Bazı akademisyenlerin doğru yoldan sapmaları

A -
A +
Akademisyenlerimizden bir kısmının doğru yoldan sapmaları, târihteki “bozuk, sapık fırkalar”ın  bozuk düşünceleriyle, zihinlerinin bulanması sebebiyle olmaktadır.
 
Bizim, 1965-1969 yılları arasında, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi’nde talebe olduğumuz yıllarda, Felsefe Grubu derslerimizden birine giren, Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’i (1901-1974), birçok kimse tanır. İstanbul Sultânîsi (bugünkü İstanbul Lisesi - 1918) ve Mekteb-i Mülkiye (bugünkü A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi-1921) mezunu olup, aynı yıl Dârülfünûn-ı Osmânî (bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Beşerî Coğrafya Kürsüsü’ne asistan olan ve İstanbul’da doğup ölen, bir felsefeci ve sosyologdur.
Hilmi Ziya Ülken, İ. Ü. Edebiyât Fakültesinde, ayrıca felsefe târihi ve sosyoloji öğrenimi görmüş, 1933’e kadar sosyoloji, felsefe, târih ve coğrafya öğretmenliği yapmış, 1933-1934 yıllarında Almanya’da uzmanlık eğitimi almış, 1935 yılında Türkiye’ye dönüp İ. Ü. Edebiyat Fakültesi’nde “Türk Tefekkür Târihi Kürsüsü”ne Doçent olarak tayin edilmiştir. 1944 yılında Profesör, 1957 yılında ise Ordinaryüs Profesör olmuş, 1973’te de A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nden emekli olmuştur. 1974’te de vefât etmiştir.
Onun hem derslerinde öğrendiğimize, hem 1932-1933 yıllarında neşredilen 2 ciltlik “Türk Tefekkür Târihi” kitâbında ve ayrıca “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” adlı eserinde okuduğumuza göre, felsefeciler yekdiğerlerine muhâlefet etmekte, birbirlerinin fikirlerini dâimâ nakzetmekte, çürütmektedirler.
Bu hususu, merhûm Doç. Dr. Yaşar Kutluay’ın Türkçeye tercüme ettiği, Prof. Dr. T. J. de Boer’in “İslâm'da Felsefe Târihi” adlı eserinde de, çok açık bir şekilde müşâhede ediyoruz; feylesofların (filozofların) fikirleri birbirleriyle çelişmektedir.
Bu durum, niçin böyle oluyor? Çünkü felsefeciler, kendilerine, Allahü teâlânın, Peygamberleriyle insanlığa, doğru yolu bulmaları için lutfettiği vahiy ışığını değil, sâdece kendi akıllarını rehber seçmektedirler...
Bu hususu net bir şekilde ortaya koyduktan sonra ifâde edelim ki, dede ve neneleri, anne ve babaları Müslümân olan akademisyenlerimizden bir kısmının doğru yoldan sapmaları, târihteki “fırak-ı dâlle=dalâlet fırkaları, bozuk, sapık fırkalar”ın kitaplarını ve fikirlerini okumaları, onların bozuk düşünceleriyle, zihinlerinin bulanması sebebiyle olmaktadır.
T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın organize ettiği “Kültür Mübâdele Programı” mucibince, 1975-1976 yıllarında Mısır’da bulunduğumuz, orada Kâhire Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fâkültesi’nin “Dirâsât-ı Ulyâ=Yüksek Araştırmalar” kısmında araştırma yaptığımız ve Ayn-ı Şems Üniversitesinin Edebiyât Fakültesinde de, “Mukâveleli Öğretim Üyeliği” yaptığımız sıralarda, bir hocamız, bir kelâm profesörümüz, 1975 yılında, Mısır’da bana, “Bazı meslektaşlarımız, Avrupa’dan doktora alıp geliyorlar, ama maalesef îmânlarını da oralarda bırakıp geliyorlar” demişti.
Bu mühim sözün gerekçesini, sizlere, inşâallah yarın arz edelim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.