etmek için dîni, maddeten iknâ etmek için paşa apoletlerini kullanan bu tâife, darbelere başlangıç yapıp bir halifeyi şehîd etmiş, staj devresini kanlı bir hamle yapıp kalfalık ve ustalıkta neler yapabileceklerinin teminâtını aba altından sopa göstererek uzun ve karanlık bir tünel açmışlardır. 
Şehîd pâdişâhın cenâze namazı 5 Haziran Cumartesi günü büyük bir kalabalıkla ve devlet ricâlinin katılımıyla yapılmıştır. Bu husus, merhûm Osman Bölükbaşı’nın mâlum zihniyet için söylediği ironik cümleyi hatırlatıyor: “Bunlar eşkıyâ diye vurdurdukları adamın şehit diye cenâze namazını kıldırırlar.”
Bu cümlenin muhatapları bugün de aynı mantıkla yaşamaya devam ediyor
 
OSMANLININ MÜNEVVER OLMAYAN
AYDINLARI VE SANAL OYUNCAKLARI
 
Tanzîmât aydın sınıfının iki yolu vardı. Arapça ve Farsçayı toplum aydın kültürü gereği olarak bilen bu sınıf,  Fransızcayı muhakkak, İngilizceyi tercihan öğrenip evvelâ “Tercüme Odası”na geçmek, yapabiliyorlarsa bir gazete veyâ siyâsî bir mecmua çıkartmak… Bunu yaparken devlet aleyhine propaganda yaptıkları için bu yayın organlarının kapatılacağını, hattâ cezâ alacaklarını da biliyorlardı. Ama bu kutsal mücadelelerinin(!) ilk şöhreti oluyordu. Hapis hayatlarının fazla sürmeyeceğini de biliyorlardı. Nitekim Osmanlıyı basın ve tiyatro ile yıpratan bu aydınlar, çıkardıkları gazete veya dergi kapanınca, evvelâ Osmanlının hep başını ağrıtan Mısır’ı birinci sığınak kabûl edip, sonra ParisCenevre ve Londra’nın provokatif kanatları altına sığınıyorlardı.
Bu cümleden olarak Muhbir Gazetesi’nin ilk sâhibi ‘Filip Efendi’dir. Sonra yönetimi Ali Suâvî aldı. Londra’da Gazete’yi çıkarmaya devam etti.
Hürriyet Gazetesi: Genç Osmanlıların 1868’de Londra’da çıkardığı muhalif gazete.
DiyojenTeodor Kasap’ın Fransızca ve Rumca çıkardığı muhâlif mîzah dergisi.
İbret: 1873’te N. Kemâl’in “Vatan Yâhut Silistre” oyunuyla kapatılan gazete.
Kürdistân: Bedirhan kardeşlerin çıkardığı etnik-siyâsî dergi. 1898 Mısır, Sonra Cenevre sonra da Londra’da neşredildi.
Şimdi şu soru akla gelebilir. Bu nasıl yönetimdir ki ne gazeteye ne dergiye ne de tiyatroya hiç tahammülleri yok? Hemen kapatıyorlar. Mesele öyle değil. Bir defa hiçbir yayın organı hemen kapatılmadı. Hepsi en az bir sene okuyucuya ulaştı.  Ama amaç bağcı dövmek olunca tabîî ki müdâhale edilmiştir. Meselâ 1880 yılında Güllü Agop’un kurduğu Gedikpaşa Tiyatrosu, sonra Mınakyan Topluluğu’na geçti. 1884’te Ahmed Midhat’ın “Çerkes Özdenleri” adlı oyun sergilenmeye başladı. Oyunun etnik fesâda dayalı olması mülâhazasıyla binâ yıktırıldı.
Yine hiçbir edebî değeri olmayan Şinâsî’nin “Şâir Evlenmesi” adlı tiyatro eseri, başlangıçta Sultan Abdülmecîd tarafından, yazılması için Şinâsî’ye tevdî edilmiş, özellikle nikâhla, imamlarla ve yanlış aktarılan törelere karşı hakârete varan mîzah yüzünden oynanamayıp ancak Tercümân-ı Ahvâlde tefrîka edilmiştir. İkinci Meşrûtiyet’ten sonra özellikle İttihâdcıların sığınağı olan Selânik’te sahnelenmiştir.
Avrupa, Haçlı Seferleri ile başlayan İslâm düşmanlığını, gazete, dergi ve özellikle de tiyatro yolu ile gündeme getirmiştir.
Dante Alighieri’nin 1321’de tamamladığı “İlâhî Komedya”sı İtalya’nın en beğenilen eseridir. Sade “Komedi” olan adına “Giovanni Boccaccio” “ilâhî” adını da eklemiştir. Burada Efendimiz Risâletpenâh hazretleri ve Hazret-i Ali (kerremallâhü vecheh) -hâşâ- cehennemde gösterilirken, Selâhaddîn Eyyûbî, İbn-i Sînâ ve İbn-i Rüşd, A’râf’ın eşiğinde ve azap çekmeyenlerden diye nitelenir.
Yine sonraları Voltaire’nin yazdığı “Fanatizm ve Peygamber Muhammed’in Bağnazlığı” (La Fanatisme ou Mahomet Le Prophete Tragedie ) 1743’te neşredilmiştir. Bu eserde Efendimizin, Zeyneb binti Cahş (radıyallâhü anhâ) ile olan evliliği söz konusu edilmiştir. Küstahça ve hayâsızca ifâdelerin yer aldığı bu eser, 9 Ağustos 1742’de Paris’te Comedie Francile tiyatrosunda sahnelenmiştir. (Muhammed İhsan Hacıismâiloğlu, Hitit Üniv. İlâhiyât fak. Dergisi, Haziran 2020, s.21 )
 
