​Devlet hazineleri ve ganîmetler

A -
A +

İslâmiyet insanın her şeyine bir metot getirdi. Hiçbir şey insanın kendi başına ve istediği gibi yapamayacağı düzenin adıdır İslâmiyet… Savaş da barış da, antlaşmalar da, ganimetler de hep ilâhî emir çerçevesinde tatbîk edildi.

 

“Osmanlı ülkesinde esir olmak çoğu için daha iyi bir hayat demektir ve esir trafiği büyük bir düzen içinde yürür.” (İrlandalı yazar Robert Walsh)

 

Rabbimiz “Sulhde hayır vardır” buyurmuştur.

 

Eski Türk devletlerinin sınırları genişleyip nüfusları arttıkça her türlü harcamanın da külfeti artıyordu. Bozkırların şehirleşmemiş oba ve çadır manzûmesi yerlerinden alınacak olan savaş getirisi ne olabilirdi ki?

Târihî derinliklerde bunun işleyişini bize aktaran en güzel ve sâbit bilgiler şüphesiz yine Göktürk Kitâbeleri’ne âittir: “Amcam Kağan ile doğuda Yeşil Nehir, Şantung Ovası’na kadar ordu sevk ettik. Kögmen’i aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekûn olarak yirmi beş def’a ordu sevk ettik. (KD-17/8 )

Bu savaşlar, katedilen binlerce kilometrelik mesâfeler, külfet ve maddî sıkıntıdır. Bu durumda fethedilen ülkelerin maddî kaynaklarına el konularak ordu ve halk destekleniyordu.

“…Az Kırgız kavmini düzene sokup geldik… İlini ülkesini geri verdik.  (KD/21)

Burada da toprak alınıp bir diğer kavme yurt olarak bağışlanmıştır.

“Milleti besleyeyim diye kuzeyde Doğu Oğuz Kavmi’ne doğuda, Kıtay, Tatabı kavmine doğru on iki def’a büyük ordu sevk ettim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım.” (KD/29)

“…Koşu Vâli ile savaşmış askerini hep öldürmüş. Evini malını eksiksiz hep getirdi.” (KK/1)

“…Yasçı ağlayıcı olarak Kıtay Tatabı milletlerinden Başta Udar General geldi. Çin Kağanı’ndan İsiyi Likeng geldi. On binlerce hazîne, altın, gümüş fazla getirdi.” (KK/12 )

“…Hücûm ettik, yağma ettik.” (TB/2)

Belki de en açık şekliyle o zamanın ganimet şekli “YAĞMA” burada geçiyor. Hazîne, altın, gümüş ve diğer eşyâların gelmesi de böyledir. (Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 8. Baskı İstanbul)

 

İSLÂMİYET VE GANÎMET

 

İslâmiyet insanın her şeyine bir metot getirdi. Hiçbir şey insanın kendi başına ve istediği gibi yapamayacağı düzenin adıdır İslâmiyet… Savaş da barış da, antlaşmalar da, ganimetler de hep ilâhî emir çerçevesinde tatbîk edildi. Yağma ve çapul kurala bağlandı; ilâhî emir mûcibince helâl kılındı.

Dînimizin gereği olarak bir milletle savaşmadan önce sulh teklîfi yapılırdı; çünkü Rabbimiz “Sulhde hayır vardır” buyurmuştur. Ama rakipler barış istemeyip savaş istediklerinde de yine emr-i ilâhî gereği savaşıp gâlip geldiklerinde de ganîmet, hakları ve helâl malları oldu.

“Resûlüm sana ganîmetten soruyorlar de ki, ganîmetler Allah ve Resûlüne âittir.” (Enfâl-1)

“Şunu bilin ki ganîmet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allâh’a, Resûlüne, onun akrabâlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir.” (Enfâl-41)

“Ama artık elde ettiğiniz ganîmetlerden helâl ve temiz olarak yiyin.” (Enfâl-69)

“Onlara elde edecekleri pek çok ganîmetler de nasîb etti.” (Fetih.19)

“Henüz elde demediğiniz daha nice ganîmetler ve nîmetler var ki, Allah onları ilmi ile kudretiyle kuşatmış ve bunları size vereceğini takdîr buyurmuştur.” (Fetih-21)

Şimdi akla gelen şudur: Ganîmetlerden Allâhü teâlaya neden pay veriliyor veya ona âittir deniliyor?

