Doğu Akdeniz’in enerji mıknatısında Suriye ve Irak’ın geleceği...

A -
A +
Rusya’nın gerilimi tırmandırarak, saldırgan bir tutumla bölgedeki çıkarlarını devşirme çabası, bölgeyi hem germektedir hem de yerel, bölgesel ve küresel tüm aktörlerin Suriye ve Irak özelinde beklentilerini ve tutumlarını yeniden gözden geçirmeye itmektedir.

Bu durum giderek ve hızla Suriye ve Irak’ın kaderini ortak kılıyor. Her iki ülkenin kaderini, Doğu Akdeniz’in enerji jeopolitiği mıknatıs etkisiyle şekillendiriyor. Bu kader, bütünleşme imkânını içermeyen, dağılmayı, ufalanmayı ve yeni sınırların belirlenmesini zorlayan bir geleceğe işaret ediyor. Rusya’nın tırmandırdığı gerilim atmosferi bu geleceği yakınlaştırıyor. Bu arada bölge ve bölge dışı aktörlerin bazıları Rusya’nın estirdiği rüzgârın etkisini kontrol edebilmenin ve buna bağlı olarak çıkarlarını tahkim etmenin çabası içindeler.

Bu çaba son günlerde daha çok Rusya-Türkiye gerilimi üzerinden işliyor. NATO’nun bölgedeki hakimiyetini artırması, Doğu Akdeniz’in enerji güvenliğine daha fazla sarılması, ABD’nin ve özellikle AB’nin Türkiye ilişkisinde yeni denklemlerin belirlenmesi. PYD/PKK, DAEŞ gibi terör örgütlerinin ülkelerle olan ilişkisinin gözden geçirilmesi, Şam ve Bağdat yönetimlerinin Moskova ve Tahran hattının kumandasına girmiş olmalarının yeni sonuçları, Kuzey Irak’ta, Musul'da yeni hareketliliğin belirmesi ve
Barzani’nin üstleneceği yeni rol gibi bir dizi gelişmenin sonuçlarıyla yoğrulacak yeni bir döneme giriliyor...

Tüm bu gelişmelerin ve muhtemel sonuçlarının en fazla da Türkiye açısından enine boyuna irdelenmesini gerekli kılıyor. Rusya’nın ambargo tehditlerine karşı Türkiye’nin yeni seçenekler üretmesi, özellikle doğalgaz konusunda alternatiflerini belirlemesi ve buna bağlı olarak stratejik hamlelerini gözden geçirmesi öncelik kazanmış durumda. Buna bağlı olarak Katar ve Azerbaycan seçeneklerine Kuzey Irak doğalgazı da eklenmiş durumda. Buna göre Barzani’nin Ankara ziyareti; enerji, güvenlik, Musul’un geleceği gibi öncelikli konuların derinlemesine ele alındığına işaret ediyor.

Bu noktada Türkiye’nin Musul yakınlarında Başika’daki askerî kampında eğitim amaçlı görev yapan askerlerin rutin nöbet değişimine, Bağdat yönetimi tepki göstererek, bu adımın “Irak’ın egemenliğini ciddi bir şekilde ihlal ettiğini” belirtmiştir.

Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’un Haziran 2014'ten bugüne terör örgütü DAEŞ'in elinde olmasından rahatsız olmayan, Musul’da Irak’ın Merkez Bankasının kasasından 429 milyon doları DAEŞ’e çaldıran, ABD’nin Irak ordusuna bıraktığı ağır silahları, 2300 zırhlı aracı ve büyük bir cephaneliği bırakarak kenti ve çevresini DAEŞ terör örgütüne kaçarak terk eden Bağdat Yönetimi; 1.5 yıldır bu durumdan hiç rahatsızlık duymuyor, egemenlik ihlali hiç aklına gelmiyor da Türk askerinin bu bölgedeki varlığından rahatsızlık duyarak egemenlikten söz ediyor. Tam bir kara mizah örneği.

Üstelik Türkiye, sözde herkesin karşı oldukları DAEŞ denilen terör örgütüne yönelik mücadele için yerel güçleri eğitiyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuya açıklık getirerek şunları ifade etmiştir; "Haydar İbadi 2014'te Türkiye'yi ziyaretinde, bizden kendilerinin eğitim amaçlı talepleri oldu. Bunun üzerine Başika'da bir kamp kurduk. Bunların hepsinden bilgileri var, haberleri var. Şimdi adama sormazlar mı? O Başika Kampı kurulduğu zaman siz neredeydiniz? O günden bugüne hiç sesiniz çıkmadı, şimdi bölgedeki gelişmeler üzerine böyle bir adım atıyorsunuz. Biz Başika Kampı'nı güçlendirmek üzere buradaki eğitim ekiplerimizi daha da artırmış olduk. Bunlar muharip güç olarak değil daha çok eğitici güç olarak oradalar..."

Öte yandan Barzani’nin Ankara ziyaretine dair Başbakan Davutoğlu’nun şu sözleri de meselenin bugününe ve geleceğine ilişkin net bir izahat vermektedir; "Irak'taki mevcudiyetimiz bu bölgenin istikrarını temin etmek içindir. Çünkü DAEŞ ile komşu olmak istemiyoruz. DAEŞ ile komşu olmamak için de Erbil'in güçlü olması lazım. Bunun için her türlü desteği hem Irak hem de Irak Kürdistan bölgesine vereceğiz..."

Tüm bunlar ortaya koymaktadır ki, Irak ve Suriye’de yeni sınırlar belirlenecek ve buna göre yeni bir atlas şekillenecektir. Hiç kuşkusuz esas olan, bu ülkelerin tüm mazlum halklarının iç içe, birbirlerini dışlamadan, düşmanlaştırmadan ortak geleceğe birlikte yürümeleri ve buna bağlı olarak toprak bütünlüklerini korumalarıdır. Maalesef bu durumun yaşanması artık çok zordur. Her iki ülke âdeta kaçınılmaz ve geri döndürülemez bir şekilde parçalanma kulvarına sokulmuş durumdalar.

Türkiye sonuna kadar bu iki komşu ülkenin toprak bütünlüklerini korumalarını istemiştir, istemektedir. Bu iki ülkenin egemenliklerinin sadece Türkiye olarak değil başka hiçbir ülkenin de, örgütünde ihlal etmesine ve işgal etmesine rıza göstermemiştir, göstermemektedir.

Ancak süreç tersine işlediğinde, parçalanma kaçınılmaz hâle geldiğinde Türkiye güvenlik sınırlarını hassasiyetlerine göre tespit etmek zorundadır. Bu bağlamda Suriyeli Türkmenlerin yaşadığı; Hatay’ın çevresini bir yay gibi çevreleyen, Lazkiye’nin kuzeyinden itibaren Doğu Akdeniz’e açılan ve Halep kentini içine alarak Türkiye sınırına uzanan bölge, muhtemel bir parçalanmada en önemli jeopolitik eksen olarak belirginleşecektir. Bu hattın güneyinde konuşlanacak muhtemel bir Nusayri yapısının yanı sıra, Irak’ı da içine alacak şekilde Sünni, Şii ve Kürt bölgelerinin de muhtemel parçalanma sürecinin en önemli jeopolitik ve jeostratejik hatları olarak belirginleşecektir.

Esas olan bu yeni jeopolitik ve jeostratejik hatlarda kimin ağırlığının hissedileceğidir. Türkiye’nin bu hassasiyet içinde olması kaçınılmazdır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.