AVRUPA’NIN KÂBUSU BAŞLIYOR
 
Şimdi dikkatle bakalım: Avrupa’nın İslâm düşmanlığı inatçı ve mantıksızdır. Özellikle Orta Çağ karanlık kilisesinin ve Papalığın bağnazlığı bu düşmanlığı hep körüklemiştir. Bunda Müslümanların 711’de Avrupa’ya ilk adımı atan Emevî komutanı Târık bin Ziyâd’ın 7 bin kişilik Berberî ordusuyla Endülüs’e ilk İslâm mührünü vurması önemli bir faktör olmuştur.
Osmanlının, Orhan Gâzî’nin büyük oğlu Süleyman Paşa komutasında 1349 yılında Rumeli’ye geçmesiyle Avrupa’da bu korku zirve yapmıştır. Sonra başlayan bir dizi kara ve deniz zaferleri, İstanbul’un fethi ve Viyana kuşatmasıyla İslam, onlarda bir kâbusa dönüşmüştür. Çocuklarını “Magnifient Turc” (Muhteşem Türk) kavramıyla korkutmuşlardır. O hâlde bu kâbustan uyanmaları gerekiyordu. Osmanlı mutlaka yıkılmalıydı. Tek başına Osmanlıyla onun son zamanlarında bile uğraşmaya cesâret edemediler. Tabîî ki en büyük silâh olan diplomasiye sarıldılar: Dost gibi görünüp düşman olmak…
Düşman uzaksa tesiri az olur. O hâlde yakınlarında, içlerinde düşman bulmalı, yoksa düşmanlar peydâ edilmeliydi. Onu da çok geçmeden buldular. Önce Tanzîmât, sonra Genç OsmanlılarJön Türkler ve nihâyet İttihâd ve Terakkî reçeteleriyle sıhhatli Osmanlıyı “Hasta Adam’a” çevirdiler. Genç Osmanlıların Monteqiueu ve Rousseau’nun fikir köleleri, Fransız Devrimi rüyâsı gören karanlık tipleri ve Fransız Hypolyte Castille’nin isim babası olduğu Jön Türkler Avrupa’nın en etkili silâhı basın, tiyatro şiir ve en geniş anlamıyla edebiyat ve güzel sanatlar yâveleriyle Osmanlıya saldırı üzerine saldırı hazırlıyorlardı. Bu kripto aydınlar, bugün de olduğu gibi Fransa, İsviçre ve İngiltere’nin koltuğu altında barınıyorlardı. Nihâyet Osmanlıyı yıktılar. Şimdi de Neo İttihatçı zihniyet Türkiye üzerindeki oyunları aynı Avrupa kopyasıyla oynamaya devâm ediyor. Rabb’im ülkemizi ve milletimizi bu şerlilerden muhâfaza eylesin.
Görüşmek ümidiyle…
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.