Enfâl sûre-i celîlesini Kâdı Beydâvî hazretleri şöyle tefsîr etmiş: “Sana ganîmetlerden sorarlar, yâni ganîmetlerin hükmünden demektir. Ganimete ‘nefl’ denmesi, Allâh’ın bir vergi ve lütfu olmasındandır. Nitekim devlet başkanının kendisini riske atana, hissesinden fazla olarak söz verdiği büyük ödüle de ‘nefl’ denmiştir. ‘De ki, ganîmetler Allâh’ın ve Resûlünündür’ Peygamber onu Allâh’ın emrettiği gibi taksîm eder demektir.”

Âyet’in iniş sebebi Müslümanların Bedir ganîmetlerini nasıl taksîm edeceği üzerine gelmiştir. Kimlere taksîm edilecek, Muhâcirler mi yoksa Ensâra mı diye ihtilâf etmeleridir. Şöyle denilmiştir: “Resûlullâh Efendimiz ilgisi olanlara elde ettiği ganîmetin kendisine âit olacağını haber verdi. Gençler de koştular yetmiş düşman öldürdüler, yetmiş de esir aldılar; sonra da ganîmetlerini istediler. Mal da azdı. Bayrakların yanında duran yaşlılar ve ileri gelenler: “Biz sizin yardımcınız idik. Dönüp bize gelecektiniz” dediler.  Âyet bunun üzerine indi. Efendimiz de onu aralarında eşit olarak bölüştürdü.

Sa’d ibni Ebî Vakkâs’dan şöyle rivâyet edilmiştir:

Bedir Savaşı başlayınca kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Said bin el-As’ı öldürdüm ve kılıcını aldım; onu Resûlullâh’a götürdüm ve bana bağışlamasını istedim. “Bu bana da sana da âit değildir. Onu malların arasına at” dedi. Ben de attım. Üzerimde öyle bir hâlet-i rûhiye vardı ki ancak Allâh bilir. Kardeşim öldürülmüş ve özel ganimeti elimden alınmıştı. Az gitmiştim ki Enfâl Sûresi nâzil oldu. Efendimiz de bana. “Benden kılıcı istedin, benim değildi. Şimdi ise benim oldu, git onu al” dedi.

(Ve yeselûneke Enfâl) Gençler onlara karşı ileri sürdüğün şartlardan sorarlar demek olur. Sonra da “Allah’tan korkun ve aranızı düzeltin. Allâh’a ve Resûlüne itâat edin” dendi. (Envârü’t-tenzîl ve Esrârü’t-te’vîl, Beydâvî Tefsîri, Tercüme, Doç. Dr. Abdülvahhâb Öztürk, Karaman Yay. 2. C. s. 324-325, İst. 2013)

Ganîmetler (ganâim) diye bilinen kelimenin mânâsı fazlalık, fazladan demek olan  (nefl) çoğuludur. Düşmandan elde edilen maddî değerler için fıkıhta  üç terim kullanılmaktadır: Nefl, ganîmet, fey… Savaşarak elde edilen ganîmet, savaşmadan elde edilen fey, nefl ise hem ganimet mânâsına hem de ganîmetin belli bir parçası için kullanılır. Bir düşman askerini öldüren, o öldüren kimseye verilen maktûlün üzerinden çıkan zâtî eşyâsıdır (seleb) ve buna tahmîs yâni beşte bir uygulanmaz.

Ganîmet hakkında değişik kaynaklarda şu bilgiler de yer alır: Harpte düşmandan alınan her türlü mal, eşyâ ve levâzım hakkında kullanılan bir tâbirdir. İslâm nokta-i nazarından ganîmet, guzât-ı Müslimîn (Müslüman savaşçılar) ile düşmandan kahren alınan mala itlâk olunur. Gâzilerin kendi kuvvetleriyle düşmandan alınan mala bu anlam yüklenir. Ganimetler dört kısma ayrılır: 1- Üserâ (esirler ) 2- Sebiy (savaş esirleri) 3- Emvâl-i menkule (taşınabilir mallar.) 4- Arâzî…

Şer-i şerîf iktizâsınca (gereğince) ganîmetler beytü’l-mâl emvâlinden sayılırdı. Bunun mikdârı her neye mâl olursa olsun, âyet mûcibince beşte biri yetimlere ve miskinlere verilir, geri kalanı câmi ve mescidlerin inşâsı için ayrılır; beşte dördün de biri piyâdelere, ikisi süvârilere verilmek kaydıyla gâzilere dağıtılırdı.

