Erkara, şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı

A -
A +
Uzandığı yerden doğruldu. Sağa döndü. Sola döndü. Bir türlü rahat edemedi.
 
Matlube Anacığının müşfik iltifatlarına gülerek cevap verirken zihninin en son şulesiyle yaptığı muhakemesini, bütün samimiyetiyle dinliyor ve yürekten de inanıyordu amcasının gelirken dediklerine; “Binlerce yiğit gerek Doğan’ım. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce… Dünya zalimlerden ve zulmetten kurtarılmalı. İnsanlar, insanca yaşamalı yiğit Doğan’ım” diyordu Çelebi amcası kendine.
Mutlaka bir sebebi vardı. Muhterem amcası malayani, yani ne dünyaya, ne de ahirete faydası olmayacak hiçbir söz söylemez, hiçbir kelamı yapmaz, hiçbir fiili de işlemezdi. Bugün boşuna mı demişti? Ses kulaklarında bir daha yankılandı: “Binlerce yiğit gerek! On binlerce… Yüz binlerce…”
              ***
Bu sabah şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı Erkara. Hava ılık ve yağmurlu olmasına rağmen soğukmuş gibi geldi. Titredi. Uzanıp pencereden baktı. Sicim gibi yağmur sokaklarda derecikler oluşturmuştu. Sıkıldı arkası üstü uzandı. Yalnızlığından mı ne? Yağmur tanecikleri, gizli ayak sesleri gibi tuhaf bir gürültü çıkarıyor. İntizamsız adımlarla sisler içinde intikal eden disiplinsiz leşkerleri hatırlatıyordu ona.
Yapacakları aklına geldi. Bıyıklarını büküp, derinlere baktı uzun uzadıya. Gülşah’ı kendi rızasıyla ikna ederek alacak. Olmazsa kaçıracaktı. Başka yol aklına gelmiyordu. Lakin her defasında da dağ gibi Doğan karşısına dikiliyor. Önünü göremiyor. Mantıklı bir yol bulamıyordu.
Uzandığı yerden doğruldu. Bağdaş kurdu oturdu, olmadı. Yüzükoyun yattı. Sağa döndü. Sola döndü. Bir türlü rahat edemedi.
Erkara, kâbus içinde uzandığı yerden yer yer çentiklenmiş direklerin tuttuğu odanın tavanını seyretti bir müddet. “Acaba hayale benzeyen bir gerçek yok mudur? Olsaydı mutlaka mutluluk da olurdu” dedi. Sinirlenerek bıyıklarını kemirdi durdu.
Arkadaşlarının hayatlarından şikâyetlerini hiç duymamıştı. Yalnız kendisi huzursuz ve doyumsuzdu. Oysa o neler istemiyordu ki? Önce Gülşah’la evlenmek. Sonra vezir olmak. Gerektiğinde devletin hepten başına geçmek. Seyyid Molla İbrahim Efendi de hep öyle demiyor muydu? “Sen sultan olmaya layıksın. Sen bütün insanların hürmet edeceği biri olmalısın… Sen… Sen…” Aziz arkadaşları, başta Aşır da farklı düşünmüyordu. “Er geç buranın tek hâkimi siz olacaksınız bey… Bunu adım gibi biliyorum…”
Yapılan iltifatlar, ılık bir meltem gibi yüreğini okşadı. Tatlı bir huzur duydu. Gülümsedi. Bu tılsımlı seslerin yankıları hâlâ kulaklarındayken, Doğan Bey, şaha kalkmış doru atıyla tunçtan bir heykel gibi önüne dikiliverdi yeniden. Biraz gülmeye, neşelenmeye, mutluluk içinde olmaya fırsat vermemek niyetindeydi sanki. Gözleri büyüdü. Neşesi kaçtı. Dişlerini sıktı. Hırsından ve kininden iki eliyle duvarları yumrukladı. “Kör olasıca ifrit!.. Hayallerimde bile beni rahat bırakmıyorsun!.. Başımın belası!.. Git! Giiit!.. Defoool karşımdan!” diye bağırıyordu ağzından salyalar akarak. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.