Beytü’l-mâl için ayrılan ganâim humsu (beşte bir) yine taksîm edilir ve;

A) Sevgili Peygamberimizin, hanımların ve Müslümanların işlerine sarf etmek üzere Peygamberimize,  B) Efendimizin akrabâlarına C) Muhtaç ve yetimlere Ç) Ebnâ-yı sebîle (yolculara) eşit olarak dağıtılırdı.

Ganîmetin gâziler arasında taksîmi ve Eshâb-ı humsun payları edile-i erbaadan (dört şer’i delil) kitap sünnet ve icmâ-ı ümmet ile sâbittir.

Fetholunan arâzî de ganîmetten sayıldığı için aynı şekilde taksîm olunurdu. Ancak iğtinâm olunan (ganîmet olarak alınan) arâzî dâimâ ganîmin (ganîmet alan) arasında taksîm olunmayıp bâzı ahvâlde rakabesi (kul, köle, câriye) beytü’l-mâle âit olmak üzere durdurulur, el konurdu. Bu hususta Dört İmâm arasında târih ve rivâyetten kaynaklı ihtilâf vardır. Hanefîlere göre bir memleketi fetheden imâm-ı Müslimîn dilerse o memleket ahâlîsinin mallarını ganîmin (ganîmet alan) arasında taksîm eder; Müslümân olmayan ahâliyi yerlerinde takrîr (yerleştirme) ibkâ (yerinde bırakma) veyâ haraç ve cizyeye bağlar, yâhut ahâlîyi sürgün etmeksizin (nefy ü iclâ) arâzîyi beytü’l-mâlden sayar şeklindedir. Sonradan İslâm dünyâsı arasında bu uygulama yaygınlaşmıştır.

 

OSMANLIDA DURUM

 

Osmanlı, fethettiği ehl-i küfr diyârını da elinde tutmak için orada belli miktar asker ve yönetici bırakarak oranın idâresinde hâkim unsur olurdu. O topraklarda yaşayan insanların ihtiyaçları bu ganîmetlerden sağlanırdı.

Fethedilen arâzîye yerleştirilen ahâlîden ayrıca ispenç (kelle başı vergisi) Müslümânlardan 22, gayr-i Müslimlerden 25 akça alınırdı. Bu uygulama genellikle Rumeli’de uygulanmış, 1849’dan i’tibâren kaldırılmıştır.

Başlarda Osmanlıda ganâimin humsu bâzen sultanlar tarafından vakfedilir, bâzen de fâtihlere verilirdi. Onlar da ya vârislere ayırır veyâ vakfederlerdi. Osmanlının fethettiği topraklarda özellikle Rumeli’deki  hayrat (câmî, medrese, mescid, kütüphâne, şifâhâne ve imâretler) genellikle fâtihlere tahsîs edilen ganîmetlerden ve şâhsî servetlerinden harcanırdı. Bu yüzden Osmanlıya vakıf medeniyeti de denilmiştir.

 

KADIN ESİRLER MES’ELESİ

 

Osmanlıda da asrın sosyal gerçeği esirlik ve satış işlemi geçerli idi. Diğer ülkelerin esirlere ve kölelere gösterdiği gaddar ve merhametsiz tutum Osmanlıda olmamıştır. Bunu bir Türk yazar belirtmiş olsa taraftarlığından şüphe edilebilirdi.

 

AVRAT PAZARI

 

Bu konuda geniş yazılar yazan 18. yy. İrlandalı yazar Robert Walsh kitabında şu önemli bilgileri aktarmış: Avrat pazarı, yâni kadın esirler pazarı Çemberlitaş’a yakın ortasında odalarla çevrelenmiş bir avlu bulunan dikdörtgen bir binâdır. Bu pazara eski dünyânın hemen her yerinden, bilhassa Akdeniz kıyıları ile Karadeniz’in doğu uçlarından mal gelir. Avrat pazarında Nübye ve Habeşistan’ın abanoz renginden, Gürcistan ve Megrelya dağlarının kar beyazına kadar insan teninin her rengini görmek mümkündür… Türkler esirlerini İslâm dînini kabûl etmedikçe âzât etmezler. Esir âzât edilirse hürriyetine kavuşur ve tekrar satılmaz.

Bu hapishânenin bir yabancı üzerinde ilk bıraktığı intibâ mahkûmların neş’esi ve şamatasıdır.  Yabancılar içeriye zihinleri esâretin korkunç manzaralarıyla dolu olarak girer. Âilelerinden koparılmış gencecik kızlar, parçalanmış âileler, acı çeken, hüzünle ağlayan ve ümitsizliğe gark olmuş çâresiz kurbanlar görmeyi beklerken, bambaşka bir manzarayla karşılaşırlar. Gâyet neş’eli ve keyifli görünen kızlar onların dikkatini çekmek için ellerinden geleni yapar ve her biri anadilinde yabancıyı kendisini satın almaya dâvet eder. Bunun sebebi arkada bıraktıkları hayat şartları ve istikbalden bekledikleriyle îzâh edilebilir. Osmanlı ülkesinde esir olmak çoğu için daha iyi bir hayat demektir ve esir trafiği büyük bir düzen içinde yürür. Kafkasya’da ve Gürcistan’da âileler en güzel kızlarını satıştan kâr etmek için değil, çocuklarının (Osmanlı illerinde) satılarak daha iyi bir hayâta kavuşmaları gâyesiyle esirliğe hazırlar. Zihinlerine onları İstanbul’da bekleyen muhteşem hayat işlenir. Esir tâcirleri her yıl Anapa ve Karadeniz’in diğer limanlarına beyaz satın almak üzere geldiklerinde âileye düşkün olmaması öğretilen kız mutlu bir istikbâlin hayâliyle neş’e ve gönül ferahlığı içinde yola çıkar. Bu parlak umutlarında hayal kırıklığın da uğramaz. Esir olması ve bir mal gibi satılması efendisi Türk’ün gözünde onu küçültmez. Bir vezir veyâ bir paşanın haremine yerleştirilir. Zamanla evin hanımı durumuna gelerek gözde bir kadının bütün önem ve îtibârına sâhip olabilir. Düzenli aralıklarla saray için satın alınanların ihtişamlı hayâtı ise göz kamaştırıcıdır. Aralarından herhangi biri, imparatorlukta söz sâhibi ve sultanların annesi olabilir.

Sultânın bir emriyle câriyelerin topluca denize atıldığı efsânesi o döneme dâir seyahatnâmelerde sıkça rastlanan asılsız bir bilgidir.

Esirin sıhhatli ve güçlü olduğunu tesbît edecek küçük bir muâyene kâfî gelir ve kız, kaba saba ve yarı çıplak kılığına çekidüzen vererek mutlu bir tebessümle hanımının arkasından seğirtir. Türklerin muâşeret âdâbı onu hemen münâsip bir kılığa sokar. Kara tenli çehresi kar beyaz başörtüsü ile asâlet kazanır. Kız da bu yeni durumundan gurur ve memnûniyet duyar. (İstanbul Manzaraları, Rumeli ve Batı Anadolu’da Gezintilerle. ‘Çizimler’ Thomas Allom, Metinler Robert Walsh. Çeviren Şeniz Türkömer. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ocak 2013)

İşte bir dönemin ve fıkhın önemli bir mevzûu gânimetler ve esâret, câriyelik konuları Osmanlıda ve diğer İslâm ülkelerinde ancak dînimizin koyduğu kurallar içinde şefkat ve merhametle yürütülmüş, esirlerin de Rabb’imizin kulu olduğu gerçeğinden hareket edilerek onlara evlerin birer üyesi gibi davranılmıştır.

Bugün konumuz dışında olsa bile bu mevzûlar hâlâ en çok sorulan mes’elelerin başında gelmesi hasebiyle yazımızda yer almıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.